Bir gerçeklik mi bir iftira mı?
15376-Ekran Alıntısı.PNG
Galiba insanlık tarihinin en çok su-i zanna maruz kalanları nebiler, rasuller ve imamlardır. Kendi akıl seviyeleri ve algıları ölçüsünce tevhidi bakış açısı adı altında nebi ve rasullere birçok suç, hata, masiyet yamamaya çalışmaktadırlar. Hz. Dâvûd da bu iftiralardan payını alan peygamberlerdendir.
Bu yazının yazılmasına sebep olan Kadir Türker'e teşekkür ediyoruz...
Mehmet Cevher Caduk (İlahiyatçı-Öğretmen) 
 
İNTİZAR - “Davalaşanlara dair bilgi sana ulaştı mı? Bu adamlar mâbedin duvarına tırmanıp Dâvûd'un yanına girmişlerdi. Dâvûd onları görünce telâşlanmıştı. “Korkma” dediler, “Birimizin diğerini haksızlık etmekle suçladığı iki davacıyız biz. Aramızda âdil bir hüküm ver; doğruluktan sapma, bize de doğru yolu göster. Şu adam benim kardeşim. Onun doksan dokuz koyunu, benim ise bir tek koyunum var. Buna rağmen ‘Onu da bana ver' dedi ve bu tartışmada bana baskın çıktı. Dâvûd şöyle dedi: “Senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle doğrusu sana karşı haksızlık etmiştir. Zaten aralarında ortaklık ilişkileri bulunanların çoğu birbirine haksızlık ederler; yalnız iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapmakta olanlar böyle değildir; ama onlar da o kadar az ki!” Dâvûd (böyle bir temsil ile) kendisini sınadığımızı anladı. Bunun üzerine rabbinden kendisini bağışlamasını dileyerek secdeye kapandı ve bütünüyle O'na yöneldi. Biz de onu bağışladık. Kuşkusuz yanımızda onun yüksek bir makamı, güzel bir geleceği vardır. Ey Dâvûd! Biz seni yeryüzünde halife yaptık; onun için insanlar arasında adaletle hükmet; nefsin isteklerine uyma, sonra seni Allah yolundan saptırır. Kuşkusuz, Allah yolundan sapanlara, hesap verme gününü unutmaları yüzünden çok ağır bir azap vardır.” (38/Sad/21-26) 
 
Bu ayetler pasajı ta kadim dönemlerden beri birçok kimse tarafından İsrailiyat'ın ışığı altında anlaşılmaya çalışılmış, deyim yerindeyse İsrailiyat'a kurban gitmiş ve Hz. Dâvûd'un (a.s.) komutanlarından Urya adlı şahsın hanımı ile evlenmesi bağlamında yorumlanmış ve öyle anlaşılmıştır.(1) Hatta peygamberlerin masumiyetini kabul edenler dahi olayın etkisinde kalarak ayetleri tefsir etmişlerdir. Örneğin buraya Diyanet İşleri Başkanlığının bir komisyona hazırlattığı Kur'an Yolu Tefsiri'nin ilgili bölüme ilişkin tefsiri sunacağız. Tefsir diğerlerine nazaran yaptığı yorum makul olmasına rağmen o da olayın etkisinde kalmaktan kendisini kurtaramamıştır. Halbuki metin eksenli bir okuma ve olaya aklî ilkeler çerçevesindeki bir yaklaşım sorunu ortadan kaldıracaktı. 
“Yahudi kültüründe Dâvûd kral olarak bilindiği için Kitâb-ı Mukaddes yazarının onun hakkında belirtildiği türden çirkin olaylar yakıştırması veya nakletmesi, üstelik onun daha kocası sağ iken kadınla yattığını ve kadının hamile kaldığını dahi ileri sürmesi (bk. II. Samuel, 11/4-5) yahudi geleneği açısından normal görülebilir. Ancak Kur'an'da Dâvûd aleyhisselâm, peygamberler arasında zikredilmiş; İslâmî öğretide peygamberler birer iman ve erdem âbideleri olarak gösterilmiş ve bu türden büyük günahlar işlemeleri mümkün görülmemiştir. Bu sebeple yukarıda özeti verilen rivayetlerin gerçeği yansıttığı kesinlikle kabul edilemez.
 
Sonuç olarak, bu açıklamalar doğrultusunda Hz. Dâvûd, güzelliğinden etkilendiği bu kadınla evlenmeyi gerçekten düşünmüş ve kendisinin bir planı olmadan kocası savaşta ölmüş, bunun üzerine onunla meşrû usulle evlenmiş, bu olay halkın ağzında yukarıdaki hayalî kurguya dönüşmüş olabilir. Kuşkusuz burada sıradan insan için ciddi bir günah söz konusu olmamakla birlikte bir peygamberin, nefsinin bayağı arzusuna kapılarak güzelliğine vâkıf olduğu evli bir kadından etkilenmesi onun kişiliğiyle bağdaşmadığı için olay onun hakkında bir sınama (fitne) kabul edilmiş; Hz. Dâvûd da olayın kendisi için bir sınav olduğunu anlayarak, pişman olup tövbe etmiştir. Kur'an'da Allah'tan başkasının yanılgılardan uzak kalamayacağı, peygamberlerin de birer insan olarak hatasız olmadıkları, yüksek özelliklerine rağmen nâdiren de olsa –sonradan telâfi ettikleri– bazı hatalar işledikleri örnekleriyle zikredilmektedir”. (2)
Bu yorum makul görülebilir. Ancak biz rivayetlere girmeden sadece metin eksenli bir okuma yapmaya çalışacak çok öz bir şekilde Dâvud ve Urya'nın hanımı hakkında anlatılan kıssanın hakikatinin ne olduğuna değineceğiz.
 
Hz. Dâvûd'un on niteliği 
 
Bu ayetler grubundan önce Sâd Suresinin Hz. Dâvûd'u ele almaya başladığı 17. ayetten 21. ayete kadar Hz. Dâvud'un çeşitli niteliklerle övüldüğü görülmektedir.
 
Bu niteliklerin bir bölümü oldukça net ve belirgin olmakla birlikte çağrışımlarla okuyup değerlendirildiğinde on taneye kadar çıkarmak mümkündür.
 
Bunlar:
 
1- Sabır: 17. ayet “اصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ وَاذْكُرْ عَبْدَنَا دَاوُودَ / Sen, onların söylediklerine sabret; güçlü kulumuz Dâvûd'u hatırla!”. Ayet yüce konumuna rağmen Hz. Rasûlullah'a (s.a.a.) müşriklerin sözlerine sabretmesini emrediyor ve bu noktada Hz. Dâvûd'u anlatmaya başlıyor. Bu da direkt olarak Hz. Dâvûd'un oldukça sabırlı olduğuna dair bir ihsas ve işarı bize sunuyor. Yani Hz. Dâvud sabır konusunda bir örnek veya en azından örneklerden birisi olarak takdim ediliyor. 
 
2- El-Abd/kul: "Abd" kelimesi her ne kadar kul anlamında kullanılsa da ve bu sözcüğün kapsamına bütün kullar girse de Kur'an-ı Kerim'in “abd” sözcüğünü birçok yerde dar manada ve bazı üstün meziyet ve erdemlere sahip kimseler hakkında kullandığı bilinmektedir. Hatta Kur'an İsra mucizesini “bi-abdihi/kulunu” (17/İsra/1) ifadesiyle kullanırken Alak Suresinde de Rasûlullah'ı “abden iza salla/kulu namaz kıldığında” (96/Alak/10) sözcüğü ile tanıtmaktadır. İsra mucizesi için Rasûlullah'ı risalet ve nübüvvet nitelikleriyle değil de ubudiyet niteliğiyle andığını göz önüne alınca sözcüğün nasıl yüce bir manayı içerdiği daha iyi anlaşılabilir. Bunun yanında başka Sad/30, İsra/3 ayetleri gibi ayetlerde Hz. İsa ve Hz. Nuh da "abd" sözcükleri ile nitelendirilmektedir. Bu konuda birçok ayet sunulabilirse de biz en belirgin olanlarını takdim ettik. 
 
3- “Ze'l-eyd/Güçlü”: "Eyd" sözcüğünün fiil formatını Allah azze ve celle kendisi hakkında kullanmaktadır. “هُوَ الَّذِي أَيَّدَكَ بِنَصْرِهِ وَبِالْمُؤْمِنِينَ /Hüvellezi eyyedeke bi nasrihi ve bi'l-müminin/Allah yardımıyla ve müminlerle seni destekleyen O'dur” (8/Enfâl/62) Sözcük güç ve kuvvet anlamını ifade etmenin yanında burada Hz. Dâvud özelinde düşünüldüğünde taat uğrunda, günahlardan kaçınma ve ülkesini güzel ve adalete uygun bir tarzda yönetme anlamında kullanılmış olması uzak bir olasılık değildir. Çünkü sözcük ayette (Sad/17) abd/kul sözcüğü ile birlikte kullanılmaktadır.
 
4- Evvab (oldukça çok yönelme hatta her zaman yönelme) Sözcüğün mübalağa ism-i fail kalıbında olduğu göz önüne alınınca Allah'a ara sıra yönelen birçok defa ve bazı konularda gaflete dalan ve dolayısıyla da nefsinin heva ve hevesine kapılan birisi için böyle bir ifadenin kullanılması oldukça uzak bir olasılıktır. Bu ifade Hz. Dâvûd'un Allah'a çokça yöneldiği, gaflet ve nisyan haletlerinin kendisine arız olmadığı izlenimini verdiriyor. 
 
5- Dağların sabah onunla birlikte teşbih etmeleri için Onun emrine amade kılınması “اِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِۙ / Dağları onun emrine verdik. Sabah akşam yaratıcılarını tesbih ederlerdi.” (Sad/18) 
 
6- Kuşların da onunla birlikte teşbih etmesi. (وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةً / Toplu halde kuşları da) (Sad/19)
 
7- “كُلٌّ لَهُ أَوَّابٌ / Hepsi de Ona (Davud'a) yönelmişlerdi.” Gerçi lehu/Ona sözcüğündeki O zamirinin merciinin Allah olması mümkünse de ayetin zahiri ve siyakı bu zamirin Hz. Dâvûd'a ait olmasını öncelikli kılmaktadır.
 
8- Sağlam bir mülk ve hükümranlık: “وَشَدَدْنَا مُلْكَهُ / Onun hükümdarlığını güçlendirmiş” Sağlam bir mülkiyet, insanın tasarruflarında ihtiyaç duyduğu ve kullanabileceği maddî ve manevî vesilelere sahip olmakla mümkündür. (Sad/20)
 
9- Hikmetin Verilmesi: “وَآَتَيْنَاهُ الْحِكْمَةَ / kendisine hikmet verdik” (Sad/20) Hayır, bereket, ihsan ve güzelliklerin kaynağı olan ilim ve marifete sahip olmak. Ne muazzam bir şey. Kuşkusuz kendisine hikmet verilen bir zata çok şey verilmiştir. Bir taraftan Kur'an'ın, dünya metaını “metaun kalil/az bir meta” olarak nitelendirdiğini beri taraftan da hikmeti de çok hayır olarak vurguladığını göz önüne alacak olursak Hz. Dâvud'un bir kadının maddî cazibesine kapıldığını söylemek yanlıştır dersek herhalde bir hata işlemiş olmayız.  
 
10- Faslü'l-hitâb “وَفَصْلَ الْخِطَابِ”: Faslü'l-hitabın ne olduğu yoruma açık olmakla birlikte biz burada hemen birkaç tanesini zikir edelim. Kuvvetli bir mantık ve analiz, etkileyici söz, doğru yargı vb.
 
İşte bütün bu nitelikler aslında anlatılacak kıssa için bir girizgah mahiyetinde. Sad Suresinin 21-26 ayetleri değerlendirilecekse yalan ve iftira olduğu aşikar bir kıssanın ışığında değil de bu nitelikler ışığında değerlendirilmelidir.
 
Kur'an'ın kıssayı sunuşu 
 
Dedik ya sadece metin eksenli bir okuma yapacağız. Metin bize ne söylüyor ona yöneleceğiz. Ha bu arada iddialı da değiliz. Bu okumalarımız yanlış da olabilir, ama ayetlerin biz de edindirdiği bu şekilde. 
 
21. ayette “تَسَوَّرُوا / mâbedin duvarına tırmanıp” tesevvur sözcüğü bir şehrin veya bir evin etrafındaki yüksek yer anlamına gelen “sur” sözcüğünün “tefe'ul” kalıbına konulmuş şeklidir. Sözcük yüksekçe bir yere tırmanmak anlamına gelmektedir.
 
21. ayette geçen "mihrap" sözcüğü Rağıb'ın da belirttiği gibi bir mekanın baş tarafı veya yüksekçe oda anlamına gelmektedir. Bu sözcüklerin kullanımı Hz. Dâvûd'un gözcü ve ordu tarafından koruma altında olduğunu ihsas ettiriyor. Değilse davalılar normal bir şekilde gelip davalarını sunarlar ve hüküm talep ederlerdi. Biraz zorlayacak olursak adalet duygusunun bir toplumda zarar görmemesi için yargı mekanizmasının tesir altına alınmayacak bir şekilde koruma altında olması gerekir diyebiliriz. Adalet duygusunun zarar gördüğü toplumlar sıkıntı çekmeye ve hatta çökmeye mahkumdurlar.
 
Kıssadan anladığımıza göre davalılar aniden Hz. Davud'un önünde beliriyorlar, izin isteme ve haber verme olayı yok. Aniden huzura varıyorlar. Koruma altındasınız veya en azından o an bulunduğunuz yer yüksek surlarla korunmakta ve aniden karşınızda iki kişi görüyorsunuz. İtidalinizi korumanız ne kadar da zor değil mi!?
 
Doğal olarak Hz. Dâvûd (a.s.) onlardan korkuyor. Ancak davalılar hemen Hz. Dâvûd'un korkusunu gideriyorlar.
 
“قَالُوا لَا تَخَفْ خَصْمَانِ بَغَى بَعْضُنَا عَلَى بَعْضٍ / “Korkma” dediler, “birimizin diğerini haksızlık etmekle suçladığı iki davacıyız biz” diyerek Hz. Davud'dan şu üç istekte bulunuyorlar.
 
“فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ / Aramızda adaletle hükmet.” 
“وَلَا تُشْطِطْ / doğruluktan sapma” 
“ وَاهْدِنَا إِلَى سَوَاءِ الصِّرَاطِ /bize de doğru yolu göster.”
Hz. Davud'un (a.s.) söz konusu iki kardeşin açıklamalarıyla korkusunun giderildiğini anlayabiliyoruz. Ancak geriye hala Hz. Dâvud'un zihnini kurcalayan bir soru var: Madem kötülük etmek istemiyorlar ve alışılmış olmayan bir şekilde izinsiz ve haber vermeksizin geldiklerine göre neden geldiler? Bu soruya da kardeşler bir davalarının olduğunu belirterek cevap vermektedirler: “Birimizin diğerini haksızlık etmekle suçladığı iki davacıyız biz…. Şu adam benim kardeşim. Onun doksan dokuz koyunu, benim ise bir tek koyunum var. Buna rağmen ‘Onu da bana ver' dedi ve bu tartışmada bana baskın çıktı” (38/Sâd/22)
 
23. ayette geçen “اَكْفِلْن۪يهَا” sözcüğü onu benim kefaletime yani benim mülkiyet ve tasarrufuma ver ve “عَزَّن۪ي” ise bana tagallub etti ve bana baskın çıktı, anlamındadır.
 
24. ayetin zahiri de gösteriyor ki Hz. Dâvûd (a.s.) diğer şahsın sözünü dinlemeden iddiacının sözü çerçevesinde bir değerlendirmede bulunuyor. Ama kullanılan sözcük ve ifadeler artık bir mahkeme ve davalaşmanın katı ve kasvetli ortamından çıkmış kısmen rikkatin yavaş yavaş hakim olmaya başladığı bir ortama dönüşmüştür. Burada Hz. Dâvûd'un davayı katı mahkeme ortamından çekip rikkat, şefkat  ve öğütün hakim olduğu bir ortama dönüştürmesini de O'nun hikmet sahibi olmasının bir neticesi olarak okumak mümkündür. Çünkü muhataplar leb demeden leblebiyi anlayan, zeki, kavrayışlı ve hidayete erişmek isteyen kişiler ise artık orada va'z, öğüt, genel ilkeler ve genel olguların hakim olduğu bir dilin kullanılması gerekir ki Hz. Dâvûd da bu dili kullanıyor. Yani muhatapların özelliklerine göre konuşma tarzını belirliyor.  
 
Hz. Dâvud suçlama dilini kullanmadan “böyle bir şeyi istemekle sana haksızlık etmiştir” demektedir. Yani aleyhinde iddiada bulunulan şahsa yönelerek sert bir söz ve tonla değil de iddia sahibinin sözü üzerinden şefkat ve rikkat dolu sözcüklerle olaya ilişkin değerlendirmesini yapmaktadır. 
 
24. ayetteki ifadeler davacıların “aramızda adaletle hüküm et” “doğruluktan sapma” ve “bize doğru yolu göster” şeklindeki isteklerinin Hz. Dâvud tarafından yerine getirildiğini göstermektedir. Şöyle ki Hz. Dâvud (a.s.) taraflara yönelik suçlayıcı bir ifade tarzı yerine genel geçer ifadeler kullanarak açıklamalarından ders almalarını istiyor. Ayette geçen “hulâta” sadece ortakları değil komşuluk, arkadaşlık, dostluk ilişkilerini de içine alan bir ifade tarzıdır. Yani arkadaşlar, komşular ve ortaklar şu veya bu şekilde en asgari düzeyde de olsa birbirinin haklarına riayet etmekte gevşek davranır ve pek sorumluluk bilinciyle hareket etmezler. Ancak iman edip salih amel işleyenler müstesna ve bunlar da oldukça azdır diyerek bu tür olaylar hakkındaki adalet ve doğru yargının ne olduğunu belirttikten sonra onlara hidayet yolunu da gösteriyor ve onlara bir hedef gösteriyor. Kullar içerisinde oldukça az olan ve yüce makamlara sahip olan “iman ve salih amel sahibi kimseler” kategorisine girmeye teşvik ediyor. Bunu kullanırken de inşaî cümle yapısını değil de ihbarî cümle yapısını kullanıyor. Yani böyle olun, bu şekilde davranın türünde emir ve buyruk vermek yerine genel durumlardan bahs ederek onları özgür iradeleriyle hayra yönlendirmeye çalışıyor. 
“Hz. Dâvûd, hüküm vermede aceleci davranmış ve karşı tarafı hiç dinlemeden kararını vermişti. Halbuki meselenin bütün vechesi veya bir kısmı, karşı taraf dinlenildiği takdirde değişebilir; haklı zannedilen haksız, haksız görülen de haklı çıkabilirdi. Bunun için Dâvûd (a.s.), dâvâcıların ayrılmasının hemen ardından hatâ yaptığını anladı”.(3)
Bu yorum da makul görülmekle birlikte eksik olan nokta şurası: Hz. Dâvûd'un açıklamalarından sonra taraflar hemen ikna olup ayrılıyorlar. Yani Hz. Dâvûd (a.s.) yanlış hüküm vermiyor, hatta tarafların Hz. Dâvud'un sözlerini kabul edip etkilendiklerini söylemek uzak bir olasılık olmasa gerek. Tek cümle ile anlatılan olaya ilişkin kararı verdikten sonra onlara bir de üst düzey bir hedef göstermesi meseleyi adaletle çözdüğüne ve irşadını yerine getirdiğine delildir. Sadece bir usul hatasından bahs edilebilir ki o da şudur: her ne kadar ikinci şahıs ilk şahsın müddeînin iddiasını kabul etmesine rağmen Hz. Dâvûd olayla ilgili olarak ona yönelip “belirtmen gereken bir şey var mı?” deyip davayı öyle sonlandırması gerekirdi. Yoksa ortada yanlış bir yargılama yok, esasında ortam artık mahkemenin ve davanın kasvetli havasından çıkmış, bir nasihat ve bir öğüt ortamı havasına bürünmüştür. Zaten kasvetli bir ortam olsaydı ikinci şahıs itiraz ederdi. 
 
Latifeler
 
a- Ayetlerde dikkat çeken hususlardan birisi şudur; Hz. Dâvûd sanığa neden zulüm yaptın, iddiacının iddiası doğru mu tarzında suçlayıcı ve kasvetli bir atmosfer oluşturmayarak sözünün etkisini artıracak bir tavır içinde bulunuyor. Bir diğer ifadeyle muhatabında tepkisel tavırların oluşmasına müsaade etmiyor. Hakikaten öğüt ve va'z dili buyurgan bir dile göre oldukça etkileyicidir.
 
b- Müddeînin “اَخ۪ي” kardeşim sözüne Hz. Dâvûd “Hulâta” sözcüğü ile karşılık veriyor. Hulâta sözcüğü kardeşi de içine komşu, dost, ortak sözcükleri de kapsayan genel bir kavramdır.(4) Hz. Dâvûd sadece kardeşliklerde değil komşuluk, dostluk, akrabalık ve ortaklık ilişkilerindeki gözlemlenen bir olgu ve durumdan haber veriyor. Bunun insanların büyük bir çoğunluğu tarafından gözetilmediğini belirtiyor. Sadece iman ve salih amel ehli olanların bu hususta titiz davranabileceklerini ve bunların da az olduğunu belirtiyor. 
 
c- Kişinin kendi özgür iradesiyle erdem ve hayırları tercih edip işlemesi emir ve buyruklarla işlenmesinden daha üstündür. Hz. Dâvûd (a.s.) “İman edip salih ameller işleyenlerden olun” ve “Birbirinize zulüm etmeyin” şeklinde buyurgan bir dil kullanmıyor, fıtratlarındaki cemal ve kemale yönelme arzusunu harekete geçirecek tarzda sözünü söylüyor ve onlara “ve kalîlun mâ hüm/onlar da son derece azdır” (Sâd/24) diyor. Tabi akil ve kavrayışlı insanlar hemen anlar. 
 
d- Davalıların Hz. Dâvûd'un sözünü bitirmesinden sonra çekip ayrılmaları ve itiraz etmemeleri davalının, davacının ve Hz. Dâvûd'un sözünü inkar etmemesi Hz. Dâvûd'un yanlış karar vermediğinin delilidir.
 
Dâvûd kendisini sınadığımızı anladı 
 
Davalıların huzurdan ayrılmasından sonra Hz. Dâvud (a.s.) hemen düşünceye daldı. Yargı kuralı gereği acele etmemesi ve hemen hüküm vermemesi gerekiyordu. Yukarıda da belirttiğimiz üzere davalıların hemen ayrılmaları Hz. Dâvûd'un verdiği kararın doğruluğu göstermektedir. Hüküm de bir hata olması halinde davalı/lar hemen itiraz ederler. Böyle bir itiraz bu kıssada anlatılmamaktadır. Hz. Dâvud'un yapması gereken davalıya da sorup sonra karar vermesiydi. Bu hususta yanılgıya düştüğü düşüncesi kendisini kapladı. “وَظَنَّ دَاوُ۫دُ / ve Davud sandı” ifadesinin hemen yukarıdaki cümleden sonra gelmesi Hz. Dâvûd'un “evvâb”lığını ve anında muhasebe yaptığını davranışlarını gözden geçirdiğini göstermektedir. Kişinin sürekli muhasebe içinde olması şeytanın iğvasına ya maruz kalmamayı ve maruz kalsa dahi anında farkına varmayı gerektirir ki Hz. Dâvud'da da bunu gözlemliyoruz. Yoksa ortada birisinin ırz ve namusuna göz dikecek, bunun uzunca bir süre farkına varmayacak bir durum olası değil. Kur'an bir taraftan hemen öncesinde onun evvâblığından (Allah'a sürekli yönelişinden) bahs edecek beri taraftan da Hz. Dâvûd uzunca bir süre Rab Teâlâ'yı unutacak olur şey değil. 
 
“اِنَّ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا اِذَا مَسَّهُمْ طَٓائِفٌ مِنَ الشَّيْطَانِ تَذَكَّرُوا فَاِذَا هُمْ مُبْصِرُونَۚ /Takvâ sahipleri, içlerine şeytandan gelen bir saptırıcı fikir doğduğunda O'nu düşünüp hemen gerçeği görürler.” (8/el-Araf/201) Takva sahibi bir bireyde şeytan dokunduğunda ve bir düşünce ilka ettiğinde hemen o düşüncenin şeytandan olduğunun farkına varmaktadır. Hz. Dâvûd'da da aynı durum söz konusu. Hatta daha ileri bir aşamada diyebiliriz. “Dâvûd kendisini sınadığımızı sandı (anladı)” cümlesi Hz. Dâvud'un yargı ve yol göstericilik şeklindeki “Senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle doğrusu sana karşı haksızlık etmiştir. Zaten aralarında ortaklık ilişkileri bulunanların çoğu birbirine haksızlık ederler; yalnız iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapmakta olanlar böyle değildir; ama onlar da o kadar az ki!” sözlerinden hemen sonra gerçekleşmiştir. Ama Hz. Dâvûd (a.s.) davalıların (melek mi insan mı oldukları tartışmasına girmek istemiyoruz) huzurdan ayrılmalarının ardından secdeye kapanıyor. 
 
Urya meselesi 
 
Galiba insanlık tarihinin en çok su-i zanna maruz kalanları nebiler, rasuller ve imamlardır. Kendi akıl seviyeleri ve algıları ölçüsünce tevhidi bakış açısı adı altında nebi ve rasullere birçok suç, hata, masiyet yamamaya çalışmaktadırlar. Hz. Dâvûd da bu iftiralardan payını alan peygamberlerdendir. Nübüvvet ve risalet makamının idrakinde olan Ehl-i Beyt İmamları, salih zatlar ve sıddîkler bunun farkında olup onlara atılan bu iftira ve lekeleri bertaraf etmişlerdir. Bu olay İmam Ali (a.s.) döneminde de gündeme getirildiğinde İmam tepkisini şu sözlerle ortaya koyar:
“Kim size, kussâsın (hikaye anlatanların) anlattığı bir biçimde, Dâvûd (a.s)'un kıssasını anlatırsa, ona yüzaltmış değnek vururum”.(5)
İmam Rızâ (a.s.) da Hz Dâvûd (a.s.) ile Urya'nın hanımının evliliğine şöyle ışık tutmaktadır:
“…Hz. Dâvûd (a.s.) döneminde kocası ölen veya savaşta öldürülen bir kimse asla evlenemezdi. Allah azze ve cellenin kocası ölen kadınla evlenmeyi ilk olarak Hz. Dâvud'a mübah kıldı. Böylece Urya şehit edilip de hanımı iddetini tamamlayınca Hz. Dâvûd (a.s.) onunla evlendi. Urya'nın öldürülmesinden dolayı Hz.. Dâvud'un (a.s.) Urya'nın eşiyle evlenmesi insanlara oldukça ağır geldi”.(6)
Evet insanları memnun etmek zordur ve dilin de kemiği yoktur. Günümüzde de Hz. Rasûl-u Azam'ın (s.a.a.) Hz. Zeyneb bt. Cahş ile evliliğini diline dolayan ve haşa O yüce şahsiyetinin ilahî emre muvafık olan bu amelini sorgulayan yığınlarca insan yok mu!? Biz biliyor ve inanıyoruz ki Hz. Rasûlullah (s.a.a.) böyle bir şeyden münezzeh olduğu gibi Hz. Dâvûd (a.s.) da böyle bir iftirada beridir. İmam Sadık'ın (a.s.) konuyla ilgili bir hadisiyle bu bölümü noktalayalım.
“İnsanları memnun etmek olanaksız ve dillerin de kemiği yoktur. Görmez misiniz ki Hz. Dâvûd'un bir kuşun peşine takılıp Urya'nın hanımına baktığını ve ona aşık olduğunu, kocasını öldürülünceye kadar ordunun önüne geçirdiğini ve nihayetinde de onunla evlendiğini iddia etmektedirler.”(7)
Konuyla ilgili birtakım daha tartışmalar bulunmaktadır ki biz uzatmak istemediğimizden bu konulara girmedik.
 
Selam, muhabbet ve dua ile... 
 
---------------------------------------------------------------------------------------

 

1 Konu hakkında rivayetler için bkz: el-Câmi li Ahkâmi'l-Kur'an, c. 18, s. 157-158-159-160
2 Kur'an Yolu Tefsiri, c. 4, s. 575-576
3 Ömer Çelik, Hakkın Daveti ve Kur'an-ı Kerim'in Meal ve Tefsiri,  Sad Suresi 21-25. Ayetler tefsiri
4 Mustafavî, et-Tahkîk fî Kelimâti'l-Kur'ani'l-Kerim, c. 3, s. 116 
5  Fahrüddin er-Râzî, c. 26, s. 192, Dârü'l-Fikir, 1401 
6 Hâşim Bahrânî, el-Burhân fî Tefsîri'l-Kur'an, c. 7, s. 474,  hds no: 8, Müessesetü'l-Alemî, Beyrut, 2006 (Uyûnu Ahbâri'r-Rızâ'dan naklen, c. 1, s. 170, bab no: 14, hds no: 1) 
7 El-Huveyzî, Abdülalî b. Cuma, Tefsîrü'n-Nûri's-Sekâleyn, c. 6, s. 247, hds no: 21 (Sadûk'un Emâlî'sinden)