Bir video üzerine: Peygamberin tahrim ve ihlal yetkisi var mı?
Elbette ki tahrim ve tahlil müstakil olarak Allah’a aittir; ancak nasıl ki yağmuru bulut yağdırıyorsa, aynı işlev ile Nebî-Rasul olan bu Zat da tahrim ve ihlal yetkisine Allah’ın bağışlaması ile vakıftır. Bu noktada ilahî irade ile nebevî irade bütünüyle paraleldir.
Mehmet Cevher Caduk (İlahiyatçı-Öğretmen)
İNTİZAR - Mehmet Okuyan Hoca deniz ürünleri ile ilgili hazırladığı bir videoyu dinledim. Aslında Hocayı pek sık takip etmem. Bundan birkaç yıl önce birkaç videosunu dinleyince olaylara bakış açımızın, hareket noktalarımızın ve okuyuş tarzlarımızın farklı olduğuna kanaat getirmiştim. Sonra ki süreçte meşguliyetlerin fazlalığından ve ehemm-mühimm dengesinden ötürü sosyal medyadaki videoları pek dinleyemez oldum.
O dönem dinlediğim bir iki videoya ilişkin değerlendirmelerim de bulunmaktadır:
Mehmet Okuyan'ın Caner Taslaman ile birlikte Hz. İbrahim'in oğlu Hz. İsmail'i kurban etmesi olayı ile ilgili 13 dakikalık video.
Okuyan ve ölülere işittirme ve onlardan işitme konusu ile ilgili video.
Mustafa İslamoğlu ile Mehmet Okuyan'ın birlikte katıldıkları Fatih Altaylı'nın programından bir kesit içeren videoda Okuyan'ın şefaat kavramını eleştirmesine dair.
Uzunca bir aradan sonra bu gün sahur vaktinde Mehmet Okuyan Hoca'nın bu videosunu dinleyince videoda konu edinilen ayetlerle ilgili şu birkaç hususun kaleme alınmasının elzem olduğuna kanaat getirdim. Doğrusu Hoca'nın videoda sunduğu bilgiler maalesef tam bir fecaat, en azından benim açımdan öyle görünüyor! Yani videonun giriş bölümüyle Hz. Rasûlullah'ın teşri yetkisinin olup olmaması. Allah azze ve celle tarafından Hz. Rasûlullah'a böyle bir yetkinin verilmediğini söylüyor, helal ve haramların Kur'an-ı Kerim'de açıkça belirtildiğini söylüyor ve bir takım ayetleri sıralıyor. Ama sıraladığı ayetleri saptırma yoksa işin içerisinde yanlış anladığı da söylemek zorundayım.
a- İlk olarak Enam Suresinin 145. Ayeti ile başlayalım. "De ki: “Bana vahyedilende, murdar et (meyte) veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimse için yasaklanmış bir şey bulamıyorum. Ama biri zanda kalırsa, haksızlığa sapmadıkça, sınırı aşmadıkça (yiyebilir). Çünkü rabbin bağışlayan ve esirgeyendir.” Bu ayetin âmm ve mutlak olduğuna hüküm bunların dışında haram yoktur, dolayısıyla da başka haram olmadığı gibi Hz. Rasûlullah'a nispet edilen haramlar bu ayetle çatıştığından ötürü ret edilmelidir, demeye getiriyor.
Okuyan, Ayeti bağlamından kopararak okuyor. Halbuki bir iki ayet öncesiyle birlikte okusa buradaki hasrın (özgülüğün) hasr-ı hakîkî olmadığını hasr-ı izafî olduğunu görecek. Yani buradaki hasr bütün helal ve haramlar hakkında değil de Mekkeli müşriklerin helal ve haram saydığı şeyler hakkında olduğunu anlayacak. Konuyu bir örnekle açıklayalım. Mesleğim itibariyle bir örnek vereceğim. Örneğin öğretmenler öğrencilere proje ödevleri verir. Kırk kişilik bir sınıfta yedi öğrenciye proje ödevini vermiş olalım ve ödevlerin teslimini takip etmekle bir öğrenciyi görevlendirmiş olalım. Sorumlu öğrenci gelip dese ki “Hocam Ayşe, Fatma, Merve, Hatice ve Leyla” ödevlerini teslim etmişlerdi. Ben de “hayır ben kendi kayıtlarım arasında sadece Ayşe ve Fatıma'nın ödevlerinin yaptıklarını görebiliyorum” desem, bu cümleden “bütün sınıfta sadece iki kişi ödevini getirmiştir” anlamı mı çıkar yoksa “kendisine proje ödevi verilen yedi öğrenci arasından iki kişi getirmiştir” anlamı mı çıkar. İşte bu ayet bağlamı (siyak- sibakı) itibariyle tam da bunu anlatıyor. Yoksa dünyadaki bütün yenilebilecek nesneler arasından helal ve haram listesi sunmuyor.
b- Araf Suresinin 32 ve 33. Ayetin de açık olduğunu sunuyor. Ancak ayetin haram ve helallerin Kur'an-ı Kerim'de sayılanlarla sınırlı olduğundan daha çok tahrim ile rububiyet arasındaki ilişki ile ayete giriş yapılıyor. Burasını hoca maalesef es geçiyor. Tahrim yetkisi Rab Teala'ya ait olması ayrı bir olgu, haramların bir kağıt parçasında yazılıyor olması ayrı bir olgu. Rab Teâlâ helal ve haramları insanlara ulaştırmadaki işleyişine bakılması gerekiyor. Bir başka ifadeyle rububiyet bu nokta da nasıl işlemiş?
1-Yazılı şekilde
2- Kendi türlerinden bir insan aracılığı ile
3-Hem yazılı hem de ıstıfa ameliyesine mazhar olan Zatın insanlara iletmesi ve bildirmesi ile.
İlkinin olmadığı açık, zira tarih boyunca ilahî irşad, öğreti, yasak, nehy, haram ve helaller nebi, rasul, rasul-kitap birlikteliği ile belirtilmiştir. İlahî iradeyi ortaya koyma noktasında mevsukiyeti kesin olan bir metin ne ise risalet sahibinin dilinden dökülen “Allah şunları şunları helal; şunları şunları haram kıldı” ifadesi de aktarılan sözler de odur. Rasûlullah (s.a.a.) Allah'a rağmen bir şeyleri teşri etmiyor, sadece bu konuyla ilgili rububiyetin işleyişi Okuyan'ın algıladığının tersine böyle işliyor.
c- Okuyan Araf Suresinin Hz. Rasûlullah'ın (s.a.a.) “ve yuhillu lehumu't-tayyibatu ve yuharrimu aleyhimü'l-habaise/onlara yine onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar” fonksiyonunu anlatan 157. ayetini de bir öncekinin tam tersine bir şekilde yorumluyor ve okuyor. Asıl bu ayet âmm ve mutlak iken kalkıp bu ayeti Mekke toplumuna bakan ve onların haram kılınan şeylerle bağlantılı olan düşüncelerini tashih eden bir ayetle denkleştirmeye çalışıyor. Bu ayet olabildiğince âmm bir ayet. Bir sonraki ayetin “Kul ya eyyühe'n-nasul innî rasulullahi ileyküm cemian/de ki ey insanlar! Gerçekten ben göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın hepinize gönderdiği elçisiyim" ifadeleri de ayetin amm oluşunu açıkça ortaya koyuyor. Okuyan ayetteki Hz. Rasûlullah için kullanılan “yuharrimu” ve “yuhillu” sözcüklerini hiçbir karine belirtmeden mecaz anlama hamletmeye çalışıyor. Ayet açıkça Nebi-Rasul ve Ümmî olan Zat'ın tahrim ve ihlalinden bahs ediyor. Elbette ki tahrim ve tahlil müstakil olarak Allah'a aittir; ancak nasıl ki yağmuru bulut yağdırıyorsa, aynı işlev ile Nebî-Rasul olan bu Zat da tahrim ve ihlal yetkisine Allah'ın bağışlaması ile vakıftır. Bu noktada ilahî irade ile nebevî irade bütünüyle paraleldir. Okuyan ayete biraz dikkatlice eğilecek olsa şunu görebilecek. Ayette geçen “el-maruf/iyilik, el-münker/kötülük, et-tayyibât/pak şeyler, el-habais/iğrenç şeyler, el-isr/ağırlıklar, el-ağlal/yükler kelimeleri hep genel sözcükler olup birçok şeyi kapsamına ve bünyesine alabilecek türden kelimeler. Bütün bir dünyadaki, mevcudat, metumat (giyecek) ve meşrubatın (içecek) habaisleri sadece Mekke toplumunun algılayışına cevap olarak nazil olan dört maddeye indirgemek ne derece mantıklı ve tutarlı?! Aslında bu risaletin ve imamete ihtiyacın bir nevi kanıtı durumundadır. Mevcudatın bütünündeki eşya, yiyecek ve içeceklerden hangisi habais ve hangisi tayyibat?
Dolayısıyla ayetin anlamı şu: İyiliği ve kötülüğü, haramları ve helalleri, bunların öğrenimi için en-Nebi, er-Rasûl ve el-Ümmi olan şu zata müracaat edilmesi gerekiyor.
d- Rasul kelimesinin “elçi” anlamına getirilip elçiliği de kıraetü'l-vahy veya kıraetü'l-ayat'a (ayetleri okuma)ya indirgemek de Kur'an hakikatiyle örtüşmüyor. Kur'an bastıra bastıra dört yerde (Bakara 129, 151, Âl-ı imrân 164, Cuma 3) Hz. Rasûlullah'ın “yuallimuh(k)umu'l-kitabe ve'l-hikmete/Kitabı ve hikmeti öğretme” ve “yuzekkihim/onları tezkiye eder, arındırır” şeklindeki fonksiyonundan bahs ediyor. Yani Kitap ve hikmeti öğrenme noktasında risalet müessesesinin bireyine muhtaçsınız. Bir başka ifadeyle sizin metinden anladığınız şeyleri ilahî irade ve meşiet ile bağlantılı olan Zat'ın onayından geçirmeniz gerekiyor. Onun rahle-i tedrisatından geçmeden yapılan okumalar onaya muhtaç okumalardır. Dolayısıyla benim Kur'an'ın bütününden okuyup da Allah dört veya beş şeyi haram kılmıştır, Onun dışındakiler helaldir şeklindeki çıkarsama risaletin onayından geçmemişse geçersizdir. Bu ayetlerin istimrarı ifade eden muzari fiil formatında sunulması da risaletin işlevsel olarak devam ettiğine ve insanın ontolojik ihtiyacı olan Kitabı ve hikmeti öğrenme ile arınma ihtiyacını gerçekleştirecek ilahî irade ile irtibatlı zatların “İMAMLARIN” zorunluluğuna delalet eder.
Bir diğer husus yukarıda sunduğumuz dört ayet Okuyan'ın sözcüğe vermek istediği elçi anlamını çürütüyor. Dolayısıyla rasul özeli bağlamında bir “hakikat-ı luğaviyye'den/sözlükteki hakiki anlamdan” bahs edilemez, Kur'an'ın kendisi risalet ve rasul kavramlarına “hakikat-ı müşerria/terimsel bir anlam” yüklüyor. Zımnen şunu diyor; rasul, bir metni ulaştırmakla yükümlü ulak ve elçi manasında olmayıp, o metni, metindeki, hakikatleri, disiplinleri, hikmeti öğretmekle ve sizi arındırmakla yükümlü şahıstır.
e- Teşrî yetkisinin tevhide aykırı olup olmaması da ayrı bir olgu. Ta en başta da belirtip vurguladığımız üzere disiplin yanlış olunca maalesef sonuç da yanlış oluyor. Tevhîd-i efalî tam ve yerli yerince anlaşılmayınca Araf Suresinin 157. ayeti böyle garip bir anlayışa kurban gidiyor. Şöyle ki yağmuru indirme, ısıtma, yedirme, içirme, şifa verme vb eylemlerin bütününde nasıl ki sebep sonuç dairesi çerçevesinde bu eylemleri yerine getiren bulut, güneş, gıdalar, içecekler, ilaçlar ve doktorlar gibi bir aracı varsa ve evrendeki işleyiş bu şekilde cereyan ediyorsa dini teşri, tahrim ve tahlil de de fonksiyon Hz. Rasûlullah'tır. Bunları ceylan derilerinin, kürekler, yassı taşlar üzerine yazılı bulunan cümlelerden öğrenme ile risalet fonksiyonuna sahip bireyden öğrenme arasında bir fark yoktur. Hatta vahyi alabilecek makama çıkan birisinden almak yanlış anlaşılma olasılığının daha çok azaltması açısından daha sağlıklıdır. Metin her zaman hatta çoğu zaman doğru anlaşılamayabiliyor. Bunca yazıyı yazmamamıza neden olan da bu değil midir, belki de Okuyan Hoca yaptığı çıkarsamalarda doğru benim okumam yanlıştır, ama bütün bunlar metnin, risalet ışığında okunması gerçeğini ve gereksinimini yok etmiyor.
f-Tahrim Suresi 1. ayetteki manası ise tam bir fecaat. Şunu diyor: “Eşlerinin rızasını kazanmak için Allah'ın helal kıldığı bir şeyi ne diye haram kılıyorsun?” Okuyan ya ne dediğini kulağı işitmiyor yahut da bile bile kasten yapıyor. Her ikisi de çok kötü! Okuyan Hz. Rasûlullah'ın teşri, tahrim ve helal kılma yetkisinin olmayışı için bu ayeti zikir ediyor. İlginç olan şu ki aynı konuşma içerisinde bizzat Hakka Suresinin 44-46 “وَلَوْ تَقَوَّلَ عَلَيْنَا بَعْضَ الْأَقَاوِيلِ (44) لَأَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَمِينِ (45) ثُمَّ لَقَطَعْنَا مِنْهُ الْوَتِينَ / Eğer peygamber bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, Elbette onu kıskıvrak yakalardık. Sonra onun can damarını koparırdık” ayetlerini okuduğu halde Tahrim Suresinde geçen lime tuharrimu sözcüğünü terimsel anlamda alabiliyor. Hakka Suresi Mekkî bir sure. Mekkî surede Allah-u Teala diyecek ki eğer peygamber bizim adımıza bir şey uydursaydı biz onun can damarını koparırdık. Peygamber bunu okuyacak, aradan yıllar geçecek Peygamber Medine döneminin sonlarında helal olan bir şeyi haram kılacak. Bunun ne tarafını düzeltelim bilmiyorum ki! Allah'ın sözünden caymasını mı? Peygamber'in henüz daha helal olan bir şeyi haram kılınamayacağını bilememesini mi, İlahî iradenin haşa basit bir olguyu anlayamayacak kadar bir kimseyi risalet gibi bir makama getirmesini mi? Okuyan sureyi hatta sureyi dahi değil ikinci ayeti okusaydı bu ayette söz konusu edilen tahrimin terimsel tahrim olmadığını bir şeyden faydalanmama kararlığı olduğunu görecekti. “يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ لِمَ تُحَرِّمُ مَا أَحَلَّ اللَّهُ لَكَ تَبْتَغِي مَرْضَاةَ أَزْوَاجِكَ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ (1) قَدْ فَرَضَ اللَّهُ لَكُمْ تَحِلَّةَ أَيْمَانِكُمْ وَاللَّهُ مَوْلَاكُمْ وَهُوَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ / Ey peygamber! Allah'ın sana helâl kıldığını, eşlerini hoşnut etmek arzusuyla niçin kendine haram kılıyorsun? Bununla beraber Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir. Allah size (belli durumlarda) yeminlerinizi çözmeyi meşrû kılmıştır. Allah sizin yardımcınızdır; O bilendir, hikmet sahibidir”. Peygamber bu süreye kadar tahrim ve teşri meselesini anlamamışsa kusura bakmayın o şahsa değil risalet basit bir şey dahi tevdi edilemez. Dolayısıyla burada Okuyan'ın sandığı ve iddia ettiği gibi kelimenin terimsel/ıstılahî anlamı değil luğavî/sözcük anlamı söz konusudur. Bu ayette geçen tahrim sözcüğünü Okuyan terimsel anlamda alarak Hz. Rasûlullah'ın (s.a.a.) helal olan bir şeyi kendisine haram kıldığını söylüyor. Halbuki bağlamıyla birlikte okusa ve biraz aklını çalıştırsa şunu net bir şekilde görecek. Buradaki tahrim, şerî manadaki tahrimiyetle alakası bulunmamaktadır. Bu ayette geçen tahrim sözcüğü birinci ve ikinci ayetlerde geçen “merdate ezvacike/eşlerinin hoşnutluğu” ve “tehillete eymâniküm/yeminlerinizi çözmeyi” kelimelerinin de karinesiyle bir şeyden faydalanmama kararlılığında olmaktır. Ayet bağlamıyla birlikte okunduğu zaman da ayetin şunu ifade ettiği görülüyor: Sen eşlerini hoşnut etmek için bunca sıkıntıya düşüyorsun, bu kadar sıkıntıya düşmene neden olan bu eşlerin her kim/ler ise onlar buna değmezler.
Aslında Okuyan'ın değinmek istediği diğer ayetleri (Yûnus 59, Nahl 116, Mâide 96, Bakara 173) de ele almak isterdim. Ancak yazının uzamasından korktuğumdan bu kadarıyla yetinmeye çalıştık.
Selam, muhabbet ve dua ile...