Bazı çevrelerin iddia ettiği gibi kadınlar regl dönemlerinde namaz kılıp oruç tutabilir mi?
...İfrat ile tefrit arasında kadınlarla muaşeretten kaçınmayı yasaklamıyor, ama beri taraftan eşin ondan cinsel münasebette bulunmasını yasaklıyordu. Namaz ve oruç gibi ibadetlerin durumu ise acaba bu genel atmosferle bağlantılı olarak mı teşri edilmiştir yoksa Kur'an'ın zahiren ve işaret kabilinden değindiği Rasûlullah'ın (s.a.a.) tebyîn ve teşri göreviyle ortaya koyduğu bir hüküm müdür?
Mehmet Cevher Caduk (İlahiyatçı-Öğretmen)
Bakara Suresi 222-223 ayetlerinin tefsiri
İNTİZAR - Biz bu çalışmamızda Bakara Suresinin 222. ayetini ele alacak, ayetin tefsirini sunmaya çalışacak ve zımnen de Mehmet Okuyan Hoca'nın bir TV programında bu ayetle ilgili ortaya koyduğu yaklaşımı değerlendirmeye çalışacağız. Ayetin, Türkiyeli Müslümanların gündeminde olan ve son dönemlerde sıkça dile getirilmeye başlanılan regl dönemindeki kadınların namaz kılabilecekleri/kılamayacakları ve oruç tutabilecekleri/tutamayacakları şeklindeki hükme delalet edip etmediğini de cevaplandırmaya çalışacağız. Bu konunun tam tespiti için zorunlu olarak dilsel analizlere başvuracağız. Bundan dolayı okuyuculardan özür diliyoruz. Ama bu bir zorunluluk arzetmektedir.
Giriş
Ayeti sibakıyla okuduğumuz zaman şunu görebilmekteyiz. İnsan neslinin korunması ve sürekliliğinin sağlanması önemlidir. Allah-u Teala bu ayetlerde bunu vurgulamakta, beri taraftan da neslin devamı için maddî ve manevî taharete dikkat çekmektedir.
Kadınların adet dönemleriyle ilgili bir takım hükümleri belirtmektedir. Allah katında sorumluluk ve vazife bilinciyle hareket eden mümin ve müttaki bir birey olabilmeleri için İlahî emirlerin gereğince hareket edilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Ayetler İlahî müjde ile son bulmaktadır.
Sebeb-i Nüzul
Latif, zarif ve sevindirici hususlardan birisidir ki; bu ayetin sebeb-i nüzulü bağlamında Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Beyt Mektebi bilgin ve müfessirlerinin rivayetleri ortaklık göstermektedir.
Biri Ehl-i Sünnet'ten diğeri de Ehl-i Beyt mektebinin bilginlerinden iki aktarım sunacağız.
İmâm Ahmed der ki; Abdurrahmân İbn Mehdî'nin... Enes İbn Mâlik'ten rivayetine göre Yahudiler kadınlarla onlar hayızlı iken birlikte yiyip içmezler ve evlerde bir arada bulunmazlardı. Sahâbe, Rasûlullah (s.a.a.)'dan bu durumu sorduklarında Allah-u Teâlâ : “Sana âdet halinden soruyorlar. De ki: O, bir ezadır. Onun için âdet halinde kadınlarınızdan ayrılın, temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın” ayetini indirdi. Ayeti bitirince Rasûlullah (s.a.a.): “Nikâh (cima') hâriç her şeyi yapınız” buyurdular. Bu haber yahûdîlere ulaşınca, “bu adam, bizim durumumuzdan muhalefet etmedik hiçbir şey bırakmak istemiyor” dediler.(1)
İlk dönem Şiî bilginlerinden Kutbuddîn er-Ravendî Fıkhu'l-Kur'an adlı eserinde şöyle der: “Müşrikler Cahiliyye döneminde adet dönemindeki kadınlarla birlikte oturmaktan, onlarla yemek yemekten hatta aynı evde bulunmaktan dahi kaçınırlardı. Bu konu hakkında Rasûlullah'a (s.a.a.) müracaat edip böyle davranmalarının vacip olup olmadığı hakkında sordular. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.”(2)
Ayetlerin özetle vermek istediği mesaj
Bu başlıkla kesin bir ifadede bulunmak istemiyoruz. Çalışma boyunca kullandığımız ifadelerin bütünü bu fakirin ayetten anladığıdır. Yoksa murad-ı ilahînin vermek istediği mesaj budur türünde iddialı bir cümle kurma amacımız yoktur. Zorunluluktan dolayı bu cümleleri kullanıyoruz. Her neyse bu ayetlerden anladıklarımızı kısaca şöyle özetleyebiliriz:
a- Hz. Rasûlullah'a (s.a.a.) kadınların adetlerinden veya adet dönemlerinden soruyorlar. Adetin kendisi veya bu dönem kadın için bedenî ve ruhî açıdan bir eziyettir. Kadın bu dönemde cinsel münasebete hazır değildir. Öyleyse siz bu dönemde onlardan uzak durunuz.
b- Kadınların adet/regl dönemlerinde onlarla münasebetten kaçınmak. Bu o derece önemli ki Rab Teâlâ “İtizal/ayrılma” kelimesiyle bunu ifade etmektedir. "İtizal" kelimesinin kullanımı bu cürmün vazî ve tekvinî sonuçlarının olduğunu da akla getiriyor. Gerçi “münasebette bulunmayın” sözcüğü veya buna yakın bir ifade kullanılmaması Kur'an'ın adabındandır.
c- “Fe iza tetahharne/Tertemiz oluncaya kadar” sözcüğü ayet içi bitişik bir karine olarak değerlendirilebilir. Yani adet döneminin dolayısıyla cinsel münasebet yasaklığının son anı ve cinsel münasebet serbestiyetinin ilk anıyla bağlantılıdır. Bu ise sadece kanın kesilmesini ifade etmemekte bunun yanı sıra yıkanma, gusül veya abdest gibi fazladan bir hususu da içermektedir. Ayetin tefsirinde bu hususu da ele almaya çalışacağız.
d- “Fetuhunne min haysü emerekumullah/Allah'ın size emrettiği şekilde onlarla münasebette bulunun”. Söz konusu emir teşriî midir yoksa tekvini midir? Yani münasebette bulunma serbestiyetini mi ifade etmektedir yoksa insan türünün devamını sağlamak ve soyu devam ettirmek için Allah'ın emrettiği şekilde münasebette bulunun anlamına mı gelmektedir? Bunu da ayette incelemeye çalışacağız.
e- “İnnallahe yühibbü't-Tevvâbîne ve yühibbü'l-mutatahhirin/Allah tevbe edenleri de temizlenenleri de sever” ifadesi iki ayrı eyleme yöneliktir. İlki adet döneminde münasebette bulunanların tövbe etmeleri gerektiği; ikincisi ise adet dönemimden çıkar çıkmaz, temizlenme ameliyesine girme çabası. İlk eylem için tevvâb sözcüğünün kullanımı bu cerimenin ne derece büyük bir suç olduğunu ihsas ettiriyor. Muhtemelen Ehl-i Beyt İmamlarından bu dönemde münasebette bulunanların keffaret ödemeleri gerektiği şeklindeki beyanatları bu bölümün bir açıklaması olabilir.(3) Zira tevvâb sözcüğü mübalağa ism-i fâil olup, çokça tevbe etmeyi gerektirir. Gerçi tevvâb ve mutatahhirin (çokça tövbe etme ve temizlenme ameliyesi içinde olma) sözcüklerinin kullanımı sadece bu eylemden dolayı tövbe edileceği ve temizliğin bu olaya özgü olduğu anlamına gelmez. Deyim yerindeyse tövbe ve temizlenme ameliyesinin şubelerinden birisi bu iki olaydır.
Müfredat
“المحيض /el-Mehîd” sözcük “حضَ/Hâde” fiilinin ism-i zaman, ism-i mekân ve masdar-ı mimidir. Bu fiil ise bir şeyin içinden dışarıya fışkırmaksızın hafifçe akması yani daha net bir ifadeyle sızması anlamına gelir.(4) “Hade” fiili kadının rahminden akan kan anlamına gelir. Bu ayette ve Talak Suresinin dördüncü ayetinde geçen “el-mehîd” sözcüğü ism-i zaman, ism-i mekân ve masdar-ı mimî olduğundan sözcük üç anlamı içinde barındırmaktadır.
Bunlar
1- Masdar olarak kanın akması (yani adetin kendisi)
2- İsm-i zaman: Kanın aktığı dönem, yani adet dönemi
3- İsm-i mekân: Adet kanının kendisinden aktığı şey. Yani cinsel organ. “El-mehîd” sözcüğünün geçtiği yerde bu üç anlamdan birisini ayetin mana bütünlüğünü göz önüne alarak tercih etmek zorundayız.
Kadının rahminde toplanıp ayın belirli bir döneminde dışarıya sızan ve akan kandır. Rağıb El-İsfahanî ile Turayhî'nin de belirttiği üzere sözcük adet kanının aktığı döneme ve organa da delalet eder ki biz buna yukarıda değinmiştik.(5)
“EZA/ اَذًىۙ” İnsanın nahoş karşıladığı ve insan tabiatının ve fıtratının hoş karşılamadığı şey anlamına gelir.(6) Mustafavî “ezen” sözcüğün masdar olduğunu ancak sözcüğün zaman içinde eziyet duyulan şeyler hakkında kullanıldığını(7) dolayısıyla zımnen isimleştiğini belirtir. Gerçi Kur'an-ı Kerim'de ve Arap dilinde sözcüğün masdar anlamında kullanıldığı çokça müşahede edilmektedir.
“İTİZAL/اعتزال” Sözcüğün kök harfleri olan a-z-l sözcüğü bir şeyi diğerinden ayırmak anlamına gelir.(8) Râgıb el-İsfahânî, itizal sözcüğüne bir şeyden bedenen ayırmak veya kalben bir şeyden uzaklaşmak anlamını verir.(9) Ele alacağımız ayette ise oldukça spesifik ve özel bir anlamda kullanılmaktadır. Kadınlarla cinsel münasebetten kaçınmak.
“YETHURNE/يطهرن” Fiilin biri üçüncü babdan “TAHARA-YATHARU” diğeri de beşinci babdan “TAHURA-YATHURU” olmak üzere iki kullanımı vardır. Üçüncü babdan kullanımında fiil müteaddî/geçişli fiil iken ve nesne alabiliyorken beşinci babdan olduğunda fiil lazımî (geçişsizdir) ve nesne alamaz. Üçüncü babdan olması halinde fiil maddî olsun manevî olsun bir şeyi temizlemek, kiri gidermek anlamına gelir. Ancak fiil beşinci babdan olması halinde temiz olmak anlamına gelir ve nesne alamaz. İşte ele alacağımız ayette de fiil beşinci babdan olarak “yathurne” şeklinde kullanılmaktadır. Yani kadınların iradeleri olmaksızın ve temizleme ameliyesine girişmeksizin doğal yolla temiz olmaları, bir başka ifadeyle adet ve lohusa kanının kesilmesidir. Nitekim kadınların adet ve lohusa döneminden temizlenmelerini ifade ederken fiilin üçüncü babı değil beşinci babı kullanılır ve “طهُرتِ الحائضُ أو النفساءُ/tahureti'l-haidu ve'n-nüfesaü/adetli kadın veya lohusa kadın kanın kesilmesi ile temizlendi” denilir. Görüldüğü gibi bu temizlikte kadının herhangi bir dahli yoktur. Ayetin tefsirinde de ele alacağımız üzere bu fiil kadınların bu dönemlerinin taharet dönemi olmadığını ifade etmektedir. Dolayısıyla hadesten taharetten yoksun olan birey nasıl ki namaz kılamıyorsa adetli kadın da bu dönem boyunca hadesten yoksundur ve namaz kılamaz.
“TATAHHARNE/تَطَهَّرْنَ” taha(u)ra fiilinin “تفعل/tefeuul” kalıbına sokulmuş şeklidir. Arapça dil kuralı gereği, harf ve ses fazlalığı fazladan eylemlerin ve manaların olmasını gerektirir. Türkçede de benzer bir durum söz konusudur.
Örneklerle açıklayalım
“فَرِحَ/ferha” fiili "sevindi", anlamına gelmektedir. Ama bunu "ra" harfini şeddeleyerek “فَرَّحَ/ferraha” diyecek olursak mana "sevindirdi". “كَمُلَ:/kemüle” kemale erdi, buna “كَمَّلَ /Kemmele” şeklinde söylersek eksikliğini giderdi. “غَفَرَ/Gefera” bağışladı. “اِستَغفَرَ/isteğfera” bağışlanma diledi. Türkçede yazdı fiili beş harflidir. Ama bunu yazdırdı dediğimiz zaman, görüldüğü gibi harf sayısı fazlalaştığından ötürü fiil fazladan bir takım şeyleri içinde barındırmaya başlamıştır. Ayette ilk tahure sözcüğü üç harflidir, tatahhara dediğimiz zaman arapça olarak beş harflidir, hem şedde devreye girmiş hem de iki tane harf fazlalaşmıştır. Artık bu temizlik ilk temizlikten farklı bir şey olmalıdır. Bunu da ayetin tefsirinde ele almaya çalışacağız.
Ayetlerin münasebeti
Ayetler arasındaki tenasüp de bu ayetin zarif ve latif hikmetlerindendir. Bir önceki ayet evliliği daha doğrusu müşrik erkekler ve müşrik kadınlarla evliliği ve böyle bir evliliğin müminlere yaraşmayacağını konu edinirken bu ayet ise bir başka yanlışı düzeltmektedir. Ehl-i Kitab ile müşrik putperestlerin adetli kadınlara yaklaşımını düzeltmiş, İslam şeriatı vasat/dengeyi getirmiş, onlarla cinsel münasebeti yasaklamış, diğer ahval ve eylemlerde kadınların gündelik yaşamlarına devam etmeleri gerektiği, onların necis olmadıklarını belirtmiştir.
İfrat ve tefrit dinin kaçındığı iki husustur. İslam Ümmeti ve şeriatının teşri edildiği ortam göz önüne alındığında bir tarafta müşriklerin, diğer tarafta da Yahûdî ve Hıristıyanların olduğu görülmektedir. Adet dönemindeki kadınlara yaklaşımla ilgili iki zıt yaklaşım söz konusu.
Bir tarafta ifrata kaçan Yahudiler. Bunlar bu mesele özelinde sadece kadınlarla münasebetten değil, aile içi ilişkilerden hatta onlarla oturup kalkmaktan dahi kaçınıyorlardı. Bu işin ifrat tarafıydı. Hatta yaklaşım itibariyle kadınları necis olarak değerlendirdiklerini söyleyebiliriz. Belki de tartışılması gereken hususlardan birisi bu tutumları aslı bulunan bir hükmün yanlış yorumlanmasından kaynaklanan bir sapma mıydı yoksa bütünüyle kendi yanlarından düzüp ortaya attıkları bir şey miydi? Bu tartışmaya girmek istemiyoruz ancak bir cümle ile işaret kabilinden değinerek geçmek istiyoruz. Kur'an-ı Kerim'in Yahudiler hakkında “yuharrifune'l-kelime/kelimeyi tahrif ediyorlardı” ifadesi bu tür uygulamaların bir aslının olduğu zamanla dejenereye uğrayıp aslî mecrasından ve veçhesinden bambaşka bir kimliğe büründüğü olasılığını kuvvetlendiriyor.
Hicaz yarımadasındaki araplara gelince ise onları iki kısma ayırmak mümkün. Bir bölümü Hıristıyanlarla içli dışlı iken diğer bir bölümü ise Yahudilerden etkilenmişlerdi.
İşte bu atmosferde teşri edilen bu hüküm tam itidali temsil etmekteydi. İfrat ile tefrit arasında kadınlarla muaşeretten kaçınmayı yasaklamıyor, ama beri taraftan eşin ondan cinsel münasebette bulunmasını yasaklıyordu. Namaz ve oruç gibi ibadetlerin durumu ise acaba bu genel atmosferle bağlantılı olarak mı teşri edilmiştir yoksa Kur'an'ın zahiren ve işaret kabilinden değindiği Rasûlullah'ın (s.a.a.) tebyîn ve teşri göreviyle ortaya koyduğu bir hüküm müdür?
Ayetin tefsiri
“وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْمَح۪يضِۜ/ Ve yes'eluneke anil mehiyd/sana adetten soruyorlar.”
"El-Mehîd" sözcüğü ism-i zaman, ism-i mekân ve masdar-ı mimidir. Dolayısıyla sözcük üç anlamı içinde barındırmaktadır ve biz bu anlamlardan birisini tercih etmek zorundayız.
Bu anlamlar şunlardır:
a- Adet olma (masdar)
b- Adet olma zamanı ve dönemi
c- Adet olma mekânı yani adet kanının kendisinden aktığı organ.
Burada ilk akla gelen masdar-ı mimî olması. Allâme Alûsî ve Kâdı Beyzâvî merhum bu sözcüğün burada masdar anlamında kullanıldığını ve müfessirlerin çoğunluğunun da bu görüşte olduğunu belirtir.(10) Tabersî de sözcüğe masdar anlamını verir.(11) Yani ayetin bu bölümünün anlamı “sana adetten (adet dönemi veya adet mekanı değil) soruyorlar”. Allâme Alusî sadece İbn Abbâs'ın sözcüğe ism-i mekân manasını verdiğini belirtir.(12) Her halükarda ayetin bu ilk bölümünde geçen "el-mehîd" sözcüğü Okuyan hocanın dediği gibi adet dönemi değil adetin kendisidir. Yani ayetin manası şudur: “Sana adetten soruyorlar.” Zaten biraz düşünülünce de ayetteki ilk el-mehîd sözcüğünün masdar olduğu anlaşılıyor.
“Kul huve ezen/De ki o eziyettir”
Okuyan Hoca ilginç bir şekilde "hüve" zamirinin/adılının erkekler için “o” anlamına geldiğini ve dolayısıyla da eziyet kavramının erkeklere yönelik olduğunu konunun erkeklerle bağlantılı olduğunu söylüyor. Bu bölümü dinlerken tam bir sukut-u hayale düştüm. Bir İlahiyat profesörünün hem de alanı tefsir olan bir hocanın ayetteki “hüve/o” zamirinin önceki kelime veya kelimelere yahut da kelime grubuna dönmesi gerektiğini bilmeyecek kadar nadan olamaz. “Ve yes'eluneke ani'l mehiyd, kul hüve ezen/ Sana kadınların âdeti hakkında soru soruyorlar. De ki: o (adet) sıkıntılı bir haldir”. Ayetin net anlamı bu iken, kalkıp “de ki o (erkekler için) bir eziyettir” şeklindeki meallendirme hangi akla hizmettir, birisi bana açıklayabilir mi acaba!?
Dahası kadınların yaşadığı bu hal hakkında evli olan her erkek de şu kadarını bilir ki; adet kadınlar için bir sıkıntıdır. O dönemde agresifleşir, hatta bazen bedensel acılar içinde az da olsa kıvranırlar.
Adet döneminde cinsel münasebet yasağı
Okuyan Hoca videoda kadının adet dönemini sağlık olmasının kanıtı olarak değerlendirerek eza kelimesini erkek bağlamında okumaya çalışmaktadır. Dediği doğru. Kur'an kadının bu haletine hastalık anlamına gelen “marad veya sakm” sözcüğünü kullanmıyor. Ama Okuyan Hoca videodaki konuşma ve konuyu aktarım tarzından sanki klasik 'ulema'nın sözcüğü ve olguyu hastalık olarak değerlendirdiğini söylüyor ve o intibahı uyandırtıyor. Ben de merakla böyle söyleyen bilgin var mı diye ayetin tefsirine www.altafsir.com sitesinden baktım. Şiî, Sünnî, Zeydî ve Harici İtfiyyiş'e kadar sözcüğe verdikleri manaya baktım. Böyle bir mana ile karşılaşamadım. O manayı veriyorsan yine ver, ama sanki klasik ulema bunu düşünüyormuş izlenimini verdirmeye ve binlercesinin vebalini yüklenmeye ne hakkın var?! Büyük bölümü sözcüğe “mü'zin/eziyet verici şey” ve “insan tabiatının hoşlanmadığı şey” anlamı vermişlerdir.(13)
Hatta Kur'an'ın bu sözcüğü zarar anlamında dahi kullanmadığını görebiliyoruz. Ama Kur'an'ın açık ibaresi bu dönemin “ezen/eziyet” olduğudur.
Bakara Suresi 196. ayette Allah-u Teâlâ bu sözcüğü kullanmaktadır. “فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَر۪يضاً اَوْ بِه۪ٓ اَذًى مِنْ رَأْسِه۪ /femen kâne minküm merîden ev bihi ezen min re'sihi/ Fakat içinizden biri hasta ise veya başından bir eziyeti/rahatsızlığı varsa” Görüldüğü gibi bu ayet ezen/eziyet sözcüğünü hastalık sözcüğünün mukabilinde kullandığına göre ortada bir hastalık bulunmadığı vakıadır. Ancak ortada bir rahatsızlık da söz konusu. Benzer bir kullanımı Âl-ı İmrân Suresinde de görmek mümkün. “لَنْ يَضُرُّوكُمْ اِلَّٓا اَذًىۜ /len yadurrukum illa ezen/ Onlar size incitmekten başka zarar veremezler” (3/Âl-ı İmrân/111) Bu ayet sözcüğün zarar olmadığını da belirtiyor. Ayet yoksa “illa ezen” ifadesi yerine “illa darara” zarar verirlerdi, derdi. Dolayısıyla sözcük üzerinde yola çıktığımız zaman “ezen/eziyet” sözcüğünün zarar ve hastalık olmadığını ve bu ikisinin dışında bir anlama sahip olduğunu anlayabiliyoruz. Ama kadın ile ilgili olan bu halet her ne ise onun üzerinde bir eziyet ve bir sıkıntı oluşturuyor. Eziyet bir acıyı içinde barındırmaktadır. Kur'an-ı Kerim'deki bazı ayetler bize eziyet sözcüğünün bedenî ve ruhî elem ve acıyı birlikte içinde barındırdığını ihsas ettirmektedir. Hatta ihsasın da ötesinde olduğunu söylesek yanlış söylemiş olmayız. Örneğin Bakara Suresinde sadakayı konu edinen ve art arda gelen üç ayette de eza sözcüğü geçmektedir ve bu iki ayette de anlam bedenî ve ruhî elemdir.
“ثُمَّ لَا يُتْبِعُونَ مَٓا اَنْفَقُوا مَناًّ وَلَٓا اَذًۙى/Sümme la yutbiune ma enfeku mennen ve la ezen/sonra da harcadıklarının arkasından başa kakıp incitmeyenler” (2/el-Bakara/262)
“قَوْلٌ مَعْرُوفٌ وَمَغْفِرَةٌ خَيْرٌ مِنْ صَدَقَةٍ يَتْبَعُهَٓا اَذًىۜ/Kavlüm ma'rufüv ve mağfiratün hayrum min sadekatiy yetbeuha eza/İyi sayılan bir söz ve bir bağışlama, arkasından eziyet gelen bir sadakadan daha iyidir.” (2/el-Bakara/263)
“لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْاَذٰىۙ /la tübtilu sadekatiküm bil menni vel eza/sadakalarınızı başa kakmak ve incitmek suretiyle boşa çıkarmayın”. Kur'an'da eza ve eziyet sözcüğünün bedenî ve ruhî acı ve elemi içinde barındırdığı başka ayetler de vardır. Ama bu kadarının kafî olduğu kanaatindeyiz.
Buradan hareketle bir takım fıkhî hükmün/hükümlerin hikmetinin eziyet/eza sözcüğü üzerine inşa edildiğini söyleyebiliriz. Kur'an-ı Kerim Müslümanların fıkhî bir hükmün gereğini yerine getirmeleri için deyim yerindeyse bir zemin hazırlıyor. Bu fıkhî hüküm kadınların adet döneminde kendileriyle cinsel münasebette bulunulamayacağıdır. Bir başka ifadeyle bu emrin gereğince hareket etmeyi erkek ve kadın için kolaylaştırmaktadır.
Hakikaten adet dönemi alışılmış dönemin dışında bir dönemdir. Her ne kadar sağlığın emaresi hatta kanıtı olsa da beri taraftan kadın için dolayısıyla da erkek için bir takım bedenî ve ruhî sıkıntıları ve eziyetleri içinde barındırdığı da bir vakıadır. Erkek için bu halde cinsel münasebet deyim yerindeyse tiksinti uyandırırken, kadın için de eziyet ve elemin sebebidir. Dolayısıyla kadına fazladan bir yük yüklenilmemesini söylemek veya en azından hikmetlerden birisinin bu olduğunu söylemek bir vakıa olarak karşımızda durmaktadır. Dahası Kur'an'ın zahiri hatta nassı bunu ifade etmektedir. Namaz ve orucu da buna dahil edebilir miyiz!? Üzerinde düşünülmeye değer bir konu!? Kadının agresifleştiği, aile kavramının önemli olduğu bir şeriatte, kadının bu dönemdeki sorumluluklarını başka bir alana taşımak mümkün görülebilir. Bu şuna benzetilebilir. Günlük kazancı 10 TL olan birisine “senin görevin ailenin ve çocuğunun geçimini sağlamaktır. Senin için ibadet budur” deriz. Böyle bir kişinin ailesinin geçimini sağlaması, başka birisinin tasaddukta bulunmasıyla eşdeğerdir. Kadının bu dönemdeki görevi için de şunu söyleyebiliriz: “Senin görevin eziyet çektiğin ve sıkıntı içinde bulunduğun bu dönemde eşine ve çocuklarına ve dolayısıyla çevrendekilere karşı agresifleşmemen, psikolojik yapını korumandır.”
“Fe'tezilu'n-nisae fi'l-Mahîd/Öyleyse adet dönemlerinde kadınlardan uzak durun”
Arapça dil kuralı gereği zamir/adıl getirilme olasılığı varken, zahir/açık isim getirmek ortada herhangi bir sebep yoksa bir hata olarak kabul edilir. Ortada bir sebep varsa veya sözcüğe farklı bir anlam verilmişse tekrarlanabilir. Ayetin başında "el-mehid" kelimesi geçtikten sonra üçüncü bölümde de geçtiğine göre bu iki “mehid” sözcüğünün anlamları farklıdır. İlk "mehid" sözcüğüne masdar anlamı verdiğimize göre bu ikinci "mehid" sözcüğüne ya ism-i zaman veya ism-i mekan anlamı vermemiz gerekir. İsm-i zaman anlamı verecek olursak ayetin bu bölümünün anlamı:
“Kadınların adet dönemlerinde kadınlardan uzak durun”
İsm-i mekân anlamı verecek olursak:
“Kadınların adet kanlarının aktığı organdan uzak durun”
Her iki anlamda olasılık dahilinde olmakla birlikte ve her ikisi de aynı kapıya çıkmakla birlikte ism-i mekân olması daha uygun düşmektedir. Her halükarda ayetin bu bölümü cinsel münasebet yasağını ifade etmektedir.
Kur'an-ı Kerim zarif ve latif nüktelerinden birisi şudur ki; Kur'an edebi gözetir. Cinsel münasebeti ifade eden sözcük yerine “itizal”, “mübaşeret”, “ityan” ve “refes” gibi kinayeli sözcüler kullanır.
“Vela takrabuhunne hatta yathurne/Tahir olunacay kadar onlara yaklaşmayın”
Ayetin bu bölümü
a- Ya bir önceki cümledeki cinsel münasebet yasağını pekiştirmektedir.
b- Yahut da bir önceki cümledeki belirsizliği gidermektedir.
Şöyle ki; "itizal" kelimesi kısmen bir belirsizliği ifade etmektedir. Bütünüyle kadınlardan ayrılın şeklinde bir olasılığı da çağrıştırmaktadır. İşte ayetin bu bölümü yasağın sadece cinsel münasebetle sınırlı olduğunu ve dolayısıyla aile içi diğer ilişkilerin devam edilmesi gerektiği hatta eziyet olgusunun azaltacağına dair çağrışımları içermektedir.
Yok eğer ilk olasılığı ele alacak olursak ayetteki “yuhibbu't-tevvâbine/Allah çokça tövbe edenleri sever” ifadesi bu ilk olasılığın karinesi olabilir. Çünkü çokça tövbe etmek büyük bir cürüm ve günahtan dolayıdır. Büyük bir cürüm ve günah için vurgunun da sert olması gerekir. İki defa vurgu yapılması nehyin/yasağın şiddetinin delili için yeterlidir.
Konunun can alıcı noktası
Bir diğer husus, adet dönemindeki kadının namaz ve oruç ibadetlerine ilişkin yasağına delalet eden bölüm bu bölümdür. Ayet dikkatlice incelendiğinde şu rahatlıkla görülmektedir.
“HATTA YATHURNE/ONLAR TAHİR OLUNCAYA KADAR” Görüldüğü gibi ayetin bu bölümü kadınların adet dönemlerinin “taharet” dönemi olmadığını söylemektedir. Kadınlar bu dönemde tahir değildirler. Yukarıda da sözcüklerin manalarını ele aldığımız giriş bölümünde bu fiilin “tahure-yathuru” temiz olmak olduğunu ve geçişsiz bir fiil olduğunu belirtmiştik. Dolayısıyla buradaki temizlik kadının iradesinin elinde olmayan bir temizliktir. Kadın adet kanı kesilinceye kadar tahir değildir.
“Ahmet evden çıkıncaya kadar” dediğimiz dediğimizde kasıt Ahmet'in evin içinde olduğudur. Bu ayette de “tahir oluncaya kadar” dediğimizde kadın adet dönemi boyunca “tahir değildir.” Kadının tahir olmaması için iki olasılık söz konusudur.
a- Kadının necis olması.
b- kadının abdestsiz ve cünüp kimse gibi hadesten taharete sahip olmaması.
Bütün müminler ve Müslümanlar temiz olduğuna göre geriye ikinci olasılık kalıyor. Kadının hükmî hadese sahip olması. Yani abdestsiz bir insan gibi muamele görmesi. Bu muamele ise adet ve lohusa kanının kesilmesine kadar devam eder.
NOT: Ayet “hatta yahrucne/kadınlar o dönemden çıkıncaya kadar” deseydi ayet kadınların namaz kılıp oruç tutabileceklerine delil olabilir veya en azından o konu hakkında hiçbir şey belirtmemiş olurdu. Ama ayet içerdiği bu kelime grubu ile ayetin zahiri adet dönemindeki kadınların en azından namaz kılamayacaklarına delil olur.
Mehmet Okuyan Hoca videoda adetli kadın organındaki kanı temizleyip namaz kılabilir şeklindeki hükme varırken “yathurne” kelimesine dayanıyorsa yanlış bir çıkarsamada bulunuyor, demektir. Yukarıda geçtiği üzere fiil “yahrucne/çıkıncaya kadar” şeklinde olsaydı Mehmet Hoca belki haklı olabilirdi. Fiilin “yatharu/temizleyinceye kadar” şeklindeki kullanımında ise nesne aldığından geçişli bir fiildir. Gerçi “yatharu/temizleyinceye kadar” olsa dahi yine fiil iki manaya olasılıklı olur.
a- Bedeni gusül abdesti veya teyemmüm abdesti alarak temizleme.
b- Bedendeki kanı ve necaseti temizleme. Yani kanı temizleyip şerî görevini eda edebilir.
Ama fiil görüldüğü üzere “yathurne/temiz oluncaya kadar” şeklindedir ve geçişsizdir ve kadının dahli olmadan kanın sona ermesiyle temizlik dönemine geçmesini ifade etmektedir.
Yok eğer Mehmet Hoca genel ilkelerden hareketle bunu söylüyorsa bu durumda da ayetin zahiri ile çatışıyor.
Ayetin bu bölümü biri açık ve net diğeri de zahir düzeyinde olmak üzere şu iki şeyi ifade etmektedir.
a- Kadınların adet dönemlerinde kendileriyle münasebette bulunulamayacağına dair hükmün pekiştirilmesi
b- Kadınların bu dönemde tahir olmadıkları.
Bir analoji
Ehl-i Beyt mektebi İmamlara tutunarak cünüp olan kimsenin oruç tutamayacağını dolayısıyla da oruca başlayabilmek için büyük ihtilamdan taharetin şart olduğunu belirtirler. Bu ayet bir yönüyle de Ehl-i Beyt Mektebinin bu görüşünü teyit etmektedir. Zira canımız ve aziz dostlarımız olan Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz oruç için adet döneminden temizliğinin de ötesinde vakit elveriyorsa ve başka şerî mahzurlar yoksa gusül abdestini şart koşmaktadırlar. Ama ihtilam olan erkek için bunu şart koşmamakta, ihtilamın sadece namaz ile ilgili bir hüküm olduğunu söylemektedirler. Kişi seher vaktinde cünüp olur ve gusül abdesti almadan oruca başlarsa orucunun sahih olduğunu söylemektedirler. Halbuki Ehl-i Beyt mektebi vaktin elvermesi içinde yükümlünün ya gusül abdesti yahut da teyemmüm abdesti almasını şart koşmaktadırlar.(14)
“Fe iza tatahharnne fe'tuhunne min haysu emerakumullah/İyice temizlendiklerinde onlara Allah'ın emrettiği şekilde yaklaşın.”
Yukarıda "tahure" ile "tetahhara" fiillerine ilişkin açıklamalarda bulunmuştuk. “Yathurne/temiz oluncaya” ifadesinden sonra “yattahharne” fiilinin gelmesi asıl ölçütün temizlenme ameliyesi olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla kasıt sadece kanın kesilmesiyle adet döneminin son bulması değil, kadınların bir önce temizlik haletine geçmeleri gerektiği anlaşılıyor. Bu açıdan bakıldığında “tatahhur” gusül veya gusle bedel teyemmüm abdestidir. Dolayısıyla mütekellimin sözü son bulmamış ve her birisi söylenmesi gerekli iki cümle olur.
Bir örnekle anlatmaya çalışalım.
Öğrenciye “okula git” deriz. Bu emri verdikten sonra da “gittiğinde derslerini dikkatli bir şekilde dinle ve çalış.” Emirleri birbiriyle bağlantılı olsa da iki tane net mesajdır.
Burada da aynı durum söz konusudur. Ayetin bu bölümünün temel konusunu temizlik olduğunun tespit edilmesi halinde taşlar yerli yerine oturur. “Senin taharetin adet döneminin sona ermesidir.” “Adet dönemi kesildikten sonra tatahhur et/gusül abdesti alarak ibadetlerini yerine getir”. Zaten her iki ayette de “T-H-R” köklü iki fiilin kullanımı konunun temelinin taharet olduğunu işar ettirmektedir.
Cinsel münasebetin anlamı nedir?
Ancak burada açıklamalarımızla ilgili akla bir soru takılmaktadır. Cinsel münasebet serbestisi için kadının adet döneminden çıkması yeterli değil mi ki bir de gusül abdesti alınması mı şart koşuluyor? Biz açıkçası buradaki emrin serbestiyet ile bağlantılı olmadığını emrin bağlamının farklı olduğunu düşünüyoruz.
Genel yaklaşım “fetuhunne min haysu emerekumullah/onlara Allah size emrettiği şekilde yaklaşın” bölümünün fıkhî bir mantalite ile okunması yönündedir. Dolayısıyla “onlara yaklaşın” emri, vacipliği değil de mübahlığı ifade etmektedir. Yani artık yaklaşabilirsiniz anlamındadır.(15) Kur'an-ı Kerim'de bu şekilde örnekler bulunmaktadır.
“وَاِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُواۜ /İhramdan çıkınca avlanın” (5/el-Mâide/2) Bu ayette geçen “avlanın” emri vacipliği değil mübahlığı ifade etmektedir, yani artık avlanabilirsiniz.
Benzer bir örneğe Cuma Suresinde de rastlanmaktadır. “فَاِذَا قُضِيَتِ الصَّلٰوةُ فَانْتَشِرُوا فِي الْاَرْضِ وَابْتَغُوا مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ وَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَث۪يراً لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ/Namaz kılındı mı artık yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lutfundan nasip arayın. Allah'ı da daima çok anın ki kurtuluşa eresiniz.” (Cuma/10)
Sadedinde olduğumuz Bakara Suresinin 222. Ayeti de bu şekilde değerlendirilebilir ve uzak bir olasılık da değildir. Yani “yaklaşın” emri yaklaşabilirsiniz anlamındadır. Ayet teşri bir hükmü ortaya koymaktadır.
Ama biz bu hususta Merhum Sebzevârî'nin tekvînî okuyuşunun daha tutarlı olduğunu, ayetin bu bölümünün artık teşri değil tekvini konu edindiğini düşünüyoruz.(16) Merhum Sebzevârî'nin bu konudaki yaklaşımı şöyledir: Ayetin zahirinden öyle anlaşılıyor ki “min haysu emerekumullah/Allah'ın size emrettiği şekilde” ifadesi Allah'ın kul için mutlak olarak yazdığı şeyin talep edilmesidir. Bu da nesil talebi, zürriyet ve insan türünün devamını sağlamaktadır. Dolayısıyla buradaki emir artık mübahlığı değil, deyim yerindeyse en azından bir sünneti tesis etmektedir. Yani hanımınız adetten çıkıp da temizlendikten sonra çoluk çocuk sahibi olmak ve insan nesline katkı sağlamak için münasebette bullununuz.
Hakikaten Kur'an evliliğin tekvini boyutuna da vurgu yapmıştır. Rum Suresinde evlilikte rahmet ve meveddetin olduğuna,(17) Bakara Sureesinde nesil talebinin gerekliliğine,(18) işaret etmektedir. Bir sonraki ayette kadınların tarla olarak değerlendirilmesi gibi olguların bütünü teşri değil tekvin varlık ve varoluşla ilgili hükümlerdir.
Tövbe ve temizlenme
“اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ التَّوَّاب۪ينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّر۪ينَ/Allah çok tövbe edenleri sever ve içi dışı temiz olanları sever.”
Ayet bu ifadelerle son buluyor. Ayetin bu son bölümü ayette ele alınan fıkhî hükmün (adet döneminde kadınlara yaklaşma yasağını) yürürlüğe konulmasını ve uygulanmasını sağlamaktadır. Zira Allah sevgisi, mümin kulların ereği ve arzusudur. Kılınan namazlar, tutulan oruçlar, verilen sadakalar ve ilahî hükümlere riayet çabası ve uğraşısının temelinde Allah sevgisi bulunmaktadır. İşte Allah-u Teala burada sevgi için iki alan açıyor.
a- Çokça tövbe
b- Temizlenme ameliyesi içinde olma.
İlahî sevgi, beraberinde bereketi ve riayeti gerektirir.
Adetli kadının namaz kılamayacağına ve oruç tutamayacağına dair hadis sayısı
Ehl-i Sünnet kaynaklarında Ümmü'l-Müminin Aişe'den(19) Fâtıma bt. Ebî Hubeyş'den birer hadis aktarılmaktadır.(20) Gerçi adetli kadının oruç tutamayacağı ve namaz kılamayacağı hususunda icma söz konusudur.(21)
Ehl-i Beyt Mektebinde konu ile ilgili hadisler tevatür haddini bulmasa da müstefizdir, diyebiliriz. Vesâilü'ş-Şiâ'nın Hayız Babları bölümünün 39, 40 ve 41. babları adet döneminde bulunan kadınların namaz ve oruç kılamayacaklarına ilişkin hadisleri içermektedir. Bu bölümdeki hadis sayısı:
39. babda 4 hadis
40. babda 5 hadis
41. babda 15 hadis olmak üzere 24 hadis bulunmaktadır.(22)
Allâme Hıllî, Müntehe'l-Matlab adlı eserinde bu hükmün bütün İslam mezheplerinin ortak görüşü olduğunu belirtmektedir.(23) Seyyid Abdülala es-Sebzevârî ise bu hükmün İslam fıkhının zaruratından olduğunu belirtir.(24) Muhsin Tabatabaî el-Hekîm bu konuda icma bulunduğunu ve bu icmaın bir çok kişi tarafından aktarıldığını hatta zarurat-ı mezhepten olduğunu belirtir.(25)
Görüldüğü gibi ortada bir görüş birliği ve icma söz konusu. Beri tarafta gerçekten hakikaten Kur'an'ın manalarına nüfuz eden bir bilgin olsaydı, sözü kaale alınırdı ve biz de kaale alırdık. Ancak Okuyan Hoca'nın bu videosunu dinleyince üzülerek belirteyim ki Arapça bildiğinden dahi şüphe duymaya başladım. Dolayısıyla bir tarafta icma beri tarafta başka bir alim bulunduğu şeklindeki bir değerlendirme hak ve doğru bir değerlendirme değildir. Konunun doğru değerlendirmesi, bir tarafta icma beri taraftan bilgiden yoksun bir şahsiyet.
Son söz
Görüldüğü gibi ayet, Mehmet Okuyan Hoca'nın dediği gibi adet dönemindeki kadınların namaz ve oruç ibadetlerini yapabileceklerine değil yapamayacaklarına işaret etmektedir. Bu konudaki hadisler de ayetin zahirini pekiştirmektedir. Dolayısıyla da söz konusu hadisler ile ayetin zahiri arasında bir çelişki bulunmamaktadır.
Selam, muhabbet ve dua ile
------------------------------------------------------------
(1) İbn Kesir, Tefsîrü'l-Kur'ani'l-Azîm, s. 276 Dârü İbn Hazm, Beyrut-1420
(2) Er-Râvendî, Kutbuddîn Saîd Hibetullâh Fıkhü'l-Kur'an, c. 1, s. 129, 1. Baskı, Menşûrâtü İmâmeti Ehl-i Beyt, 1437-Qum
(3) Bkz el-Amılî, Muhammed b. Hasan el-Hürr, Tafsîlü Vesâili'ş-Şîa İla Tahsîli Mesâili'ş-Şerîat, c. 2, s. 327-328, Tahkik: Müessesetü Âli'l-Beyt, 1. Baskı, Qum-1409. Bu babbailığı altında yedi tane hadis aktarılmıştır.
(4) Allâme Mustafavî, et-Tahkîk fî Kelimâti Kur'ani'l-Kerîm, c. 2, s. 384-385, Merkezü'n-Neşri Allâme Mustafav
(5) El-İsfahânî, el-Müfredât fî Garîbi'l-Kur'an, s. 265, h-y-d maddesi; et-Turayhî, Fahrüddîn, Mecmeü'l-Bahreyn, c. 2, s. 446, Thk: Ahmed ell-Hüseynî, Müessesetü't-Tarîhi'l-Arabî, 1429-Beyrut
(6) Et-Tahkîk, c. 1, s. 73
(7) Age, agy
(8) Misbâhü'l-Münîr, s. 407, A-Z-L maddesi.
(9) El-Müfredat, S. 564-6
(10) Rûhu'l-Meânî, c. 2, s. 121, Dârü İhyâit'-Türâsi'l-Arabî, Beyrut; Envârü't-Tenzîl ve Esrârü't-Tevîl c. 1, s. 139, Takdim: Muhammed Abdurrahman Maraşlî, Dârü İhyâit'-Türâsi'l-Arabî, Beyrut
(11) Mecmeü'l-Beyân fî Tefsîri'l-Kur'an, c. 2, s. 72, Dârü'l-Murtazâ, Beyrut-1427
(12) Rûhu'l-Meânî, c. 2, s. 121
(13) Rûhu'l-Meânî, c. 2, s. 121; Envârü't-Tenzîl ve Esrârü't-Tevîl, c. 1, s. 139; Abdullah Şübber, Cevherü's-Semîn fî Tefsîri'l-Kitâbi'l-Mübîn, c. 1, s. 156, 1431-Qum; el-Meşhedî, Muhammed Rıza, Tefsîrü Kenzi'd-Dekâik ve Bahrü'l-Garâib, c. 2, s. 351, Tahkik: Hüseyin Dergâhî, 1430-Tahran; Mâverdî, en-Nüket ve'l-Uyûn, c. 1, s. 282, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut vd
(14) El-Amılî, Muhammed Cemâlüddin el-Mekkî, Er-ravdatü'l-Behiyye fî Şerhi'l-Lümeti'd-Dımaşkiyye, c. 1, s. 196, İntişârâtü Dâri't-Tefsîr, Qum, 1382 (Hicrî-Şemsî); Humeynî, İmam, Tahrîrü'l-Vesîle, c. 1, s. 40, Müessesetü'l-Urûc, 1427; Yezdî, Seyyid Kâzım, el-Urvetü'l-Vuskâ, c. 1, s. 203, İntişârât-ü İsmâiliyân, Qum; el-Muğniyye, Muhammed Cevâd, Fıkhü'l-İmâm Cafer es-Sâdık, c. 1, s. 87, Müessesetü Ensâriyan, Qum; el-Huî, Seyyid Ebü'l-Kasım-Horasanî, Hüseyin Vahid; Minhâcü's-Sâlihîn, c. 2, s. 47, Medresetü'-l-İmam Bâkir el-Ulûm, beşinci baskı, 1427-Qum
(15)Bu yaklaşım için bkz: İbn Aşûr, Muhammed Tâhir, et-Tahrîr ve't-Tenvîr, c. 2, s. 369, Tunus, 1984; Envârü't-Tenzîl, c. 1, s. 139; Zamahşerî, Ebü'l-Kâsım Cârullah, Mahmûd b. Ömer, el-Keşşâf, s. 129, Dârü'l-Marife, Beyrut-1430
(16) Sebzevârî, Seyyid Abdülala el-Mûsevî, Mevâhibü'r-Rahmân fî Tefsîri'l-Kur'an, c. 3, s. 382, Beşinci baskı, 1431- Kum
(17) Rum, 21
(18) Bakara 187,
(19) Buhârî, 331; Müslim, 335; İbn Mâce, 627
(20) Kurtubî, el-Câmi li Ahkâmi'l-Kur'an, c. 3, s. 481
(21) İbn Hazm, Merâtibü'l-İcma fi'l-İbâdât ve'l-Muâmelat ve'l-İtikadât, s. 40, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye; İbnü'l-Münzir, Abdülala, el-İcma, s. 52, madde no: 67-68, 1. Baskı, Dârü'l-Âsar, Kahire; İbnü'l-Kattân, el-İknâ fî Mesâili'l-İcma, c. 1, s. 103, madde no: 481-482-483, thk: Hasan Fevzî es-Saîdî, Naşir: el-Fâruku'l-Hadîsiyye
(22) Vesâilü'ş-Şiâ, c. 2, s. 343-352, hds no: 2318-2341
(23) Hıllî, Cemâlüddîn Ebî Mansur Hasan b. Yûsuf, Müntehe'l-Matlab, c. 1, s. 108
(24) Es-Sebzevârî, Mühezzebü'l-Ahkâm fî Beyâni'l-Helali ve'l-Harâm, c. 3, s. 151, Dârü't-Tefsîr, 1430- Qum
(25) El-Hekîm, Muhsin Tabâtabâî, Müstemsekü'l-Urvetü'l-Vuskâ, c. 3, s. 306, Dârü İhyâi't-Türâsi'l-Arabî, Beyryt