Mehdi gerçekten bizim tembelliğimizin adı mıdır?
hz-isa-ve-hz-mehdi-nerede-buluc59facaklar-izle.jpg
632 yılından günümüze insana kılavuzluk yapacak bir ilahî emanetçinin olmaması ve bu ihtiyacın ne ile giderildiği sorusunun cevabı nedir? ... Ortada metin varsa bu metne yanlış anlamların izafe edilmesinin önüne geçecek İlahî irade ile bağlantı halinde olan bir zat olmalıdır. Akıl bunu söyler, böyle kabul eder. Aksi takdirde ilahî lütuf ve inayet nakıstır.
Cevher Caduk (İlahiyatçı-öğretmen)
 
Bismillahirrahmanirrahim
 
İNTİZAR - Mustafa Çağrıcı Hoca'nın Karar Gazetesinde İmam Mehdi ile ilgili rivayetlere ilişkin bir değerlendirmesini okudum. Hoca rivayetlerin Kur'an'a ve hikmete ters olmalarından ötürü reddedilmeleri gerektiği kanaatinde. Bu noktada maalesef ele aldığı ayette ve değindiği rivayetlere ilişkin bir takım yönlendirmelerde bulunduğu kanaatindeyiz. Yazıyı uzun tutmak istemediğimizden kısa kısa değerlendirmelerle cevap vermeye çalışacağız.
 
A- Hoca yazının giriş bölümünde “Kur'an'da kıyamet ve ahiret hakkında pek çok ayet varken Mehdî'ye ve Mesih'e hiç yer verilmez. Bu durum, söz konusu rivayetlerin gerçekten hadis olduğu konusunu kuşkulu hale getirmektedir” demektedir. İster Kıyamet diyelim ister “es-saat” diyelim Kur'an'da Kıyamet ile ilgili ayetler kopuş veya tecelli anını ele alıp sunmaktadır. Halbuki Mehdî, Mesîh ile ilgili rivayetler Hoca'nın okuyucunun zihninde bir izlenim uyandırmaya çalıştığı gibi Kıyamet anına yönelik değil Kıyametten öncesine hatta çok öncesine yöneliktir. Rivayetler Mehdi/Mesih'in hayat sürmesinden sonra da dünya hayatının devam edeceğine işaret etmektedir. Dolayısıyla bir çelişki söz konusu değil.
 
Ortada bağımsız iki konu var: 
 
a- Kur'an'ın gelecek tasavvuru ve bu tasavvura yönelik değinilerin neler olduğu.
 
b- Kıyamet'in tecelli/kopuş anı.
 
Maalesef Hoca bu iki konuyu birbirine karıştırmış.
 
B- Mehdi ve Mesih'in geleceği ile ilgili açık bir ayetin olmadığı doğru. Ancak Kur'an'ın gelecek tasavvurunun: “Din'in İzharı (galibiyeti veya)”(1), “Göklerin insan hakimiyetine sultan ile nüfuzu”(2), “Zebur'da yeryüzüne Salihlerin varis olmasının yazıldığı”(3) ve “Mustazafların yeryüzünde temkîni”(4) ve “katışıksız ve halis adaletin hakimiyeti” gibi ayetler en güzel masadaklarıdır.
 
Çağrıcı Hoca “İlgili hadislerde ve diğer rivayetlerde kıyamete yakın zamanda mehdî ve/veya Mesih'in geleceği, geliş zamanları, yerleri, gelme sebepleri, kalma süreleri ve faaliyetleri hakkında bilgiler verilmektedir. Ancak bu bilgiler, Kur'ân-ı Kerîm'deki “kıyamet bilgisinin yalnız Allah'a ait olduğu”, kıyametin ansızın geleceği (mesela bkz. A‘râf, 7/187) gibi bilgilerle çelişmektedir” diyerek bu rivayetlerin Araf 187. Ayet ile çeliştiğini söylemektedir. Hoca maalesef bu cümlenin içinde bulunduğu ayetin kendi iç siyakını ve sibakını dahi doğru değerlendirememiştir. Zira ayette geçen "mürsa" (Kıyametin sübutu ve istikrarı), tecelli sözcüklerinin bütünü ve cümleleri hep Kıyametin tecelli vaktine ve gerçekleşme anına yönelik ifadelerdir. Allah'ın kendisine hasrettiği bilgi sadece Kıyamet'in kopma anına yönelik bir ifadedir. Allah bu bilgiyi kendisine hasretmiştir. Bu ifadeyi alıp Kıyamet'in öncesini ve Kur'an'ın iniş anından sonraki geleceği veya Kıyamet öncesini kapsayacak bir tarzda genelleştirmek Kur'an metnine yanlış anlam izafe etmektir.
 
C- Çağrıcı Hoca “Kur'an, kıyamet gününün vakit olarak belirlendiğini ve ertelenmeyeceğini bildirirken, mehdî rivayetlerinde ertelenebileceğinin söylenmesi bunların Kur'an'la çeliştiğinin açık kanıtıdır” diyor. "Mehdî ve Mesîh rivayetleri Kıyamet'in kopmasının ertelenebileceğini ifade etmektedir" şeklindeki kurduğu cümlede maalesef yanlış bilgidir ve hakikati tezyiftir. Bu şekilde açık bir rivayet yok. Muhtemelen Hoca bu ifadeleri ile Tirmizî ve Ebû Dâvûd'un “لو لم يبقَ منَ الدُّنيا إلَّا يومٌ لطوَّلَ اللَّهُ ذلِكَ اليومَ حتَّى يَبعثَ فيهِ رجلًا منِّي - أو من أَهْلِ بيتي - يواطئُ اسمُهُ اسمي ، واسمُ أبيهِ اسمُ أبي يملأُ الأرضَ قِسطًا وعدلًا ، كما ملئت ظُلمًا وجَورًا” hadislerinde (5) geçen “Dünyanın ömründen sadece bir gün kalmış olsa bile Allah o günü o derece uzatır ki” ifadesine gönderme yapmaktadır. Aklımıza sadece bu hadis geldi (çünkü kendisi hangi hadisin olduğunu yazıda belirtmiyor). Başka bir hadise rastlayamadık. Çağrıcı Hoca bildirirse bakarız. Ama bu hadis de yukarıda değindiği ayet gibi Hoca'nın manasını tersyüz ettiği metinlerden veya manasını anlamadığı, okuyucunun zihninde bu hadisler Kur'an ile çelişiyor izlenimi verdiği hadislerden. Bu hadisi sıradan bir insana dahi okutturup anlamını soracak olursak “Rasûl-u Azâm'ın kasdı Kıyamet'in ertelenmesi değildir. Aksine İlahî- tekvini iradenin muhakkak tahakkuk edeceğini belirtmektir” diye karşılık verecektir. Yani hadisin bu cümlesi yeryüzünde mutlak adaletin (izafî adaletin değil) gerçekleşeceğine dair İlahî-tekvinî iradenin kesinlikle gerçekleşeceğini ifade etmektedir. “Hadisin anlamı şöyledir: lev furide en la yebka min eyyâmi'd-dünya/dünyanın ömründen bir gün kaldığı varsayılsa dahi”. Hadisin ifade ettiği bu anlam nere, Çağrıcı Hoca'nın "Mehdi hadisleri Kıyametin vaktinin değişeceğini söylemektedir" anlamı nere!?
 
D- Çağrıcı Hoca söz konusu yazısında: “Kur'an'da Hz. Muhammed'in (s.a.v.) insanlığı hidayete erdirmek için gönderildiği bildirilmiş ve son peygamber olarak tanımlanmıştır. Şu halde onun, kendisinden sonra Mesih ve/veya mehdî adıyla, kurtarıcılığı kesin birinin geleceğini haber vermesi İslam'daki nübüvvet itikadıyla asla uyuşmaz” ifadelerini kullanıyor. Açıkçası Çağrıcı Hoca ve "imamet" olgusunu kabul etmeyen kardeşlerimiz şu sorguya nasıl cevap veriyorlar merak ediyorum doğrusu: Kur'an sürekli bir tarzda insanlara kılavuzluk yapmak için gönderilen ve görevlendirilen resuller ve nebilerden bahseder. İnsan Kur'an'ı okuduğu zaman sanki bir peygamberler tarihi okuyormuş izlenimine kapılır. Bütün bunlar insanın hidayet ihtiyacını temin etmek içinse 632 yılından günümüze insana kılavuzluk yapacak bir ilahî emanetçinin olmaması ve bu ihtiyacın ne ile giderildiğini merak ediyorum. Metin/Kur'an diye cevap vereceklerse, bu noktada iki tane temel sorum var:
 
1- Remziyyenin/sembolizmin baskın olduğu bir kitaba izafe edilen yığınlarca anlamdan hangisinin haklı olduğunu nasıl tespit ediyorlar? Dahası tercih ettikleri anlamın İlahî iradeye uygun olduğuna nasıl yakîn getiriyorlar? Yoksa bunu bir ihtiyaç olarak görmüyorlar mı? Görmüyorlarsa hummalı Kur'an çalışmalarını sırf bir olasılığa varmak için mi okuyorlar? Yanlış anlaşılmanın da önüne geçelim. Bu cümle ve itirazdan kasdımız Kur'an okunmasın ve üzerinde tedebbür/tefekkür/taakkul/tezekkür ameliyesi yapılmasın değildir. Aksine sonuna kadar Kur'an okunmalı, üzerinde zihin yorulmalı, anlama uğraşısı içinde bulunulmalıdır. Ama anladığımız bu anlam(lar)ın doğru olduğuna dair bir başvuru merciî olması da elzemdir. 
 
2- Kardeşlerimiz Kur'an-ı Kerim'de mübeyyini olmayan bir semavî kitap örneği sunabiliyorlar mı? Halbuki Mâide Suresinin 44. Ayeti Tevrat'ı konu edinirken Tevrat ile Nebilerin, Rabbânî ve Ahbarların hüküm ettiklerini dolayısıyla metne izafe edilecek yanlış bir anlamı Rab Teâlâ'nın bu şekilde bertaraf ettiğini anlayabiliyoruz. 
 
Ortada metin varsa bu metne yanlış anlamların izafe edilmesinin önüne geçecek İlahî irade ile bağlantı halinde olan bir zat olmalıdır. Akıl bunu söyler, böyle kabul eder. Aksi takdirde ilahî lütuf ve inayet nakıstır.
 
Hatemü'n-Nebiyyin kavramının derinliklerine girip yazıyı bağlamından koparmak istemiyorum. Ama maalesef o ayet de Çağrıcı Hoca'nın oluşturmak istediği izlenimi de yansıtmamaktadır. Zira Hatemü'n-Nebiyyin yeni bir nebinin gelmeyeceği anlamındadır. Halbuki İmam Mehdî bir imamdır. Hz. İsa (a) ise önceden gönderilmiş bir peygamberdir. Bu konunun derinliklerine girmek istemiyoruz. Sözcüğün yükseklik ve yücelik anlamına geldiğini söyleyen biri Şiî diğeri Sünnî olan Allâme Mustafavî(6) ve Kasânî'nin(7) yanında bir de arif olan İbn Arabî de sözcüğün  n-b-v kökünden geldiğini “فهي الارتفاع والرفعة/hemzesizdir, irtifa ve rifat (yücelik ve yükseklik) anlamına gelir” diyerek nübüvveti teşrii ve teşri olmayan diye iki kısma ayırır.(8)  İlahî makamları ve hakikatleri keşfedebilmenin aracısı olarak kalp sahibi insanlar olduğu müddetçe Kıyamet gününe kadar nübüvvet vardır ve devam eder. Sonlandırılan nübüvvet teşriî anlamdaki nübüvvettir. İster hemzeli olarak da haber verme anlamına gelen “n-b-e” kökünden geldiğini kabul edelim ve dolayısıyla da yeni bir haber gelmeyecektir, diyelim. Son bulan şey nübüvvet kurumuyla haber getirmektir. Yeni haber gelmeyeceğidir. 
 
E- Çağrıcı Hoca bir diğer değerlendirmede de şöyle diyor: “Kur'an'da Hz. Peygamber'in kıyamet zamanı hakkında bilgisinin olmadığı belirtilmiştir (A‘râf 7/187). Buna rağmen ona atfedilen mehdî-Mesih rivayetlerdeki anlatımlar Müslümanlarda sürekli bir mehdî ve kıyamet beklentisi üretmiştir. (Hatta tarih verenler de olmuştur. Mesela meşhur Osmanlı sufî-müfessiri İsmail Hakkı Bursevî'ye (ö.1725) göre Osmanlı'nın ömrü 524 sene kadar olacak, sonrasında devlet mehdîye intikal edecekti”.  Maalesef burada da sapla samanı birbirine karıştırmış. Yukarıda da değindiğimiz gibi Kur'an'da Hz. Rasûlullah (s.a.a.) için olumsuzlanan bilgi Kıyamet'in kopuş ve tecelli ediş anıyla sınırlıdır. Kıyametin alamet ve eşratı ile ilgili Hz. Rasûlullah (s.a.a.) için olumsuzlanan bir ibare yoktur. “Gaybı yalnızca Allah bilir” gibi ayetlerin yorumlarına konumuzun dışında kaldığından ötürü değinmek istemiyorum.
 
F- Mehdi ve Mesih'in yanlış beklentisine gelince böyle bir şey Mehdi ve Mesih'in zuhur ve nüzulünün olmadığına değil en fazla yanlış anlaşıldığına delil olabilir. Konunun daha iyi anlaşılması için bir analojide bulunalım. Tanrı tasavvurunu alalım. Hangi tanrı tasavvurunun doğru olup olmadığına bakmaksızın en azından iki tane tanrı tasavvuru olduğunu görebiliyoruz. Tanrı'nın mücessem olduğuna inananlar ve mücessem olmadığına kanaat getirenler. Bunlardan bir tanesi kesin bir şekilde yanlış olduğu muhakkaktır. Bu yanlışlıktan ötürü şimdi kalkıp Tanrı diye bir şey yoktur mu diyeceğiz? Dolayısıyla bir konu hakkındaki yanlış tasavvurlar o şeyin aslının olmadığı anlamına gelmez.
 
G- Çağrıcı Hoca'nın: “İslam inancına göre Allah hikmetsiz, yani manasız ve faydasız işler yapmaz. O, bir mehdî ve/veya Mesih eliyle dünyayı güzelleştirmeyi murat edecekse, bunu dünyadaki insanların ve diğer canlıların iyiliği için yapacaktır. Şu halde –rivayetlere göre- dünyanın ömründen sadece bir gün veya en fazla birkaç yıl kalmışken Allah'ın mutlaka bir mehdî göndereceğini ifade etmek, Allah'a hikmetsiz işler nispet etme anlamına gelir ki, böyle bir sözün Hz. Peygamber'in ağzından çıkması düşünülemez” ifadeleri ile neyi murat ettiğini anlayan varsa beri gelsin, bir anlatsın da anlayalım. 
 
H- Çağrıcı Hoca yazısının devamında şöyle diyor: “Rivayetlerde mehdînin zulüm ve sefaletle dolan dünyayı kısa zamanda adalet ve iyilikle, yeri göğü bolluk ve bereketle dolduracağı bildirilmekte; her biri sayısız uzmanlıklar gerektiren bu işleri de kısa zamanda tek başına başaracağı anlatılmaktadır. Hiçbir peygamberin gerçekleştirme imkânı bulamadığı küresel adalet, barış, dürüstlük, refah gibi ahlâkî, hukukî ve maddi hayata dair ülküleri bir mehdînin başaracağı düşüncesi hem aklın hem de dinin ilkeleri bakımından kabul edilemezdir”. Maalesef burada da konuyu saptırmakta ve yanlış yönlendirmektedir. En azından yaptığı bu tespit Ehl-i Beyt Mektebinin Mehdi inancı için geçerli değildir. Zira Ehl-i Beyt Mektebinin Mehdi inancında kemalin zirvelerine doğru seyir halinde bulunan, sorumluluk bilinci ile hareket eden, görev şuuruyla davranan yardımcılarının olacağı geçmektedir. Ta ilk dönemlerden itibaren Mehdi'nin zuhur şartı yani adaletin saç ayağı olarak insan fonksiyonuna sürekli vurgu yapılmış, İmam Mehdi'nin sebep sonuç dairesine uygun davranarak adaleti ve hakkı tesis edeceği belirtilmiştir. Adaletin saç ayakları olan "Yasa-Uygulayıcı-Destekleyici"den yasa ve uygulayıcı olarak Kitab ve Mehdi'nin sağlandığı yeterli insan kaynağının olmadığından ötürü üçüncü şartın gerçekleşmediği ve dolayısıyla da zuhur olgusunun geciktiği kabul edilir. Bunun dışında başka bir takım gerekçeler varsa da şu an konumuz dışında kaldığından buralara girmek istemiyoruz.
 
I- Rivayetler arasında çelişkilerin olması olguyu o şeyin olmadığına delil sayacak olursak namaz ve abdest de dahil olmak üzere atılmayacak bir şey kalmaz. Kamet, teyemmüm, namaz, abdest bunların her birisinde yığınlarca ihtilaf söz konusu. Acaba Çağrıcı Hoca bunların bütününü atıyor mu? Dolayısıyla ilmi bir disiplin çerçevesinde bu haberler ele alınmalı, sahihi, zayıf ve uydurma olanından ayırt edilmelidir.
 
İ- Çağrıcı Hoca Merhum Aliya İzzetbegoviç'ten (rh.) “Mehdî bizim tembelliğimizin adıdır” şeklinde bir cümle aktarmakta. Aliya Merhum'un bu sözü hangi maksatla söylediğini bilmediğimizden bu cümleye cevap vermek istemiyoruz ama Ehl-i Beyt Mektebi açısından değerlendirecek olursak kısaca şunu diyebiliriz: Olumlu nitelikler kademe kademedir. İlim, hilim, doğruluk, adalet vb. Bizlerin ikamet edeceği adalet ve ikamet kavramı ile İmam Mehdi'nin yerine getireceği ve ikamet edeceği adalet birbirinden derece itibarı ile farklıdır. Gücümüz ölçüsünce toplumun ve insanların adalet ve hak ihtiyacını karşılamakla yükümlüyüz. Bu noktada da işi bilgi, donanım, tehzib ve tezkiyesi üst düzey insanları yönetim kademesine getirmek için çaba göstermeliyiz. Zira salt iman adalet için yeterli değildir. İslam Tarihi bilgi ve tezkiyeden yoksun insanların yönetim kademelerinde bulunmalarından ötürü yığınlarca zulüm örneği ile dolup taşmaktadır. İmam Mehdi'nin hakim kılacağı adalet “adalet-i mahza”dır. En üst düzey adalettir. Deyim yerindeyse adalet sözcüğünün “vucud-u aynî”si olacaktır. Ehl-i Beyt Mektebinin mensupları belirli bir Mehdi'ye inandıklarından ötürü öyle her çıkan şahsa "Mehdi'dir", dememişlerdir. Öyle yazarın sandığı gibi belirsiz kişilerin Mehdi olma olasılıkları yoktur.  
 
Değinmek istediğimiz bir çok konu varsa da bu kadarıyla yetinmeyi yeğledik. 
 
Selam, muhabbet ve dua ile.
 
 
------------------------------------------------------------------------------------------------
1 - 9/et-Tevbe/33; 48/el-Fetih/28; 61/es-Saff/5
2 - 56/er-Rahmân/33
3 - 21/el-Enbiyâ/105
4 - 28/el-Kasas/5
5 - Sünen-ü Ebî Dâvûd, Kitâbü'l-Mehdî, s. 535, Bab no: 4, hadis no: 4282, Thk: Râid Sabrî İbn Ebî Alafe, Dârü'l-Hıdâre, 2. Baskı, 1436; Tirmizî, Sünen, hadis no: 2231, Bâbu Mâ Câe fi'l-Mehdî, bab no: 52, hds no: 2231, Thk: Râid Sabrî İbn Ebî Alafe, Dârü'l-Hıdâre, 2. Baskı, 1436 (Tirmizî, hasen-sahih notunu düşer)
6 - Allâme Mustafavî, et-Tahkîk, c. 12, s. 14 nebiyy maddesi
7 - Letâifü'l-İ'lam Fi İşârâti Ehli'l-İlhâm, madde no: 1528  طائف الإعلام في اشارات أهل الإلهام
8 - Bkz: el-Futûhâtü'l-Mekkiye, c. 2, s. 252 (لباب الخامس والخمسون ومائة في معرفة مقام النبوة وأسرارها) (el-Babü'l-Hamisu ve'l-Hamsun ve Mie fi Marifeti Makâmi'n-Nübüvveti ve Esrâriha/ 155 bab. Nübüvvet makamını ve sırlarını bilme hakkında) Dârü Sâdır, Beyrut, Taşbaskı.