İslam Peygamberi’nin s.a.a Siyerinde Vahdet Yaratan Bileşenler
37313-vahdet.jpg
İslam Peygamberi Hz. Muhammed'in –s– kutlu veladetinin yıldönümü ve vahdet haftasını idrak ediyoruz. Bu büyük ve değerli günün tüm beşeriyete ve özellikle Müslümanlara kutlu olmasını niyaz ediyor, Hz. Muhammed'e –s– ve pak hanedanına selam gönderiyor ve hepinizin vahdet haftasını kutluyoruz.
Şimdi vahdet haftası dolaysıyla İslam Peygamberi'nin –s– siyerinde vahdet bileşenlerinden söz edeceğiz. Umulur ki tüm Müslümanlar Allah Resulü'nün –s– siyerine amel ederek vefak ve gönül birliği ve vahdet sayesinde önemli ilerlemelere şahit olsun.
 
İslamî vahdetten maksat, tüm Müslümanların bağlı bulundukları mezhebe yönelik inançlarını korumanın yanında Kur'an'ı Kerim, İslam Peygamberi –s– gibi ortak değerlerin üzerinde durmaları ve İslam ümmetinin zayıf düşmesine yol açacak her türlü dini, siyasi ve etnik anlaşmazlık ve ihtilaflardan uzak durmalarıdır.
 
Kuşkusuz İslam Peygamberi'nin –s– siyeri, mevcut şartlarda İslam dünyasında vahdetin oluşması için en iyi ilkeleri ve kriterleri sunabilir. Bu siyeri ise çeşitli açılardan irdelemek mümkün.
 
İslam Peygamberi –s– İslam ümmetinin vahdetini tüm zamanlarda ve tüm mekânlarda Müslümanların iktidarının stratejik temeli olarak bildi. Müslümanların arasında vahdeti inşa etmek ve hayata geçirmek için sürekli çaba harcadı, nitekim risalet çağında yeni yeni kurulan İslam toplumunun izzet ve iktidarı, o hazretin vahdet yaratan çabaları ve tavsiyeleri sonucu elde edildi.
 
Allah Resulü'nün –s– siyasi, sosyal ve kültürel siyerinden sadece Müslümanların arasındaki vahdet değil, aynı zamanda İslamî toplumda yaşayan tüm gayri müslim toplulukların arasında dayanışma da o hazretin öncelikleri arasında yer aldığı anlaşılır.
 
Bu konuda İmam Ali –s– şöyle buyurur:
Resulullah –s– sosyal mesafeleri vahdetle doldurdu ve aradaki mesafeleri ortadan kaldırdı.
 
İslam Peygamberi –s– İslam ümmetinde vahdeti inşa etmek için inanç, ahlak, siyaset ve kültür eksenli stratejileri kullandı. Şirke bulaşan ve tevhidi olmayan düşüncelerle mücadele etmek ve yerini tevhidi düşüncelerle doldurmak, o çağın ortamında inanç temelinde bir nevi vahdetin oluşmasına vesile oldu ve çok inançlı bir toplumun yerini ortak düşünce ve inancı paylaşan bir toplum aldı.
Allah Resulü'nün –s– tevhide vurgu yapması ve özellikle risaletini İbrahimi inancın temelleriyle birleştirmesi, o çağda fikri vahdet oluşturma bağlamında sosyal kapasiteleri en iyi kullanma yöntemiydi.
 
O dönemin cahiliye camiasında hala bazı Araplar Hz. İbrahim-i Hanif'in dinine inanıyordu. Resulullah'ın Hanif sözcüğü ve kavramını İslam dinini vasf etmek ve anlatmak için kullanma sanatı, toplumda böyle bir bağı oluşturmak için en etkili yoldu.
 
Çağımızda da Müslümanlar bu inanca dayalı kapasiteden, yani tevhide iman ve tevhidi düşünceyi eksen almaktan yararlanabilir. Eğer tevhidi düşünce gerçek manada Müslümanların arasında yaygınlaşırsa, dünyada muvahhid insanların en güçlü ve en güzel dayanışması gerçekleşir. Bu düşüncenin sayesinde dünyada zulüm, fesat ve zalimlikle mücadele İslam dünyasının öncelikleri arasında yer alır.
 
Allah Resulü'nün –s– çağında İslamî toplumda dayanışma üzerinde etkili olan bir başka eksen, o hazretin ahlakıydı. Tarihçiler Hz. Muhammed'in –s– insanların kalbine hükmetmesinde en önemli etkenin o hazretin siyeri, ahlakı ve insanlara karşı seçkin davranışı olduğu konusunda hemfikirdir. İyi ahlak, açık yüz, yoksullara ve mağdurlara yardımcı olmak, bencillik ve kibirden uzak durmak, her biri birer yüce ahlaki değer olarak Allah Resulü'nü –s– tüm insanlara sevdiren etkenlerdi ve o hazretin mübarek varlığı Müslümanların vefak, dayanışma ve vahdet ekseniydi.
 
Resulullah efendimiz –s– hiç bir zaman yüce makamını ve mevkiini insanları tehdit etmek veya korkutmak için kullanmadı. O hazret oldukça narin bir liderdi ve affetmek ve insanlara karşı hoşgörülü davranmak Allah Resulü'nün –s– siyerinin başında yer alan özellikleriydi.
 
İslam Peygamberi'nin –s– af ve hoşgörüsünün en somut örneği, Mekke fethi sırasında Mekkeli müşrikleri ve kâfirleri affetmesiydi. O hazret Mekke'yi fethettikten sonra, kendisine ve sahabeye sürekli zulmeden bu insanları affetti, oysa o sırada güç ve iktidarın doruğundaydı ve hepsinden intikam alabilir.
 
Allah Resulü –s– Mekke fethi sırasında şöyle buyurdu: Müslüman Müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, onu hor görmez, ona ihanet etmez. Müslümanların birbirine karşı olan bağlarını güçlendirmeleri ve muhtaç insanlara yardım etmeleri gerekir.
 
İşte böyle Allah Resulü'nün –s– tüm insanları hayran bırakan ahlakı her zaman anlaşmazlıkların yatıştırılmasında önemli rol ifa etti ve değersel bir strateji olarak gönüllerin birlikteliği ve yakınlığına eksen oldu.
 
Maalesef çağımızda bir çok İslam ülkesi adil, güvenilir ve insanlar için yürek yakan hükümdarlardan ve yöneticilerden yoksundur. Bu da İslam ümmeti ile liderleri arasında derin uçurumlara neden olmuştur. Bu durum bir yandan İslamî toplumları kendi içinde sıkıntılar ve sorunlarla karşı karşıya getirirken, bir yandan da İslam ümmetinin ortak dış düşmana karşı mücadele gücünü olumsuz yönde etkilemekte ve zemini tefrikacı akımların sızmasına hazırlamaktadır.
 
Allah Resulü –s– bulunduğu konumdan yararlanmak ve tedbirlerini uygulamak suretiyle bir çok anlaşmazlığın kökünü kuruttu. Medine toplumunun bir sorunu, kentte yaşayan çeşitli aşiretlerin varlığıydı. Bu aşiretler birbiriyle anlaşamıyordu. Allah Resulü –s– tevhidi eksen almak ve o toplumda ortak inancı geliştirmek suretiyle dağınık aşiretleri birleştirdi ve birbirine yakınlaştırdı. Çünkü Müslümanların tümünün Allah'a ve Resulü'ne –s– itaat etmeleri gerekirdi.
 
Arabistan topraklarının İslam'dan önceki durumu, bu diyarda hiç bir üniter siyasi hâkimiyetin hüküm sürmediğini ve çeşitli aşiretlerin birbirinden ayrı yaşadığını gösteriyor. Cahiliye toplumu her türlü hükümet ve siyaset kuralları ve yasalarının yokluğunda oldukça dağılmıştı. Bu yüzden bu topraklarda üniter bir siyasi düzen kurmak, İslamî vahdeti ve tek ümmeti oluşturma hedefleri doğrultusunda en önemli adımdı. Çünkü tek bir elden toplumu dini hükümet ve siyasi hidayete erdirmeden, vahdet gerçekleşemezdi.
 
İslam Peygamberi'nin –s– Medine'de bulunduğu on yıllık dönem bu iddianın en iyi ispatıdır. Allah Resulü'nün –s– Medine'ye gelmesi, çeşitli aşiretler ve gruplar arasında kardeşlik anlaşmalarının imzalanmasıyla beraber oldu. Bu anlaşmalar o dönemde İslamî vahdetin temelini oluşturdu.
 
İslam Peygamberi –s– Medine'ye geldikten sonra imzalanan en önemli anlaşmalardan biri, o hazretle Medine aşiretleri arasında imzalanan anlaşmaydı. Bu tedbir o toplumda milli ve dini vahdeti oluşturmak için en iyi yöntemdi, çünkü anlaşma birbiriyle çatışan aşiretlerin ve yine gayri müslimlerin ve muhacir müslümanların haklarını güvence altına alıyordu.
 
Öte yandan bu anlaşmalar siyasi vahdet ve hükümetin kurulmasına zemin hazırlıyordu.
İslamî toplumda yaşayan Hristiyan ve Yahudilerin hakları Allah Resulü –s– tarafından güvence altına alındı. Bu kesimler İslam'a karşı isyan etmediği müddetçe İslamî toplumda haklarından, sosyal ve iktisadi güvenlikten tam olarak yararlandı.
 
Bir gün Allah Resulü –s– Müslümanlara hitaben şöyle buyurdu: Eğer gayri müslimlerden biri size sığınırsa onun refahı için çaba harcayın ve İslam tealimi ile onun ruhunu da besleyin, belki hakikati anlar ve İslam'a inanır. Eğer İslam'a inanırsa, artık sizin kardeşiniz sayılır ve eğer İslam'a inanmazsa bile sizin korumanız altındadır ve ona saygı göstermeniz gerekir.
 
İşte böyle Allah Resulü –s– İslamî vahdeti kurmak için dini ve milli duyarlılıkları en iyi şekilde değerlendiriyordu. Bu yöntem çağımızda da İslam ülkelerinde yaşayan gayri müslim toplulukları dış tehditlere karşı korumakta kullanılabilir.
 
Allah Resulü –s– Medine'ye geldiği ilk yılda bir başka önemli icraatı, tüm Müslümanların arasında kardeşlik bağı oluşturmasıydı. Bu kardeşlik bağı ise her türlü etnik ve aşiret eksenli saiki reddederek sırf sosyal birliktelik ve hak ekseni temelinde kuruldu ve Kur'an'ı Kerim 'in Hucurat suresinin 10. ayetinin mısdakı oldu. Ayet şöyle buyuruyor:
 
Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz.
 
İslam Peygamberi –s– her bir muhacirle Medine halkında biri arasında kardeşlik ahdi bağladı. Böylece bu karar Allah Resulü'nün –s– Allah'a iman ekseninde sosyal bir bağ kurmak istediğini ortaya koydu. Resulullah efendimiz –s– muhacirlerle ensar arasında kardeşlik ahdi bağlayarak Arap toplumunun özel sosyal çerçevesinin kapasitesinden tek ümmet inşa etme hedefi doğrultusunda yararlandı.
 
İslam Peygamberi'nin –s– İslam ümmetinde vahdeti inşa etmek için başvurduğu yöntemlerden biri de ırkçılığı, etnikçiliği ve yersiz ayrımcılıkları reddetmesiydi. Resulullah efendimizin –s– bu tür özelliklerin mesnetsiz ve yersiz olduğunu vurgulaması başta Arap olmayan Müslümanlar olmak üzere tüm Müslümanların gönül birlikteliği doğrultusunda etkili oldu. Bu yüzden Müslümanlar ister Arap ve ister gayri Arap, kendilerini İslam'a ait hissettiler. Irkçı bağnazlıklar Arap olmayan müslümanların İslam'a kötümser bakmalarına sebebiyet veremedi.
 
Kuşkusuz Hz. Muhammed'in –s– siyeri Müslümanların vahdeti için en iyi yöntemleri sunmaktadır. Müslümanların dini ortaklıkların üzerinde durması, milli, ırkçı ve dini bağnazlıklardan uzak durması ve çeşitli İslamî mezheplerin önde gelen düşünürlerinin yanlış anlaşılmaları bertaraf etmeye çalışması ve düşman komplolarına karşı uyanık olunması, Müslümanların vahdeti bağlamında aydın ufukları oluşturacaktır.
 
İRİB