İnsana Ne Kadar Toprak Lazım?
Kitap, gerçek yaşam amacımızı, hayatın güzelliklerini, hırslarımıza kurban etmememiz gerektiğini bizlere hatırlatıyor. Çocuklar için olduğu kadar büyüklerin de heyecan ve ibretle okuyabileceği bir kitap.
Kitabın Adı: İnsana Ne Kadar Toprak Lazım?
Yazarı: Lev Nikolayeviç TOLSTOY
Çeviren: Serhan Nuriyev
Yayınevi: Nar Yayınları
Yaş Grubu: 9 yaş ve Üstü
Ana Tema: Hırs ve tamahın insana kaybettirdikleri; fark etmeden geçen zaman ve her an gelebilen ölüm.
Anahtar Kavramlar: Bencillik, sonradan ulaşılan hakikat, kaybedilen zaman(ömür),pişmanlık…
Lev Nikolayeviç Tolstoy
1828'de Rusya'da doğdu. Toprak sahibi soylu bir ailenin oğluydu. Anne ve babası çocuk yaşta ölünce akrabaları tarafından yetiştirildi. Özel öğretmenlerden dersler aldı. Kazan Üniversitesi'ne girdiyse de resmî eğitime duyduğu tepkiyle 1847'de Yasnaya Polyana'ya dönerek topraklarını yönetmeye başladı. Moskova ve Petersburg'un hareketli yaşamını kırsal yaşama yeğledi. 1855–63 yıllarında yazdığı Polikuşka adlı öykülerinde, ahlâkî sorunlara ağırlık verdi, maddeci toplumun doğal insan üzerindeki etkilerinden söz etti. Karşı olduğu Çarlık yönetimi tarafından sevilmedi. 1850'lerden sonra köylülerin eğitimsizliğini sorun görerek Polyana'da köylü çocuklar için açtığı okulda ilerci öğretim yöntemlerini başarıyla uyguladı. Ahlâkçı düşünür Tolstoy ailesinin rahat yaşamıyla inancının gerektirdiği basit yaşam arasındaki çelişkiye daha fazla katlanamayarak 1910 yılında doktoru ve küçük kızı Alexandra'yla birlikte bir gece evi gizlice terk etti; birkaç gün sonra da ıssız bir tren istasyonunda zatürreeden öldü.
İNSANA NE KADAR TOPRAK LAZIM?
Tolstoy'un, İnsana Ne Kadar Toprak Lazım kitabı iki hikâyeden oluşuyor. İlk hikâye; Efendi ile Uşak. İkinci hikâye; İnsana Ne Kadar Toprak Lazım?
Efendi ile Uşak
Efendi ile Uşak; 1870'de, Rusya'da, kutsal bayramları olan kış yortusundan sonra efendi ile uşağın bir günlük yolculukta yaşadıklarını anlatan bir hikâye. Ancak okudukça tüm hayatlarını öğreniyoruz hikâye kahramanlarının. Kişilik tasvirleriyle, olayların anlatılışıyla yalın, heyecanla okunacak, ders alınacak bir hikaye çıkıyor karşımıza.
İkinci sınıf tüccar olan Vasili Andreiç Brehunov kış yortusunun son misafirlerini uğurlayınca hemen yola çıkmak için hazırlanmaya başlar. Yakınlarda oturan genç toprak sahibinin sattığı ormanı almak ister. Şehirli tüccarlar bu fırsatı elinden kapmasınlar diye acele eder. Orman sahibi on bin ruble ister fakat Vasili Andreiç yedi bin rubleye alacağına emindir.
Vasili Andreiç'in uşağı olan Nikita çalışkan, becerikli, işine dört elle sarılan, iyi huylu bir hizmetkârdır. Yalnızca yılda bir iki kez çok kötü içer, elbiselerine varıncaya kadar her şeyini içki için satar, bununla da kalmaz kavga çıkarır, ortalığı karıştırırdı. Son bir aydır yemin ettiği için içmiyordu. O yüzden kış yortusunda ağzına bir damla bile içki girmemiştir.
Efendisinin emri üzerine atı kızağa bağlar. Yolculuk için artık hazırdırlar. Sabahı bekleyemez efendisi. Hatta Vasili Andreiç için kar, tipi, gece hiçbiri önemli değildir. Zor bir yolculuk başlar. Gece ilerledikçe tipi dolayısıyla soğuk artar. Bir kaç kez yollarını kaybederler. En sonunda bir kar yığınının içine saplanır kızak. Vasili Anndreiç alacağı ormanı ve kazanacağı parayı düşünüp bir an önce gitmek ister. Nikita belki de ilk defa efendisine karşı çıkar. Yapacak başka bir şey kalmadığını, atın da kendisinin de takatının kalmadığını, geceyi bu kar yığınının üzerinde geçireceklerini söyler. Bu durum, zorluklara alışkın Nikita için çok zor görünmemektedir. Fakat Vasili Andreiç için aynı şey geçerli değildir. Zira birkaç saat sonra Nikita'nın kaybedecek hiçbir şeyi olmadığını, kendisinin ise kaybedecek çok şeyi (evi,parası,malı hatta alacakları) olduğunu düşünen Vasili Andreiç atın üstüne atlar. Tek başına rahat bir şekilde yolu bulabileceğini, atın bir kişiyi daha rahat taşıyabileceğini düşünür.
Nikita efendisinin gittiğini anlar. Kendi kendine; “zavallı, yola çıktığına pişman olmuştur, zevki sefa içinde ömür süren ölmek istemez” diye düşünürken uyuya kalır. Hedefine ulaşmaya çalışan Vasili Andreiç tipinin de etkisiyle dönüp dolaşıp kızağın yanında bulur kendini. Aynı yerde bir daire çizdiğini anlar. Nikita'ya seslenir. Zor duyulan bir sesle “ben ölüyorum” der Nikita.
Efendi olmanın bir hükmü kalmamıştır. Yarım dakika kadar sessiz kalır Vasili Andreiç. Sonra kesin bir tavırla önce Nikita'nın üzerindeki karları temizler, sonra kemerini çözüp kürkünün yakasını açar ve sadece kürküyle değil bütün vücuduyla Nikita'nın üzerine uzanır. “Bak bir de öleceğim diyorsun”, “Yat, ısın” der. Sözünün devamını getirememesine kendisi de şaşırır. Gözlerinden yaşlar boşanır, alt çenesi titrer. Artık aklında ne alacağı orman, ne verecekliler, ne de malı vardır. Şimdiye kadar hiç hissetmediği coşkun bir duygu yaşar. Kürkünün yakasıyla gözyaşlarını silip, kürkünün çıkan kenarlarını Nikita'nın vücudunun altına sıkıştırmaya çalışır. Hissettiği mutluluk ve farklı düşünceler içinde uyuyup kalır.
Ertesi gün köylüler Vasili Andreiç ve Nikita'yı karın altından çıkarırlar. Vasili Andreiç donarak ölmüştür. Nikita ise hastaneye kaldırılır ve üç parmağı kesilir. Hastaneden çıktıktan sonra yirmi yıl daha yaşar. Artık ömrü boyunca ihmal ettiği gerçek efendisine, yani yaratıcısına hizmete önem verir. Ölmeden önce aras ıra dövdüğü ve kötü davrandığı karısından helallik diler. Eşi de onu bağışlar.
Tıpkı istediği gibi, elinde yanan bir mumla kutsal resimlerin önünde uzanmış bir halde ölür.
İnsana Ne Kadar Toprak Lazım?
Bu hikayede hep daha fazla ve daha verimli toprak sahibi olmak isteyen Pahom'un yaşadıkları anlatılmaktadır.
Pahom sürekli daha fazla kazanmaya ve zengin olmaya çalışan bir çiftçidir. Bir gün daha verimli topraklara sahip olmak için “Başkır”ların yaşadığı topraklara gider. Adeta insanın bütün bir ömrünü ifade eden bir günlük bir yarışa çıkar.
Başkırların reisi, Pahom'a, gözünün gördüğü her yeri bir şartla alabileceğini söyler. Şartı şudur: Pahom bir noktadan almak istediği toprağı küçük çukurlar kazarak işaretleyecektir ancak, akşama kadar istediği genişlikte araziyi kazarak başladığı noktaya gelmek zorundadır. Yarış sabah güneşin doğuşuyla başlar ve batışıyla da biter.
Pahom güneşin doğuşuyla hoşuna giden merayı büyük bir hızla işaretlemeye başlar. Yolun yarısı geçmiştir ki güzel bir mera daha görür. “Burayı da arazimin içine katarsam iyi olur, verimli bir alan” der. Sağa doğru koşu alanını daha da fazla genişletir. Güneşin batmasına az kalmıştır. Ayakları yara içindedir, çok yorulmuştur ama ne olursa olsun başladığı yere güneş batmadan yetişmelidir. Hırs gözünü bürümüştür. Hızını arttırır, var gücüyle koşar. Alkışlar içinde güneş batmadan başladığı yere yetişir. O yorgunlukla yığılır kalır. Uşağı seslenir ama cevap alamaz. Ağzından kan gelmiş ve ölmüştür efendi Pahom. Yarışın başladığı ve bittiği noktaya, hemen olduğu yere gömülür uşağı tarafından. Ve burada ibret verici o son sözü söyler bize Tolstoy: “Onun İhtiyaç Duyduğu Üç Arşın Kadar Bir Topraktı…''
Kitap hepimizin yaşamın koşuşturmacasına daldığı bir ortamda, bizi bu psikolojik iklimden kopararak yaşamın anlam ve amacına ait düşünmeye sevk ediyor. Yaşamın amacının ne olduğunu bir kez daha düşünmemize sebep oluyor. Hayatta yaşamımızın devamını sağlayan araçlar bazen amaç olabileceğini gösteriyor. Kitap, gerçek yaşam amacımızı, hayatın güzelliklerini, hırslarımıza kurban etmememiz gerektiğini bizlere hatırlatıyor.
Çocuklar için olduğu kadar büyüklerin de heyecan ve ibretle okuyabileceği bir kitap.
Dilek Kuruçay
Kaynak: aileakademisi.org