Caferî Fıkhına Göre Temyiz Çağındaki Çocuğun İbadetlerinin Değeri
Çocukların yapacağı ibadetlere sadece birer alışkanlık ve alıştırma olarak değil, uhrevî karşılığı olan ve sevap terettüp eden eylemler olarak bakmak daha tutarlıdır. Bu hususta kız çocuğu ile erkek çocuğu arasında fark bulunmamaktadır.
Caferî Fıkhına Göre Temyiz Çağındaki Çocuğun İbadetlerinin Değeri
Cevher CADUK*
Özet: İnsanların ergenlik çağıyla birlikte ibadetlerle yükümlü oldukları bilinmektedir. Bu kabul çocukların daha öncesinde gerçekleştirdikleri ibadetlerin hiçbir değerinin olmadığı anlamına gelmemektedir. Kişiye değer katan şey şahsiyeti olduğu gibi çocuğa verilebilecek en güzel hediyelerden birisi edep, ahlak ve ibadet alışkanlığını kazandırmaktır. Çocuklara her ne kadar temyiz çağında ibadet vacip olmasa da bu temyiz çağındaki çocukların ibadetten mahrum kalmaları anlamına gelmez. Tam aksine ‘ağaç yaş iken eğilir' atasözünü doğrulayacak şekilde temyiz çağında çocuklara öğretilen ibadet çocuğun gelecek zamanlarında sürekli ibadetle meşgul olmasını sağlar hatta bunu bir hazz olarak görür. Diğer taraftan ibadetler zaten saf ve temiz olan çocuğun günlük yaşantısında Allah Teâlâ'ya bir kat daha yakın olmasını sağlar. İşte biz de bu çalışmamızda çocuğun yerine getirdiği ibadetlerin şer'î açıdan değerini ve önemini ortaya koymaya çalıştık.
Anahtar Kelimeler: Sahih, Temyiz, Teklif, Alıştırma, Vazî Hüküm ve Teklifî Hüküm.
Giriş
Günümüzdeki teknolojik gelişmeler bizimle yavrularımız arasındaki mesafeyi açmakta ve onları bizlerden uzaklaştırmaktadır. Ahlakî değerlerden uzaklaşmanın yanı sıra dinin ibadet boyutuna bir yabancılaşmayı da beraberinde getirmektedir. Aile reisleri olarak bu girdaptan kurtulmanın yollarını Müslüman bireyler olarak araştırma zorunluluğu önceki dönemlerde görülmemiş bir şekilde kendisini fazlasıyla hissettirmektedir.
Kur'an-ı Kerim Müslüman bireylerin ailelerine karşı da sorumluluklarının bulunduğunu bize belirtmekte ve onlara namazı emretmemizi ve bizim de namaz hususunda sabır ve dirayet göstermemizi istemektedir.
“Ailene namazı emret ve kendin de ona devam et. Senden rızık istemiyoruz. Sana da biz rızık veriyoruz. Güzel sonuç, Allah'a karşı gelmekten sakınanlarındır.”[1]
Biz bu meselenin çözümlerini ve kullanılacak metodu ahlak üstadlarına bırakarak, çocukların gerçekleştirdikleri ibadetlerin fıkhî açıdan değerini ele almak istiyoruz. Diğer bir ifadeyle çocukların gerçekleştirdikleri ibadetlerin sahih olup olmadığını incelemek istiyoruz.
Temyiz çağında bulunan çocuğun gerçekleştirdiği ibadetlerin sahih ve şer'î olduğunu kadim dönem âlimleri arasında genel geçer bir kabul olduğunu ilk dönem Şîa kaynaklarından anlayabiliyoruz. Sahih ve şer'î oluş, çocuğun gerçekleştirdiği ibadetlere sevap verileceği anlamını taşımaktadır. Bu durum aynı zamanda âlimlerin meseleye bir alıştırma açısından bakmadıklarının da kanıtı olarak algılanabilir.
Şehid-i Evvel'e göre dokuz yaşındaki çocuk tuttuğu oruçtan sevap almakta, hatta bu oruç, ıstılahî anlamdaki oruç isminin kapsamına girmektedir.[2]
Şeyh Tusî de bu şekildeki orucun şerî ve sahih olduğunu dile getirir.[3] Allâme Hıllî ise meseleye farklı bir perspektiften bakarak bu tür ibadetlerin alıştırma olarak değerlendirilmesinin doğruya daha yakın olduğunu dile getirir.[4] Allâme'ye göre teklifin gerçekleşebilmesi için ergenlik şarttır, şart olumsuzlanınca direkt olarak şartı barındırmayan kişinin ameli de olumsuzlanmış oluyor.[5] Rivayetlerde de bu görüşü destekleyen hususlarla karşılaşılmaktadır:
‘عن أبي ظبيان قال: اتي عمر بامرأة مجنونة قد فجرت فأمر برجمها فمروا بها على علي بن أبي طالب عليه السلام فقال: ما هذه؟ قالوا: مجنونة فجرت، فأمر بها عمر أن ترجم، فقال: لا تعجلوا فأتى عمر فقال له: أما علمت أن القلم رفع عن ثلاثة: عن الصبي حتى يحتلم، وعن المجنون حتى يفيق، وعن النائم حتى يستيقظ.'
Ömer'e zina eden deli bir kadın getirildi. Ömer derhal kadının recm edilmesini emredince Emîrü'l-Mü'minîn Ali (a.s.) şöyle buyurdular: “Ergenlik çağına ulaşıncaya kadar çocuktan, ayılıncaya kadar deliden ve uyanıncaya kadar uyuyan kişiden sorumluluğun kalktığını bilmiyor musun?”[6]
Şöyle ki, teklifî hükümlerden olan hurmet kapsamına giren eylemlerin çocuklar tarafından gerçekleşmesi halinde çocukların sorguya çekilmemesi bu görüşü kuvvetlendiren hususlardandır. Ancak bu delillendirmeler söz konusu görüşü pek de güçlendirememektedir. Bu görüşün tutarlığı ve geçerliliği çok su götürür. Öncelikle Allâme söz konusu şartın mutlak olduğundan hareket etmek istiyor. Akıl, temyiz çağındaki çocuğa hitabın yöneltilebileceğini kabul eder. Şöyle ki, şer'î açıdan bakıldığında vâciblik ve hurmet ile ilgili teklifin ergenliğe dayandığı doğru olsa da mendub ve müstehab amellerle çocuğun mükellef olmasında ne aklen ne de şeran herhangi bir engel ve sakınca bulunmadığına hükmedebilir. Dolayısıyla ergenlik çağına gelmeyen bir çocuğun kişiyle birlikte bir namaz kılmasında dinen sakınca olmadığı gibi bir güzellik olduğunu söyleyebiliriz.
Özetle şartı teklif/yükümlülük kapsamına giren vâcib, müstehab, mekruh ve haram gibi bütün eylemleri kapsayacak bir şekilde genelleştirmek oldukça güçtür. Rivayetler bağlamında meseleye bakıldığında konu daha belirgin halde kendisini gösteriyor. Rivayetlerde çocukların gerçekleştirdikleri bazı eylemlerin geçerli olup yürürlüğe konulduğu, dahası imametinin ve ezanının sarih düzeyde sahih olduğunu gösteren hadislerle karşılaşabiliyoruz.
Çocuğun gerçekleştirdiği eylemlerin yürürlüğe girdiği ve sahih kabul edildiği bazı hususları hadislerle sunmaya çalışalım.
1-Kuleynî, Muhammed İbn Müslim'den şöyle rivayet etmektedir:
‘عن محمد بن مسلم قال: سمعت أبا عبد الله عليه السلام يقول: إن الغلام إذا حضره الموت فأوصى ولم يدرك جازت وصيته لذوي الارحام ولم تجز للغرباء.'[7]
“Ben Ebâ Abdullah (a.s.)'ın şöyle buyurduğunu işittim: ‘Çocuk ölüm döşeğine düşer de vasiyette bulunacak olursa Zevi'l-Erham için yaptığı vasiyetler geçerlidir ve yürürlüğe girer. Ancak yabancılar için yaptığı vasiyetler geçersizdir.'”
2- Ebû Basîr kanalıyla Ebî Abdullah (a.s.)'dan şöyle rivayet edilmiştir:
‘عن أبى بصير عن أبى عبد الله (عليه السلام) أنه قال: " إذا بلغ الغلام عشر سنين فأوصى بثلث ماله في حق جازت وصيته، وإذا كان ابن سبع سنين فأوصى من ماله باليسير في حق جازت وصيته'[8]
“Çocuk on yaşına ulaşır da malının 1/3'ü hakkında vasiyette bulunursa vasiyeti geçerlidir. Eğer çocuk yedi yaşına ulaşır da malının az ve önemsiz bir bölümü hakkında vasiyette bulunacak olursa vasiyeti geçerlidir.”
3-Zürâre'den rivayet edildiğine göre, o şöyle demiştir:
“Çocuk on yaşına ulaştığında malında bir köleyi azad etme, sadaka verme, maruf ve hak vecih üzere vasiyette bulunma hakkına sahiptir. Bu muameleleri geçerlidir ve yürürlüğe girer.”
‘عن زرارة قال اذااتى على الغلام عشر سنين فانه يجوز له في ماله ما اعتق أو تصدق أو اوصى على وجه معروف وحق فهو جائز'[9]
4-Ebî Abdullah (a.s.)'dan şöyle rivayet edilmiştir:
‘عن أبى عبد الله عليه السلام قال: إذا بالغ الصبي خمسة اشبار اكلت ذبيحته،'[10]
“Çocuk boy itibariyle beş karışlık bir uzunluğa ulaşacak olursa kestiği hayvanın eti yenilir.”
5- Kuleynî, Ebî Abdullah (a.s.)'dan şöyle rivayet etmektedir:
‘، عن أبي عبد الله (عليه السلام) قال: لا بأس بالغلام الذي لم يبلغ الحلم أن يؤم القوم وأن يؤذن'[11]
“Henüz ergenlik çağına ulaşmamış çocuğun cemaate imam olmasında ve ezan okumasında herhangi bir sakınca bulunmamaktadır.”
Bu hadisler ışığında şu sonuçlara ulaşabiliriz:
a-Çocuk sadaka verebilir.
b- Köle azadında bulunabilir.
c-Ezan okuyabilir.
d-Belirli bir boy uzunluğuna erişecek olursa şeri boğazlamaya uygun bir şekilde gerçekleştirdiği hayvan kesimi sahihtir ve eti de yenilebilir.
Şâri' tarafından çocuğun bu davranışlarına izin verildiğine ve geçerli sayıldığına göre, çocuk amellerinden sevap da elde edebilir. Gerçekleştirdiği ibadetler de pekâla sahih olmaktadır.
Çocuk ibadetlerinin şer'îliği konusunda olumsuz tutum sergileyenlerden bir diğeri Şehidü's-Sâni'dir. Şehidü's-Sâni, çocuğun gerçekleştirmiş olduğu ibadetlerin alıştırma kabilinden olduğu görüşüne meylederek şöyle der:
Muhakkık, “temyiz çağına erişmiş çocuğun niyeti sahihtir ve orucu da şer'îdir” der. Çocuğun niyetinin ve orucunun sahih olduğu hususunda herhangi bir problem bulunmamaktadır. Çünkü niyeti ve orucu vazî hitap türündendir ki, bu da teklife/yükümlülüğe dayanmamaktadır. Orucunun şer'î oluşuna gelince, bu çok su götürür. Çünkü şer'î hitap mükelleflere özgüdür. En sahih görüşün şöyle olduğu kanaatindeyiz: Çocuğun tuttuğu oruç ibadeti şer'î değil, temrinîdir.[12]
Şehidü's-Sâni'nin bu görüşleri ince elenmiş gibi görünmüyor. Şehid'in (k.s.) teklifî hüküm ile vazî hüküm arasında kurmaya çalıştığı standart ilişki pek de tutarlı görünmüyor ve kapsam sahası da dardır.
Vazî hüküm teklife dayanmamaktadır. Teklifin olmadığı durumlarda da vazî hükümler bulunmaktadır. Örneğin, borcu ve ödemeyi gerektiren vazî hükmü ele alalım: Birisinin malında meydana getirilecek zarar veya malını telef etme tazmin etme zorunluluğunu doğurur. Sadakanın, vakıf, köle azadının yürürlüğe konulması ve imamet gibi şeylere gelince, bunlar örfen teklifî hükmün kapsamına girmektedirler. Dolayısıyla bu sahalarda gerçekleştirilen şeyler sahihlik niteliğini aldığı gibi sevap da terettüp eder.
Rivayetlerde bu hususa destek olabilecek bazı noktalarla karşılaşabiliyoruz. Dişleri biten çocukların hacları çerçevesinde aktarılan rivayetler görüşümüzü desteklemektedir. Bu türdeki çocuklar hacc nüsuklarını ve eylemlerini ya direkt kendileri yerine getirirler ya da niyabeten onlar adına başkaları yerine getirir. Biz bu rivayetlerden sadece görüşümüzü desteklediği kadarını almakla yetineceğiz.
Kuleynî, Abdurrahman İbn el-Haccac'tan rivayet etmektedir. Ebû Abdullah (a.s.)'dan rivayet edilen uzunca hadisin bir bölümünde şu ifadeler geçmektedir:
‘إذا كان يوم التروية فأحرموا عنه وجردوه وغسلوه كما يجرد المحرم وقفوا به المواقف فإذا كان يوم النحر فارموا عنه وأحلقوا عنه رأسه ومري الجارية أن تطوف به بين الصفا والمروة،'
“Terviye günü olduğunda ihrama koyunuz, ihramlı kişinin soyunması gibi onu soyup yıkayınız. Nahr günü olduğunda remy-i cimarını yapıp, başını tıraş ediniz. Sonra Kâbe'yi tavaf ettiriniz. Kız çocuklarına da Safâ ile Merve arasında tavaf etmesini emrediniz.”[13]
Hadis, çocuğa hacc amellerini yaptırmayı içermektedir. Bu yaptırma aslında amelin şeri yönünün olduğunu göstermektedir.
Bir başka açıdan bakıldığında, bir şeyi emretmeyi istemek aslında o şeyi emretmek demektir. Bu da emreden kişinin bunu dilediğini ve istediğini göstermektedir.
Halebî'nin Ebû Abdullah (a.s.)'dan aktardığı sahih hadis bu hususu desteklemektedir. İmam Sâdık (a.s.) şöyle buyurmaktadır:
‘قال: إنا نأمر صبياننا بالصيام إذا كانوا بني سبع سنين بما أطاقوا من صيام اليوم فإن كان إلى نصف النهار وأكثر من ذلك (4) أو أقل فإذا غلبهمالعطش والغرث أفطروا حتى يتعودوا الصوم ويطيقوه فمروا صبيانكم إذا كانوا أبناء تسع سنين بما أطاقوا من صيام فإذا غلبهم العطش أفطروا'
“Biz çocuklarımıza yedi yaşına girdiklerinde güçlerinin yettiği kadar günün belli bir miktarınca yarım gün, daha az veya daha çok oruç tutmalarını emrederiz. Açlık ve susuzluk onlara galebe çaldığında ise iftar etmelerini emrederiz. Böylece bu teşvik üzere oruç tutmaya alışır, oruç tutma gücünü elde ederler. Sizler de çocuklarınız dokuz yaşına girdiğinde onlara güçleri yettiğince günün belli bir miktarında oruç tutmalarını, susuzluk onlara galebe çaldığında da oruçlarını açmalarını emrediniz.”[14]
Oruç ve hacc ile ilgili sunduğumuz bu hadisler çocuğun ibadetlerinin şer'î olduğunu yeterince ispat etmektedir. Özellikle İmam'ın, “çocuklara emrediniz” ifadelerini göz önüne alınca bu şer'îlik biraz daha pekişmektedir.
Çocukların ibadetleri ile ilgili ifadeler genellikle oruç bölümünde ele alınır. Konuyla ilgili olarak, fıkıh âlimlerimizin açıklamalarından birkaçını sunalım.
Çocuğa Orucu Emretmenin Yaşı
Öncelikle şunu belirtelim ki, yukarıda geçen hadisten dolayı çocuğun ergenlik öncesi oruca alıştırılmasının müstehab oluşu noktasında herhangi bir kuşku olmadığı gibi, bir görüş ayrılığının olması da söz konusu değildir. Erken yaşlarda çocuğun teklifle tanıştırılması çocuğun şahsiyeti açısından da önemlidir. Kısmen de olsa orucun çetinliğini tadan çocuk küçük yaşlarda irade eğitimi gördüğü gibi, sabırla da tanışmış olacaktır. Bu kısa izahtan sonra, mevzuyla ilgili âlimlerin görüşlerine geçelim.
Şeyh Tusî'nin (h. 460) en-Nihaye ve el-Mebsut adlı eserlerinde bu konuda birbirine paralel iki açıklama bulunmaktadır. O, el-Mebsut adlı eserinde şer'î ibadetler için ergenliğin şart olduğunu belirttikten sonra, ergenliğin belirtisinin erkek çocuklarda ihtilam, tüy bitmesi veya 15 yaşı tamamlama kanallarından birisi olduğuna vurgu yapar. Sonrasında alıştırma ve öğretme amacıyla çocuğun gücünün yetmesi halinde daha önceden sığaya çekilmesinin ve ibadetlere alıştırılmasının müstehab olduğunu söyler. Bunun da sınırının dokuz yaş olduğunu belirtir.[15]
Şîa'nın kadim âlimlerinden Şeyh Müfîd'in (h.413) ise olaya bakışını şu şekilde aktarabiliriz: O, ergenlik dönemine yaklaşmış çocuğa tedip orucunun tutturulması gerektiğini belirtir. Açlık ve susuzluğun çocuğu hırpalaması halinde çocuğa iftar ettirilir. Üç gün peşi sıra oruç tutabilecek bir kudrete sahip olduğu gözlendiğinde ayın bütününü oruçlu geçirmesi kendisine söylenir.[16]
Bu çerçevede şöyle bir soruyla karşı karşıya kalıyoruz. Çocuklarımıza yönelteceğimiz bu emirlerin niteliği nasıl olmalıdır? Sadece birkaç defa çocuğa söylenilip üstün körü geçiştirilmeli mi yoksa bir ısrar söz konusu mudur? Israr edilmesi halinde çocukta bir sıkıntı ve baskı oluşturmaz mı? Bir soğukluk meydana getirmez mi? Yoksa yumuşaklıkla söylenip kendi haline mi bırakılmalıdır?
Bu konuda, yukarıda alıntıladığımız Kuleynî'nin İmam Sâdık (a.s.)'dan aktardığı hadis bize ışık tutmaktadır. Bu rivayette şu özellikler göze çarpmaktadır.
a- Çocuğa oruç emredilmeli.
b- Çocuğun nahif ve narin yapısı göz ardı edilmemeli.
c- Başladığı orucu tamamlama gibi bir zorlamaya gidilmemeli.
d- Çocuğun takati biraz zorlanmalıdır.
el-Hıllî, klasik dönem âlimlerinin görüşlerine yer verdiği el-Muhtelef adlı eserinde ki, kendisi de o döneme yakındır, şu görüşleri aktarır:
İbnü'l-Cüneyd, çocuğun oruca gücünün yetmemesi halinde dahi oruca alıştırılmasının müstehab olduğu görüşündedir. İbn Babeveyh el-Kummî'nin iki oğlu ise çocukların oruca güçlerinin yetmesi halinde dokuz yaşında artık muahezeye alınmaları gerektiğini, güçlerinin öğleye kadar yetmesi halinde ise o esnaya kadar dayanmaları gerektiğini belirtir. Eğer çocuk açlığa ve susuzluğa yenilir ve dayanamaz ise orucunu bozar.[17]
Yazar daha sonra doğruya en yakın olan görüşün Şeyh'in el-Mebsut adlı eserindeki görüş olduğunu benimser. Şeyh söz konusu eserinde bu tür ibadetlerin temrinî/alıştırma olduğunu, ancak dayanabilmeleri halinde ise müstehab olduğunu söyler.[18]
Hükümlerde geçen “oruca güç yetirebilme” şartı, yukarıda Halebî'den aktardığımız rivayette geçen “etâkû/güç yetirebilme” kaydından dolayıdır.
İnsan bir yerde alışkanlıklarının esiridir. Bir ahlak ve tavır insanda meleke halini almaya başlayınca insan kendiliğinden o tavrı ortaya koyar. Bu tavrın değişim ve dönüşümü ancak yeni bir alıştırma ile mümkün olabilir. Kur'an-ı Kerim'de ve rivayetlerde geçen 40 gün ifadeleri de bir tür alışkanlık kazanma ameliyesine yöneliktir.
Bir Hadisin Değerlendirilmesi
Konuyla ilgili, çocukların güçlerinin yetmesi halinde kendilerine oruç tutmanın farz olduğunu ihsas ettiren bir hadis bulunmaktadır. Hadis “sabî/çocuk” “vücub” ve “itakat/dayanabilme” lafızlarını içermektedir. Hadisin zahiri bu özellikteki çocuklara orucun vâcib olduğunu göstermektedir.
Rivayet şöyledir: İsmail İbn Ebû Ziyad, Ebî Abdullah (a.s.)'dan o da babaları kanalıyla Emîrü'l-Mü'minîn Ali (a.s.)'dan şöyle rivayet etmektedir:
‘عن ابي عبد الله عليه السلام عن أبيه عن علي عليهما السلام قال: الصبي إذا اطاق ان يصوم ثلاثة ايام متتابعة فقد وجب عليه صيام شهر رمضان.'
“Ardarda üç gün oruç tutabilen çocuğa ramazan orucunu eda etmesi vaciptir.”[19]
Teklifin ergenliğe bağlı olduğunu bildiğimizden dolayı hadisteki vücubu, zahirî üzere almak olanaksız görünüyor. Bundan dolayı vâcibliği kuvvetli müstehablığa hamletmek gerekiyor.[20]
Ancak Muhakkık Hıllî, hadisi fıkhî hüküm noktasından değil de pratik açıdan da değerlendirerek bu şekildeki bir çocuğun veli/baba tarafından zorlanması gerektiğini belirtir. Bu değerlendirmeden önce de kız ve erkek çocuğun ergenlikten önce alışkanlık cihetiyle oruç tutmaları gerektiğine dikkat çeker.[21]
Sonuç
Kişinin sonraki yaşamını belirleyecek ve yönlendirecek olan bu meselede çocuklara yapabileceğimiz iyiliklerden ve verebileceğimiz lütuflardan birisi, onlara din sevgisi verebilmek ve onları ibadetlerle tanıştırabilmektir. Çocukların yapacağı ibadetlere sadece birer alışkanlık ve alıştırma olarak değil uhrevî karşılığı olan ve sevap terettüp eden eylemler olarak bakmak daha tutarlıdır. Bu hususta kız çocuğu ile erkek çocuğu arasında fark bulunmamaktadır.
Kaynakça:
el-Amilî, Şeyh Şemsüddîn Muhammed İbn Mekkî (h. 786), ed-Durusu'ş-Şer'iyye fî Fıkhi'l-İmamiyye, c. 1, Tahkik: Müessesetü'n-Neşri'l-İslâmî, Kum el-Mukaddese, 1. Basım, 1412.
el-Bahranî, Muhaddis Şeyh Yusuf (h. 1186), el-Hadaikü'n-Nadıra fî Ahkâmi'l-İtreti't-Tahira, c. 13, Tahkik ve talik: Muhammed Takî Eyrevanî, Menşurat-ü Cemaati'l-Müderrisin, Kum el-Mukaddese, 1. Basım, Tarihsiz.
el-Hillî, İbnü'l-Mutahhar Cemâlüddîn Hasen b. Yûsuf b. Alî, Muhtelefü'ş-Şîa fî Ahkâmi'ş-Şeria, c. 3, Müessesetü'n-Neşri'l-İslamî, Kum el-Mukaddese, 1. Basım, 1413.
----------------------, Şerâiü'l-İslam fî Mesaili'l-Helali ve'l-Haram, c. 1, s. 147, Tahkik ve talik: Seyyid Sadık Şirazî, İntişarat-ü İstiklal, Tahran, 1409 h.k.
el-Kuleynî, Ebû Cafer Muhammed İbn Yakub İbn İshak (h. 328), el-Furu' mine'l-Kâfî, c. 7, Talik: Ali Ekber el-Gıfarî, Dârü'l-Kütübi'l-İslamiyye, Tahran, 1388, 1. Basım.
el-Kummî, Şeyhü'l-Celil el-Akdem es-Sâduk Ebû Cafer Muhammed İbn Ali İbn el-Hüseyn İbn Babeveyh (h.381), Kitâbü'l-Hisal, Tashih ve talik: Ali Ekber el-Gıfarî, Menşurat-ü Cemaati'l-Müderrisin, Kum el-Mukaddese, 1403.
----------------------, Men lâ Yahduruhu'l-Fakih, Tashih ve talik: Ali Ekber Gıfarî, c. 4, Menşurat-ü Cemaati'l-Müderrisin, Kum el-Mukaddese, 1404, 2. Basım.
el-Müfîd, Fahrü'ş-Şîa Ebu Abdullah Muhammed İbn Muhammed en-Numan el-Akberî el-Bağdadî (h. 413), el-Mukni'a, Tahkik ve neşr, Müessesetü'n-Neşri'l-İslamî, 2. Baskı, Kumu'l-Müşerrefe, 1410.
et-Tusî, Şeyhü't-Taife Ebû Cafer Muhammed İbn el-Hasan İbn Ali (h. 460), el-Mebsut fî Fıkhi'l-İmamiyye, c. 1, Tashih ve talik: Seyyid Muhammed Takî el-Keşfî, Mektebetü'l-Murtazaviyye lî-İhyai'l-Asari'l-Caferiyye, Tahran, 1387.
----------------------, Tehzibü'l-Ahkâm fî Şerhi'l-Mukni'a, c. 9, Tahkik ve talik: Hüccet Seyyid Hasan el-Musevî el-Horasan, Darü'l-Kütübi'l-İslamiyye, Tahran, 1365 h.ş.
* İlahiyatçı-Öğretmen. mail: cevhercaduk@hotmail.com
[2] Şeyh Şemsüddîn Muhammed İbn Mekkî el-Amilî, (h.786), ed-Durusu'ş-Şer'iyye fî Fıkhi'l-İmamiyye, c. 1, s. 286, Tahkik: Müessesetü'n-Neşri'l-İslâmî, Kum el-Mukaddese, 1. Basım, 1412.
[3] Şeyhü't-Taife Ebû Cafer Muhammed İbn el-Hasan İbn Ali et-Tusî, (h. 460), el-Mebsut fî Fıkhi'l-İmamiyye, c. 1, s. 278, Tashih ve talik: Seyyid Muhammed Takî el-Keşfî, Mektebetü'l-Murtazaviyye lî-İhyai'l-Asari'l-Caferiyye, Tahran, 1387.
[4] İbnü'l-Mutahhar Cemâlüddîn Hasen b. Yûsuf b. Alî el-Hillî, Muhtelefü'ş-Şîa fî Ahkâmi'ş-Şeria, c. 3, s. 386, Müessesetü'n-Neşri'l-İslamî, Kum el-Mukaddese, 1. Basım, 1413.
[6] Şeyhü'l-Celil el-Akdem es-Sâduk Ebû Cafer Muhammed İbn Ali İbn el-Hüseyn İbn Babeveyh el-Kummî, (h.381), Kitâbü'l-Hisal, s. 93-4, Tashih ve talik: Ali Ekber el-Gıfarî, Menşurat-ü Cemaati'l-Müderrisin, Kum el-Mukaddese, 1403.
[7] Ebû Cafer Muhammed İbn Yakub İbn İshak el-Kuleynî, (h. 328), el-Furu' mine'l-Kâfî, c. 7, s. 28, Talik: Ali Ekber el-Gıfarî, Dârü'l-Kütübi'l-İslamiyye, Tahran, 1388, 1. Basım.
[8] Şeyhü'l-Celil el-Akdem es-Sâduk Ebû Cafer Muhammed İbn Ali İbn el-Hüseyn İbn Babeveyh el-Kummî, (h.381), Men lâ Yahduruhu'l-Fakih, Tashih ve talik: Ali Ekber Gıfarî, c. 4, s. 198, Hadis no: 5452, Menşurat-ü Cemaati'l-Müderrisin, Kum el-Mukaddese, 1404, 2. Basım.
[9] Şeyhü't-Taife Ebû Cafer Muhammed İbn el-Hasan İbn Ali et-Tusî, (h. 460), Tehzibü'l-Ahkâm fî Şerhi'l-Mukni'a, c. 9, s. 181, Tahkik ve talik: Hüccet Seyyid Hasan el-Musevî el-Horasan, Darü'l-Kütübi'l-İslamiyye, Tahran, 1365 h.ş.
[10] a.g.e., a.g.y., hadis no: 726.
[11] el-Kuleynî, a.g.e., c. 3, s. 376.
[12] Muhaddis Şeyh Yusuf el-Bahranî, (h. 1186), el-Hadaikü'n-Nadıra fî Ahkâmi'l-İtreti't-Tahira, c. 13, s. 55, Tahkik ve talik: Muhammed Takî Eyrevanî, Menşurat-ü Cemaati'l-Müderrisin, Kum el-Mukaddese, 1. Basım, Tarihsiz.
[13] el-Kuleynî, a.g.e., c. 4, s. 300.
[14] a.g.e., c. 4, s. 124.
[15] et-Tusî, el-Mebsut, c. 1, s. 266; en-Nihaye fî Mücerredi'l-Fıkıh ve'l-Fetava, s. 149, İntişarat-ü Kuds-i Muhammedî, Kum.
[16] Fahrü'ş-Şîa Ebu Abdullah Muhammed İbn Muhammed en-Numan el-Akberî el-Bağdadî el-Müfîd, (h. 413), el-Mukni'a, s. 367, Tahkik ve neşr, Müessesetü'n-Neşri'l-İslamî, 2. Baskı, Kumu'l-Müşerrefe, 1410.
[17] el-Hillî, a.g.e., c. 3, s. 486.
[19] et-Tusî, Tehzibü'l-Ahkâm fî Şerhi'l-Mukni'a, c. 4, s. 281, Hadis no: 852.
[20] el-Hillî, a.g.e., c. 3, s. 487.
[21] el-Hıllî, Şerâiü'l-İslam fî Mesaili'l-Helali ve'l-Haram, c. 1, s. 147, Tahkik ve talik: Seyyid Sadık Şirazî, İntişarat-ü İstiklal, Tahran, 1409 h.k.
Kaynak: intizardergisi.com