Dünya Mustazaflar Birliği
4.jpg
"Müslüman halklar elele vermeli, bir birlik oluşturmalı; cani Amerika ve onun beslemesi fesat yuvası İsrail’in başını çektiği dünya istikbarına karşı ‘Mustazaflar Örgütü’ adı altında teşkilatlanmalıdırlar.

Günümüz ileri gelen düşünürlerinin birçoğu, maneviyat ve dine yönelişin günbegün artmaya başladığı çağımızı “İmam Humeyni Çağı” olarak adlandırmışlardır.

Bu çağda, İmam Humeyni'nin önderliğinde gerçekleşen İslam İnkılabı'nın zaferiyle birlikte, Tevhid bayrağının bütün dünya semalarında dalgalandırılacağı bir süreç başlamıştır.

Bu inkılabın İran'daki zaferinin tarihsel arka planı; sosyal-siyasal zemini ve akidevî temelleri birçok araştırmacı tarafından mütalaaya tabi tutulmuş, etraflıca incelenmiştir. Anlaşılmalı ki, bu araştırmaların alanını genişletmek ve daha derin çözümlemelerle konuyu ele almak, özellikle İslam dünyasının karanlık girdaplara giriftar olduğu, basiretlerin köreldiği günümüzde büyük öneme haizdir.

Bu doğrultuda atılacak ilk adımlardan biri, hiç kuşkusuz, İslam İnkılabı'nın en önemli rüknü olan önderliğinin tanınmasıdır. İmam Humeyni'nin ilmi kariyeri, irfanî düşünce ve manevî kişiliğiyle İslam tarihinde ender rastlanan kişiliklerden biri olduğu, bu sahalarda söz sahibi olan hiç kimsenin inkâr edemeyeceği bir gerçekliktir. Ancak tabii olarak,  adının tarihin tanık olduğu en büyük inkılaplarından biriyle anılıyor olması,  O'nun “siyasi” kişiliğinin ön plana çıkmasına zemin hazırlamış, daha çok bu alandaki düşünce ve pratiğiyle dikkatleri celbetmiştir.

Biz bu çalışmada, İslam ümmetinin bu gün için yüz yüze bulunduğu koşulları da göz önünde bulundurarak, İmam'ın siyasî düşüncesini ana hatlarıyla tanımaya çalışacak, önemine binaen “İslami Vahdet” ve “Müslümanların Birliği”  konusunun bu düşüncedeki yeri ve önemini inceleyeceğiz.

İmam'ın siyasî çizgisinin en belirgin hattı ve en çok vurguda bulunduğu nokta, ‘'İslam Dünyası'nın Birliği ideali''dir. Bu hedefe giden yolda ise ilk atılacak adım, İslami Vahdet'tir.  İmam, İnkılab'ın zaferinden yıllar önce  “İslam'da Devlet”  teorisini açıkladığı Velayet-i Fakih kitabında İslami Vahdet'in ancak ve ancak bir İslam Devletinin tesisiyle gerçekleşebileceğini belirtir. İlahi-Siyasi Vasiyetnamesi'nde ise bir sonraki adımın “Birleşik İslam Cumhuriyetleri” hedefine yönelmek olduğunu bütün dünya Müslümanlarına hatırlatır. Bu doğrultuda bir çağrıda daha bulunur: “Dünya Mustaz'aflar Örgütü”. Birçok konuşmasında bu ad altında bir örgütlenmenin gerekliliğinden bahseder. Bu çalışmamızda, İmam'ın konumuzla ilgili sözlerinden özet bir derleme sunmaya çalışacağız:

İmam Humeyni'nin inanç ve amel dünyasının ana mihveri ve odak noktası, Allah için yaşamak ve ödev bilincidir. İmam, daha çok genç bir yaşta ve inkılabi kişiliğinin yeni yeni şekillenmeye başladığı yıllarda, inkılab tarihinin en eski belgesi diyebileceğimiz bir yazısında, bir insanın her iki dünya saadetinin “Sadece Allah için Yaşamak” ilkesine bağlılıktan geçtiğini ve dünya Müslümanlarının bütün problemlerinin bireysel çıkarlar ve nefsani arzuların tuzağına kapılmaktan kaynaklandığını dile getirir.

İmam, İslam mektebinin en temel öğelerinden olan “Vahdet” kavramına sürekli vurguda bulunur: “İslam mektebini çok iyi öğrenmeliyiz. İslam, bütün inananları, nerede olurlarsa olsunlar bütün mü'minleri kardeş bilir: ‘Allah'ın ipine sımsıkı sarılınız, ayrılığa düşmeyiniz' der. Başka bir yerdeyse: ‘Birbirinizle çekişmeyiniz, aksi takdirde dağılır paramparça olursunuz' diye buyurur. Müslümanlar, ancak bu ilahi çağrıya kulak verdikleri zaman, süper güçlerin boyunduruğundan ve başlarındaki fasit yönetimlerin kıskacından kurtulabilirler...”

İmamın Müslümanların birliği ülküsünün tahakkuku için ortaya koyduğu bir projeden söz edebilir miyiz?  Evet; İmam, Velayet-i Fakih kitabında bu konuyu aydınlatır. İlk önce dünya emperyalizminin İslam dünyasındaki planlarını  deşifre eder ve Müslümanların başına musallat olmuş kukla yönetimlerin bozuk ve çarpık yapılarına değinir, daha sonra bu çıkmazın ancak güçlü bir siyasî donanım ve inkılabî bir çıkışla aşılabileceğini belirtir ve bütün İslam ülkelerinde gerçekleşecek bu inkılabın dünyanın bütün bölgelerine yaygınlaştırılması gerektiğini vurgular. Bu doğrultuda Müslüman halkların, özelliklede İslam ulemasının üstlenecekleri misyonun önemine dikkat çeker. İmam, kendisi bilfiil bu doğrultuda hareket etmiştir. 1969 yılında Irak'ta vermiş olduğu fıkıh derslerinden derlenen söz konusu kitapta şöyle der:

 “Hem akıl hem de şeriat hükmeder ki; İslam dünyasına musallat olmuş İslam dışı ve İslam karşıtı yönetimlerin, işi bu şekilde devam ettirmeleri karşısında sessiz kalmamalıyız. Bu sözümüzün apaçık gerekçeleri vardır: En başta İslam dışı siyasi düzenlerin iş başında olmaları, İslam'ın siyasi programının işlevsiz kalması demektir. Dahası, bu düzenler şirk düzenleridir. Bu, tağutların hakimiyeti demektir ve bizler Müslümanlığımızın bir gereği olarak hayatımızdaki bütün şirk unsurlarını temizlemek ve ortadan kaldırmakla yükümlüyüz. Bu, fert fert bütün Müslümanların yerine getirmeleri gereken bir vazife ve İslam'ın siyasi bir inkılabla yeniden hakimiyeti yolunda atılması gereken bir ilk adımdır.”

Konunun devamında ise; İslam Yurdunun sömürgeciler eliyle, diktatör yöneticiler ve satılık siyasetçilerin desteğiyle, özellikle I. Dünya Savaşı'ndan sonra bölünüp parçalandığı ve küçük küçük devletçiklerin yaratıldığı bir süreçten sonra, sömürgeciler tarafından atanmış memurlar ve uşakların yönetimine devredildiği gerçeğini dile getirdikten sonra şöyle der:

 “Bütün İslam ümmetinin vahdetini sağlamak ve sömürgecilerin ve yerli uşaklarının işgali altındaki İslam Yurdunu özgürleştirmenin tek yolu, bir İslam devletinin teşkilidir. Çünkü Müslüman halkların vahdeti ve özgürlüklerine kavuşabilmeleri, ancak ve ancak zalim ve kukla yönetimlerin alaşağı edilmeleri ve adil bir İslam devletinin hakimiyeti ile mümkündür. Bir İslam Devletinin varlığı, Müslümanların düzen ve birliklerinin korunması açısından zorunludur. Hz. Fatma'nın bir hutbelerinde buyurdukları gibi: ‘İmamet, düzen ve dirliğin muhafazası ve Müslümanlar arasındaki ayrılıkların birliğe dönüşebilmesi için gereklidir'...”

İmam, inkılabî çıkışının başlarında ulemadan bir grupla birlikte kaleme aldığı bir mektubunda şöyle der:

“Biz, İslam'ın belirlemiş olduğu program doğrultusunda, İslam ümmetinin birlik ve beraberliğini hedeflemiş bulunuyoruz. Amacımız İslam yurdunun birliğidir. Bu çerçevede yeryüzündeki her mezhepten bütün Müslümanları kardeş biliriz...”

Bu görüşlerin gündeme getirildiği dönemlerde bir çok kesim, bu cümleden olarak bazı dindar kesimler, İmam'a karşı çıkar ve  “Biz, İslam'ı ve adaleti bütün yeryüzünde hakim kılabilecek bir güce sahip değiliz. Bu sorumluluk bizi aşar; haliyle, kimse bizi sorumlu tutamaz! ” derler. İmam, bu tür sözlere şöyle karşılık verir: “İslam'ın belirlemiş olduğu hedeflere doğru yürürken karşılaşacağımız sorunlar, ertelemeler ve gecikmeler bizi temel ilkelerimizden vazgeçirmemeli.  Bizler, hepimiz görevlerimizi yerine getirmekle yükümlüyüz; sonuca/zafere ulaşmakla değil! Hiçbir Peygamber ya da Masum İmam,  sadece kendi yaşadıkları zaman ve mekânlarda sonuca ulaşmakla yükümlü olsalardı, hiçbir şekilde kendi pratik olanaklarını aşan alanlara açılmaz ve bu sahada konuşmazlardı. Dünyevî hayatlarında tahakkuk ettiremeyecekleri genel ve uzun vadeli hedeflerden bahsetmezlerdi...”

İmam, İslam İnkılabı'nın zaferinden sonrada takip ettiği hedef gereği, inkılabın İran sınırlarının dışına taşırılması ve Müslüman halkların uyanışı için büyük çabalar sarfetti. Bu doğrultuda şöyle der: “Ben açıkça ilan ediyorum ki; İran İslam Cumhuriyeti var gücüyle yeryüzündeki tüm Müslümanların İslamî kimliklerinin yeniden ihyası için yatırımda bulunacaktır. Dünya Müslümanlarının bütün yeryüzünde iktidar olabilme yolunda takip edecekleri temel ilkelerden vazgeçmelerini ve güç sahiplerinin, makam ve para sevdalılarının entrikaları önünde eğilmelerini gerektirecek hiçbir neden göremiyorum...”

İslam İnkılabı'nın zaferinden yaklaşık bir yıl sonra bir konuşmasında, İslami mahiyeti olan bir inkılabın, bir ülke sınırları içerisine hapsedilemeyeceğini dile getirir: “İslam adına gerçekleşen bir hareket sınırlanamaz; değil sadece bir ülke, hatta İslam dünyasıyla bile sınırlı tutulamaz. İslami hareket, Peygamberlerin öncülüğünü yaptıkları evrensel bir hareketin idamesidir. Peygamberlerin davaları bölgesel değildi. İslam Peygamberi Hicazlı'ydı, ancak çağrısı Hicaz'la sınırlı, oraya has değildi. Bütün dünyaya seslenen bir çağrıydı...” 

İnkılab'ın 1.zafer yıldönümünde ise şöyle der: “Biz inkılabımızı bütün dünyaya ihraç edeceğiz. Çünkü İnkılabımız İslami'dir. La ilahe illallah Muhammed-ur Resulullah şiarı bütün dünyada yankılanıncaya kadar bu mücadele devam edecektir. Dünyanın herhangi bir yerinde, dünya istikbarına karşı mücadele var oldukça biz de var olacağız...”

İmam, değişik zaman ve münasebetlerde yapmış olduğu konuşmalarında İnkılabın bütün yeryüzünde yaygınlaştırılması ve müstekbirler karşısında tüm dünya mustaz'aflarının desteklenmesi hususuna vurguda bulunur: “Eğer biz, eli kolu bağlı oturacak olursak, kesinlikle yok oluruz. Süper güçler ve bütün güç odaklarıyla hesaplaşmamızı açıktan açığa yapmalı ve bir an önce sonuca ulaşmalıyız. Onlara, bütün sıkıntılarımıza rağmen mektebi ve ilkeli bir duruşa sahip olduğumuzu göstermeliyiz...”

Yukarıda da değindiğimiz üzere, İmam'ın uzun vadede göz önünde bulundurduğu hedef, bütün Müslümanları çatısı altında birleştirecek bir İslam Devleti'nin teşkilidir. Bu doğrultuda en büyük sorumluluğu Müslüman milletlerin taşıması gerektiğini savunur. İmam, İnkılab'dan sonraki ilk aylarda Müslüman halklara şöyle seslenir: “Ben, ecnebilerin propaganda ve büyük çalışmaları sonucu birbirlerinden ayrılmış ve karşı karşıya konuşlandırılmış Müslüman milletler kendilerine gelir; elele verir,  büyük bir İslami devlet, Lailahe illallah bayrağı altında birleşik bir güç meydana getirirler ve bu güç tüm dünyaya galip gelir ümidini taşıyorum...”

İlahi-Siyasi Vasiyetname'sinde ise, bütün dünya Müslümanlarına ve mustaz'af halklara hitaben; kıyama kalkışmalarını, inkılabî bir çıkış yapmalarını ve açıktan açığa özgür ve bağımsız cumhuriyetlerden müteşekkil bir İslam Devletinin kurulması hedefine doğru hareket etmelerini ister: “Benim bütün Müslüman ve mustaz'af halklara vasiyetim; yerlerinizde oturup ülkelerinizdeki iktidar sahiplerinin veya yabancı güçlerin, kendiliklerinden gelip sizlere bağımsızlık ve özgürlük armağanını takdim edeceklerini beklemeyiniz. Hem biz hem de sizler, şu son yüzyıl içerisinde, dünyadaki büyük ve sömürgeci güçlerin İslam ülkelerine ve diğer bazı küçük ülkelere adım adım yol bulmaya çalıştıkları bu süre zarfında, kendi gözlerimizle görmüş veya muteber tarihi kaynaklardan öğrenmişizdir ki; bu ülkelerde hükümet süren hiçbir devlet kendi halklarının bağımsızlık, özgürlük ve refahları için hiç bir şey yapmamış ve yapmayacaklardır da !... Siz ey dünya mustazafları, ey Müslüman ülkeler! Ayaklanınız, haklarınızı dişlerinizle, tırnaklarınızla söküp alınız! Süper güçlerin ve onların yardakçılarının yapmakta oldukları gürültülü propagandalardan korkmayınız! Emek ve alınterinizi düşmanlarınıza ve İslam düşmanlarına peşkeş çeken cinayet sürüsü yöneticilerinizi ülkelerinizden kovunuz. Ülke için emek vermiş sınıflar olarak yönetimi ele geçiriniz... Özgür ve bağımsız cumhuriyetlerden müteşekkil bir İslam Devletine doğru hareket ediniz. Bu devletin teşkiliyle bütün dünya müstekbirlerine diz çöktürür, bütün mustaz'afları yeryüzünün öncüleri ve varisleri kılarsınız! Allah'ın vaadi olan o günlere erişmek ümidiyle!...”

İmam, bu hedefe doğru somut adımlar atabilmek için, birçok kez “Mustaz'aflar Örgütü/Partisi”adı altında evrensel düzeyde bir teşkilatlanmanın gerekliliğine değinir. 1979 Kudüs Günü münasebetiyle; dünya Müslümanlarının Kudüs işgalcisi Siyonist rejime karşı dayanışma günü olarak tanımladığı bu günde, şöyle der: “Kudüs Günü, İslami bir gündür. Müslümanların yekpare bir hareket sergileyecekleri bir gündür. Bu günün, dünya çapında ‘Mustazaflar Örgütü' adı altında bir teşkilatlanma girişimi için bir ilk adım olmasını ümit ediyorum... Ben, bütün dünya mustaz'aflarının elele verecekleri böyle bir oluşumla, mazlum halkların yüzyüze bulundukları bütün sorunların hal olunacağına inanıyorum... Biz defalardır tekrarlar dururuz ki; İsrail, şu fitne kazanı Kudüs'le yetinmeyecektir. Fırsat verilecek olsa bütün İslam alemi tehlikenin kucağına düşecektir. Geçmiş hatalar telafi edilmemeli, Müslüman halklar elele vermeli, bir birlik oluşturmalı; cani Amerika ve onun beslemesi fesat yuvası İsrail'in başını çektiği dünya istikbarına karşı ‘Mustazaflar Örgütü' adı altında teşkilatlanmalıdırlar.

İmam, İslam ülkelerindeki yönetimlerin kendilerine gelmeleri, özlerine dönerek İslam'ın çağrısına kulak vermeleri ve kendi aralarında bir güç oluşturmaları doğrultusunda büyük çabalar sarfetmiş ancak ne yazık ki, o da Seyyit Cemalettin gibi elle tutulur bir sonuç alamamıştır. Bu yüzden daha çok halkları muhatap almıştır: “Müslümanların bütün sıkıntılarının kaynağı şu ihtilaflar ve ayrılıklardır. Biz yirmi yıla yakın bir zamandır hep tavsiyelerde bulunduk, konuştuk, yazdık, çağrıda bulunduk. İslam ülkelerinin başlarını birlik ve beraberliğe çağırdık. Ama ne yazık ki, bu güne kadar olumlu bir cevap alamadık...” Mısırlı meşhur yazar M. Hasaneyn Heykel'le yapmış olduğu bir röportajda ise şöyle der: “Bizim en büyük arzumuz diğer milletlerinde bu yolda bize katılmalarıdır. İslam'ın buyurduğu üzere Müslümanlar kardeştirler. Ne var ki, benim artık devletlerden bir beklentim yok... Halklara gelince, ben ümitliyim...”

İmam, İslam İnkılabı'yla birlikte Müslümanların siyasi boyutta bir birlik oluşturabilmeleri için bir model oluşturmaya çalışırken, aynı zamanda mezhepler arası özelliklede Şia ve Ehl-i Sünnet arasında bir yakınlaşmanın gerekliliğine sürekli vurguda bulunur ve bu iki mezhep arasındaki ihtilafların, milletler arasındaki ayrılıklardan daha az tehlikeli sayılamayacağına inanır: “Milliyetçilikten daha tehlikeli olan, Ehli Sünnet ve-l Cemaat ve Şia arasında ihtilaf yaratmak, kışkırtıcı ve Müslüman kardeşler arasında düşmanlık zemini yaratacak propagandalar yapmaktır...” Aynı şekilde Ehl-i Sünnet'e mensup bir topluluğa hitaben yapmış olduğu bir konuşmasında; “Benim özellikle belirtmek istediğim mesele şu: Sünni kardeşlerimiz, bizimle kendileri arasına bir fark koymanın İslam'la bağdaşacağını zannetmesinler. Nasıl ki, sizde dört mezhep varsa ve nasıl ki, şu ya da bu mezhep iki ayrı mezhep sayılmalarına rağmen kardeş sayılıyorlarsa, Şia da beşinci mezhep sayılsın! Arada düşmanlık yok, hepsi kardeş, hepsi Müslüman, hepsi Ehl-i Kur'an ve Resul-i Ekrem'in takipçisi!...”

Konuyu özetlemek gerekirse; İmam, büyük bir İslam Devletinin gerekliliğine sağlam bir inanç ve İslam dünyasının birliğine yönelik ciddi bir duyarlılık taşıyordu. Bu inanç ve duyarlılıkla, mevcut ülkelerin ulusal ve jeopolitik şartlarını da göz önünde bulundurarak bir kaç aşamalı bir süreç öngörür ve kendine özgü realist bir yaklaşımla çok boyutlu bir proje ortaya koyar.

İmam Humeyni'nin ilk harcını yoğurduğu İslam Cumhuriyeti Anayasası'nın 11. Maddesinde bu husus şöyle tescil olunur: “Gerçek şu ki, sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim, öyleyse bana ibadet ediniz.“ (Enbiya 92) ayeti celilesinde beyan olunduğu üzere, bütün Müslümanlar tek bir ümmetin bireyleridirler. İslam Cumhuriyeti Devleti, temel siyasi stratejilerini Müslüman halkların birlik ve beraberliklerini temel alarak belirlemeli, İslam Dünyası'nın siyasi, ekonomik ve kültürel tüm alanlarda vahdet içerisinde olması hedefine yönelik adım atmalıdır.”

İslam Cumhuriyeti'nde, İmamın hedeflediği idealler doğrultusunda ne kadar yol alındığı ve hangi adımların atıldığı konusuna gelince, bu başlı başına bir araştırma konusu olabilir. Ancak, bu çerçevede özetle şu hususlara değinebiliriz:

-Tüm Müslümanların Filistin meselesine sahip çıkmaları ve bu gayeyle bir araya gelmeleri için Ramazan ayının son cumasının ‘Kudüs Günü' olarak belirlenmesi,

-Vahdet Haftası etkinlikleri

-Hacc'ın siyasi boyutunun ön plana çıkarılması,

-Siyasi-Kültürel faaliyetler,

-Uluslararası Mezhepleri Yakınlaştırma Birliği'nin tesisi (1989).

Ancak hatırlatmak gerekir ki; İslam'ın ruhundan çıkarsanan bu yüce idealler, dünya istikbarının yanı sıra, iç cephelerde de büyük manialarla yüzyüzedir. Bu yüzden, İslam Devleti, üzerine düşen sorumlulukların bilincinde olarak hareket etmeli, dünya Müslümanları da bu konuda, her zamandan daha çok uyanık ve duyarlı olmalıdırlar.

 

Kaynakça

Velayet-i Fakih, İmam Humeyni

Sahife-i Nur, İmam Humeyni

İlahi-Siyasi Vasiyetname, İmam Humeyni

Asr-ı İmam Humeyni, Mir Ahmet Rıza Haceti

İmam Humeyni ve Kıraat-i Nevin ez İslam, Zehra Rahneverd

İmam Humeyni ve İhya-ı tefekkür-i İslami, Seyyit Cevat Vara'i

Vahdet ez Didgah-i İmam  (Tebyan 15)

Sudur-i İnkkılab ez Didgah-i İmam (Tebyan 6)

Cihan-i İslam ez Didgah-i İmam     (Tebyan 19)

 

İsmail Seyyad 

Kaynak: taqrib.info