"Ezber bozmak rahatsız edicidir"
Ali yakınlarından hiçbir kimseye ayrıcalık tanımadı ve adam kayırmadı. Ali ayrıcalığa ve imtiyaz talebine prim vermeyen, Allah'ın kullarını eşit gören ve uygulama ve devlet yönetimini de buna göre düzenleyen bir şahsiyet olarak tebarüz etmiştir. O dönemde de sonraki dönemlerde de Ali'den duyulan rahatsızlık ve huzursuzluğun altyapısını biraz da buralarda aramak gerek.
Bir bakış açısının analizi 1
Mehmet Cevher Caduk (İlahiyatça-Öğretmen)
Nereden baktığınıza bağlı
Bize öğretilmiş sloganlar üzerinden geçmişi değerlendirmek çok sorunlu. Şimdi size birkaç gelişmeyi hatırlatacağım.
1. Hz. Osman'ın öldürülme sürecinde en çok öne çıkanlardan biri Muhammed b. Ebi Bekir'di.
2. Hz. Osman'ın evine ilk girenlerdendi. Onu öldürmek için harekete geçmiş, ama sonra geri çekilmişti.
3. Hz. Ali'nin üvey oğluydu ve onun evinde büyümüştü.
4. Hz. Ali'nin yakın adamlarındandır. Onunla birlikte Cemel'e katılmış ve ablası Hz. Aişe'ye karşı savaşmış, Hz. Ali tarafından Mısır'a vali olarak atanmıştır.
5. Hz. Ali döneminin önemli isimlerinden biri Eşter en-Nehai'dir. Eşter, Hz. Osman'ı öldüren asilerin Kufe'den gelen grubunun liderlerindendir.
6. Eşter, Sıffin Savaşı'nda Hz. Ali'nin öncü birliklerinin komutanıdır.
7. Hz. Ali tarafından Mısır'a vali olarak atanmış, ancak yolda Muaviye'nin adamları tarafından zehirletilerek öldürülmüştür.
8. Hz. Ali döneminde Hz. Osman'ın öldürülmesi konusunda hiç bir soruşturma, inceleme ya da adım atılmamıştır.
9. Hz. Osman'ı öldürenlerden biri olan Amr b. el-Hamik Hz. Ali'nin ordusundaydı ve istişarelerde ayağa kalkıp konuşanlardan biriydi.
Sonuç 1: Ezberler her zaman doğru olmayabilir ya da genellikle doğru değildir.
Sonuç 2: Ezber bozmak her zaman rahatsız edicidir, biliyorum.
Eleştiri
Bu yazıyı kaleme alıp almamak hususunda çok düşündüm. Bir taraftan vahdet aşkı ve konunun netameli oluşu beri taraftan hak ve Ali aşkı(1) yazıp yazmama konusunda beni tereddütte bıraktı. Facebook'ta umuma yönelik (yukarıda alıntısı yapılmış olan-intizar-) böyle bir paylaşım yapılmamış olsaydı ben de bu yazıyı kaleme almak zorunda kalmayacaktım. Zira söz konusu şahıs Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden hocamdır ve bu açıdan benim üzerimde emeği de çoktur. Ancak doğruya olan saygım ve bağlılığım hocaya olan saygımdan ve bağlılığımdan daha ileri düzeydedir. Bu satırları kaleme alan şahıs meseleyi döküp kırmadan analiz etmeyi, Müslümanların birliğine zarar vermemeyi ancak beri taraftan da kendi inandığı doğruları da ortaya koymayı amaçlamaktadır. Ama bu noktada iddialı da değildir, sadece kendi bakış açısını sunmayı istemektedir.
Tarihsel bir metni okurken veya tarihî bir olayı irdelerken şu iki husus göz önünde bulundurulmalıdır.
a- Yazar veya olayı aktaran şahıs olayı elden geldiğince bütün boyutlarıyla sunmuş mu?
b- Yazarın doğru veya yanlış diye sunduğu şey gerçekten aklî ilkeler ve İslam Dinî –ki konumuz İslam Tarihinin bir dönemine ait olduğundan- açısından doğru veya yanlış mı? Yani yazarın yanlış diye hüküm verdiği şey gerçekten İslam şeriatı ve aklın ilkeleri çerçevesinde de yanlış mı?
Adnan Demircan Hoca'nın kendi sayfasındaki facebook paylaşımında maalesef her iki noktada da eksiklik gözüküyor. Tabi bu benim kişisel kanaatim. Şimdi biz bu çalışmamızda hem yazarın eksik bıraktığı yönleri ortaya koymaya çalışacak hem de İmam Ali'nin söz konusu şahısları vali olarak atayıp has yarenleri arasına almasının yanlış olup olmadığını irdelemeye çalışacağız.
Bağlamından kopmuş bir sunuş
Söz konusu paylaşımın kesinlikle art niyetli olmadığına inanmaktayım. Ancak beri taraftan da belki de Adnan Demircan Hoca farkında olmadan bir yönlendirme yapıyor. Pasajı okuyan şahsın edindiği izlenim şu:
"Ortada meşru ve makbul bir otorite var, otoritenin uygulamalarında akıl ve İslam şeriatı açısından herhangi bir sıkıntı yok. Dolayısıyla dönemin yöneticisine karşı bir isyan hareketi sunulmuş ve bu isyancı grup, hak ve raşid halifeye karşı baş kaldırmış ve düzeni tarumar etmiş, masum bir kimseyi yok yere ve sebepsizce öldürmüşlerdir.
Halife ve kamuoyu
Şunu hemen belirtelim ki makalenin ilerleyen bölümlerinde de ele alacığımız gibi Halife Osman'ın ® ve valilerin uygulamalarından bizar olanlar sadece İslam'ın diğer şehirlerindeki insanlar değildi. Bilfiil Medine'de Halife'nin aleyhinde büyük bir kamuoyu oluşmuştur. Medine kamuoyunun yüzde doksanlara varan kahir ekseriyeti Osman'dan ve uygulamalarından ciddi bir şekilde rahatsız olmuştur. Kimler yok ki bu karşıt duruşta. Aişe'den Talha'ya, Zübeyr'den Amr b. As'a, Abdurrahmân b. Avf'dan Ammar b. Yasir'e ve Ebuzer'e, Sa'd b. Ebî Vakkâs'tan, Abdurrahmân b. Hanbel'e, Sehl b. Huneyf'ten Ebû Eyyûb el-Ensârî'ye büyük bir kamuoyu oluşmuştu.(2) Bunun karşısında Halife'nin yakın akrabaları ve Zeyd b. Sâbit gibi Halife'nin kendilerine Beytülmalden ikta tahsis etmesiyle Halife'ye gönülden eğilimi olan kimseler. Bunlar da bir şekilde Halife'nin uygulamalarından ve Beytülmalden nemalanan kimselerdi ve bu taraftarlık hakşinaslıktan kaynaklı bir taraftarlığa da pek benzemiyordu. Bir tarafta sahabenin namlı ve şanlı isimleri, beri taraftan bir çoğu sonradan İslam dinine girmiş veya Tuleka'dan olan kimseler. Öyle yazarın es geçtiği ve okuyucunun zihin dünyalarında müsellem bir hakikatmiş gibi bir tarafta adil vera sahibi müttaki bir Halife ile ilkeli, adil valiler ve taraftarlar diğer tarafta çapulcu, ayak takımı, takvadan yoksun, İslam'a sonradan katılmış kimseler gibi bir ortam ve atmosfer yok. Aksine isimler üzerinden gidecek olsak dahi şu bariz bir şekilde ortaya çıkıyor bir tarafta en az Halife kadar seçkin simalar diğer tarafta Halife Osman, valileri ve taraftarları. Dolayısıyla Osman'a karşı kalkışılan hareketin adını koyabilmek daha doğrusu isyan olup olmadığını tespit edebilmek için Osman'ın uygulamalarına bir göz atmak gerekiyor.
Osman'ın uygulamaları
Osman'ın öyle uygulamaları vardır ki bu uygulamalar Ona karşı girişilen isyanın nedeni olmuştur. Biz bunları maddeler halinde inceleyecek ve her bir uygulama hakkında Ali'nin kendi döneminde nasıl davrandığını ortaya koymaya çalışacağız. Böylece değerli okuyucular bir karşılaştırma olanağı bulacaktır.
Osmân'a isyanın nedenlerini ana hatlarıyla şöylece sıralayabiliriz:
a- Halifenin şatafat ve debdebe içinde yaşaması
b- Halifenin aristokrat bir tabaka oluşturması
c- Hz. Rasûlullah'ın (s.a.a.) Medine'den kovduklarını geri getirmesi
d-Valilik atamasında İslâmî ve insanî açıdan yetkin olmayanların görevlendirilmesi ve bunlar üzerinde oto kontrol sisteminin bulunmaması.
e- Hukukun üstünlüğü bağlamında kanunları uygulamama uğraşısı.
f- Dinî açıdan bidate karşı lakaytsızca davranışlar ve bu hususa dikkat çekenlerin cezalandırılması
g- Ammâr b. Yâsir, Ebûzer ve Abdullah b. Mesud gibi bazı şahısların sürgün edilmesi ve dövülmesi.
a- Şatafat içinde yaşaması
Bu satırları maalesef istemeye istemeye yazmak zorundayım. Osman'dan kalan olumsuz miraslardan birisi maalesef yöneticiye şatafat, lüks, debdebe içinde yaşama hakkının tanınıyor olmasıdır. Bu yöneticilerin doğal hakkı olarak görülmüş ve normal olarak karşılanmıştır.
Böyle düşünenlere şunu sormadan edemeyeceğim:
Sizin bu düşünceniz insan fıtratına uygun mu? Bu düşüncenizi Kitab ve Rasulullah'ın siretiyle tarttınız mı?
Halife'nin kendisi hilafet döneminde şatafatından ve debdebesinden ödün vermemiştir. Bu noktada da şatafat ve refahın göstergelerinden olan ev, akar, yiyecek, giyecek, çoluk çocuğunun serveti gibi hususlardan örnekler sunmaya çalışacağız.
Mesûdî, Osman'ın refah ve servet düzeyi hakkında şöyle yazmaktadır: “Osman, Medine'de inşa ettiği evini taş ve kireçle sağlamlaştırmış, kapılarını tik ve ardıç ağacından inşa etmiş, Medine'de mallar ve pınarlar edinmiştir.
Abdullah b. Utbe der ki: Osman öldürüldüğü gün hazinedarının yanında 150.000 dinar ve 1.000.000 dirhem bulunmaktaydı. Kura Vadisinde, Huneyn ve diğer yerlerde bulunan malının değeri ise yüz bin dinardı. Ayrıca geride çok sayıda at ve deve bıraktı.”(3)
İbn Sa'd ve Hafız ez-Zehebî'nin bu husustaki verdiği bilgiler ise şöyledir: “Osmân öldürüldüğünde hazinedarının yanında otuz milyon beş yüz bin dirhem ve yüz elli bin dinar vardı. Hepsi de yağmalandı. Rebeze'de geriye bin deve bıraktı. Berâdîs, Hayber ve Kura vadilerinde geriye bıraktığı ve zekatını verdiği toprakların değeri iki yüz bin dinar idi.”(4)
Taberî ise Osmân'ın sofrası hakkında şöyle diyor: “Abdullah b. Amir şöyle anlatıyor: Ramazan'da Osmân ile birlikte iftar ediyordum. Onun sofrada takdim ettiği yiyecekler Ömer'in yiyeceğinden daha yumuşaktı. Her akşam Osman'ın sofrasında oldukça güzel undan yapılmış beyaz ekmek ve küçük bir kuzu görüyordum. Halbuki ben Ömer'in ® elenmiş un yediğini asla görmedim. O koyun yiyecek olsa dahi ancak yaşı ilerlemiş kocamışından yerdi.”(5)
Giysisi ise şöyleydi: Süleym b. Amir: “Osman'ın üzerinde yüz dinar değerinde bir hırka gördüm.”(6) İbn Sa'd ise Yemen yapımı ibaresini de ekler.(7)
İbn Sa'd'ın ibaresi şu şekilde: “Hz. Rasulullah'ın (s.a.a.) ashabı kadınlarına misafirlikte ve kutlamalarda giydikleri elbise konusunda genişlik sağlıyorlardı. Osman'ın üzerinde ikiyüz dirhem değerinden hızz kumaşından yapılmış işlemeli bir kaftan gördüm. Osman ‘Bu eşim Nailenindir. Öncesinde bu elbiseyi ona giydirmiştim. Şimdi ise gönlünü almak için kendim giyiyorum.' dedi.”(8)
İran feth edilmiş, Kisra'nın mücevher, altın, elmas gibi değerli metaları Ömer'e getirilmiş idi. Ömer bunları kendisine ayırmayarak Beytülmal sorumlusuna onu Müslümanlar arasında paylaştırmasını söyledi. Hazinedarın bütün halka yetemeyeceği şeklindeki görüşü üzerine Beytülmal'e koymasını emretti. Ancak Beytülmal'e veya en azından Müslümanlara ait olan bu gerdanlıklar Ömer'in vefatından sonra Osman hilafete geçince onu alıp kendi kızlarına süs ve hediye olarak verdi.
Ancak bu olayı aktaran Zührî her ne hikmetse her ikisinin de uygulamasını “küllün kad ehsene/her ikisi de güzel ve yerinde davrandı…. Osman yakın akrabalarına sıla-ı rahimde bulundu.”(9) diyerek olumlu bulur. Bu düşünce yapısı sonrasına miras olarak kalacak, ehil olanın makam ve mansıba gelmesi yerine torpil ve adam kayırma gibi olumsuz tutum ve davranışlara zemin hazırlayacaktır. Hangisinin fıtrata daha uygun olduğunu görebilmesi için Ali'nin de Beytülmal'e ilişkin tutumunu sunacağız.
Bu hususta yığınlarca örnek aktarılabilir, biz sadece örnek olsun diye bunları aktardık.
Osman'ın cömertlik ve sıla-ı rahim adı altında yakınlarına servetler bağışlaması, onları diğerlerinden üstün ve ayrıcalıklı sayması, makam ve mansıplara kahir ekseriyeti din ve ahlaki erdemler açısından sıkıntılı olan insanları getirmesi meşhurdur. Böyle bir ortamda olumsuz bir atmosfer oluşacak, ahali bunu benimsemeyecek, yüksek sesle ve ciddi bir tonda eleştiri yapacak ve bu bir adım ileri gidip ayaklanmaya dönüşünce bir tek ayaklananlar suçlu olacak ha! Ayaklananları suçlu sayacak olsak dahi yine bir ayrımcılığa gidilecek ve bunlar içerinde de sadece Muhammed b. Ebî Bekr, Malik-i Eşter, Amr b. Hamık el-Huzai gibileri suçlu olacak, ama insanları Osmân aleyhinde kışkırtacak olan Talha, Zübeyr, Aişe, Amr b. As gibileri suçsuz olacak. Yazarın sunumu işte tam da bu anlama geliyor.
Yeri gelmişken Ehl-i Beyt Mektebi mensupları isyana taraftar olmayan, yaşadıkları ülkelerde görevini ifa etmeye çalışan birer vatandaş olmaya çalışır ve düzenin korunmasına önem verir. Ancak bu yapılan yanlışların savunulması ve benimsenmesi anlamına da gelmez.
Bu açıdan değerlendirildiğinde Osman'a karşı gerçekleştirilen isyan hareketini benimsemeyiz, ancak bu benimsememe kesinlikle Osman'ın haklı olduğu anlamına da gelmemektedir. Ortada çift taraflı bir suç var: isyan hareketi ve halkın hak, hukuk, adalet ihtiyaçlarını karşılamayan bir yönetim.
Ve'l-veznü yevmeizin el-hak: Ali
Temel kriter, yapılacak ve değerlendirilecek her bir eylem ve sözün şaşmaz bir ölçüte göre doğruluk/yanlışlık değerinin belirlenmesi gerekir. Uzunluk ölçütü birimi metre veya kilometre, ağırlık ölçütü birimi gram veya kilogram, şiirin ölçütü aruz vd. İşte düşünce ve eylemlerin de bir ölçüte göre belirlenmesi gerekiyor. O gün terazi ‘el-hak'ka göredir, buyuruyor ayet.(10)
Meallerin geneli Araf Suresi'nin sekizinci ayetini "ve'l-veznu yevmeizin el hakku" Kıyamet gününde ölçü ve tartı haktır şeklinde meallendirmişlerdir. Bu şekilde yapılan mealleri okuyan okuyucunun zihninde belirginleşen anlam şudur: Kıyamet gününde amellerimiz kesinlikle tartılacak ve değerlendirilecek.
Halbuki böyle bir anlam için ayetin ifade şeklinde şöyle olması gerekirdi.:
“ve'l veznü yevmeizin hakkun”. Cümle bu şekliyle Kıyamet gününde inanç, kanaat, düşünce ve eylemlerin tartılmasının hak olduğunu ifade etmektedir.
Ancak ayetin ifadesi olan “ve'l-veznü yevmeizin el-hakku” cümlesi ise bu anlamı ifade etmemektedir. İfade edebileceği anlam hakkında Muhyiddin Derviş'in de belirttiği gibi dört olasılık vardır.(11)
Bu olasılıklardan ilki:
Vav istinafiyedir, ayet bir olguyla başlamaktadır. Kıyamet gününde amellerin ölçülmesi hak ölçüte göredir. Yani “Veznü'l-Amal yevme'l-kıyameti bi mizaniha'l-hakki's-sabit.”(12) Zaten gramer açısından ayete bakıldığında ilk akla gelen husus da ayetin böyle olmasıdır. Burada temel soru şu: O hak ölçüt bizim hakikatine varamadığımız bir dünyaya mı özgüdür ve biz bu hak ölçütü bilebilmek için Kıyamet gününü mü bekleyeceğiz yoksa bizim en temel ihtiyacımız olan ve her alanda bir kriter ve ölçüt kullanmak zorunda olduğumuz gibi bu dünyadaki eylem, davranış ve düşüncelerimiz için hak ölçüt şu anda aramızda var mı?! İşte ayet aslında dolaylı olarak bu soruya da cevap veriyor gibi, böyle temel bir gereksinimin sadece gayb ve Ahiret alemine hasredilmesinin pek de bir anlamı ve yararı yok. İlahi inayet ve lütuf ile de bağdaşmaz. Her zaman ve zemin de hak ölçütün olması gerekmektedir ve bu ölçüt o şeyin cinsinden olmalıdır, yani bir insan olmalıdır. Merak eden ve öğrenmek isteyen için başvurulabilir bir şey olması gerekir.
Eylemlerin, davranış, inanç ve düşüncelerin değeri bu hak ölçüte yakın ve uzaklığına göre değer kazanır. İşte bu satırların kalemi ‘hak ölçütün' Rasul döneminde Rasul olduğuna Ali hayatta olduğu müddetçe de Ali olduğuna kanaat getirmektedir.
Osman'ın bu noktadaki tutumlarını sunduk. Bir de Ali'nin bu noktadaki tutumlarını bir sunalım.
Yukarıda sadece kısa bir değini olarak Osman'ın tutumu hakkında Zühri'nin bakış açısını bir cümleyle sunduk. Osman'ın fiilleri hakkında birer mazeret bulabilir ve birer tevil yapabilirsiniz. Zaten tarih boyunca yığınlarca tevil yapılmıştır. Kimler yok ki bu listede. Mutezile'den Kadi Abdülcebbar dahi bu listenin içerisinde. İbn Kesîrler, Zehebîler, İbn Teymiyyeler yığınlarca örnek. Osman'ın bu tutumlarına belki tevil getirilebilir ve getirilmiştir. Belki de mazurdur, o kadar daha ilerisi yok. Zaten savunanlar da hem mazeret getirebilir düzeyinden savunmuş, daha ileri boyuta gidememişler. Şimdi bir de Ali'ye bakalım.
Ali'nin yaşantısı ve Beytülmal sireti
Ali'nin giysi, yiyecek, içecek ve zühdünden örnekler sunmaya çalışacağız...
O hiç bir zaman sofra başından karnı tok olarak kalkmadı. Yiyecek ve giyecek noktasında insanların en katı yemek yiyeni ve en katı elbise giyineniydi. Abdullah b. Ebû Rafi şöyle der: Bir bayram günü İmam Ali'nin huzuruna vardım. İçinde kuru arpa ekmeği bulunan mühürlü bir torba takdim etti ve kendisi de onu yedi.
Ben: Ey Müminlerin Emiri! Niçin ağzını bağlıyorsunuz ki, dedim.
Ali (a.s.): Şu iki çocuğun bunu hayvan yağı veya zeytin yağı ile yumuşatmasından korkuyorum.
İmam Ali'nin (a.s.) elbisesi bazen deri parçalarından, bazen hurma liflerindendi ve ayakkabısı liftendi, kaba ketenden de elbise giyerdi. Elbisesinin kollarının uzun olduğunu görünce de keser ve dikmezdi. Elbisesi ne argacı ne de çözgüsü kalıncaya kadar sürekli bileklerinin üzerinde bulunurdu.
Ekmekle birlikte bir şey yemek isteseydi sirke veya tuzu seçerdi. Eğer bundan daha fazla bir şey yemek isteseydi, yerden biten bitkilere sıra gelirdi. Ve daha ileri gitseydi, azıcık deve sütü ile yetinirdi. Eti oldukça az yer ve ‘Midelerinizi, hayvan mezarlıklarına çevirmeyiniz.' derdi.(13)
Süveyd b. Gafele ise Ali'nin yemeği ile ilgili başından geçen şu hikayeyi anlatır: “Ali'nin (a.s) yanına gittim. Bir de baktım ki oturmuş; önünde de bir kabın içerisinde ekşidiği kokusundan anlaşılan biraz süt elinde de üzerinde arpa kabukları gözüken bir parça ekmek var. Ekmeği eliyle kırıyordu. Bazen de ekmek, o kadar sertti ki elle kırılamayınca, Hz. Ali (a.s) diziyle kırıyor ve sütün içine atıyordu.
Bana ‘Yaklaş da yiyeceğimizden sen de ye' buyurdu.
Ben de ‘Orucum' dedim.
İmam Ali (a.s.) ben Rasûlullah'ın (s.a.a.) şöyle buyurduğunu işittim: Her kim oruç tutar, canı istediği halde Allah'ın rızası için yemezse, Allah-u Teâlâ ona cennet yemeklerini yedirir, içeceklerinden içirir.
Suveyd dedi ki: İmam'ın yanı başında duran cariyesine şöyle dedim: “Şu yaşlı adam hakkında Allah'tan korkmuyor musun, Neden şu unu Emirü'l-Müminîn için eleyerek (pişirmedin)? Cariye: Yemeğin kepeğini almamasını O bize emretti.
Cariyeye söylediğim şeyi Ona haber verince şöyle dedi: Anam babam Râsûlullah'a feda olsun, o da ekmeğin kepeğini almazdı ve ölünceye kadar da üç gün olsun buğday ekmeği yemeden vefat etti.”(14)
Ali bırakalım lüks ve şatafatlı elbise giymeyi, giydiği normal ve kaba elbiseyi dahi bir kısmı yırtılacak olsa yamardı.
"Allah'a andolsun, şu yünden dokunmuş gömleğimi o kadar yamattım ki artık yamayandan utanıyorum".
Birisi bana, "Artık bunu üzerinden atmayacak mısın" dedi.
Ona "Benden uzak dur" dedim. Sabah olduğu zaman halk, gece yol alanları över.(15)
Ali'ye (as) "Niçin gömleğine yama yapıyorsun?" diye sorulunca: ‘Kalbim huşu' içinde olsun, müminler de örnek alsınlar diye karşılığını vermiştir.”(16)
Ali'nin giydiği elbise ise genellikle birkaç dirhemi aşmayan pamuktan bir gömlek veya kaba bir izar olurdu.(17)
Osman'ın aksine ise geriye ne altın bırakmıştır ne de gümüş, sadece yedi yüz dirhem bırakmıştır.(18)
Ali Beytülmalden kendisine hiçbir şey tahsis etmediği gibi Beytülmal dağıtımı hususunda ayrıcalıklı bir sınıfın oluşturulmasına da şiddetle karşı çıkardı. Beytülmalı halkın malı olarak görür, ondan bir şey almaz, ister Arap olsun ister mevali olsun, ister Kureyşli olsun ister diğer kabilelerden olsun dağıtımda eşit davranırdı.
Hatta Osmân döneminde Halife'nin Beytülmal üzerinde istediği şekilde tasarruf edebilme yetkisi toplum nezdinde de kanıksanır olmuştu. Ali isteseydi böyle bir şeyden yararlanabilirdi. Ancak Ali deyim yerindeyse düşünce sahasındaki devrimlerden birisini gerçekleştirerek beytülmalın halifeye ait olmadığını, halka ait olduğunu anlatmaya ve bu düşünceyi yerleştirmeye çalışıyordu. İşte şu enstantane bunun en güzel örneklerindendir.
Hârûn b. Antere babasından şöyle babasından şöyle rivayet etmektedir: Harnak'ta Hz. Ali'nin yanına gittim. Üzerinde kadife bir elbise vardı ve soğuktan da titriyordu.
Ona dedim ki: Ey müminlerin emiri! Allah sana ve aile efradına beytü'l-maldan pay tahsis etmiş olduğu halde sen şu basit elbiseyi mi giyiyorsun?
O da bana şöyle cevap verdi: Vallahi ben sizin malınızdan bir şeyi alacak değilim. Şu üzerimdeki kadife elbiseyi de evimden (veya Medîne'den) çıkıp gelirken getirmiştim.(19)
Ali başta kardeşi Akil olmak üzere yakınlarından hiçbir kimseye ayrıcalık tanımadı ve adam kayırmadı.
Abdullah b. Cafer b. Ebî Tâlib Ali'ye (a.s.) şöyle dedi: Ey Müminlerin Emiri! Bana yardım edilmesi veya nafaka verilmesi için bir emir versen. Vallahi şu bineğimi satmaktan başka harcayacak hiçbir şeyim yok.
İmam: Hayır, vallahi, senin için hiçbir genişlik sağlayamam. Ancak amcana hırsızlık yapmasını emredesin de O da sana vere.(20)
Şu pasaj ne kadar da ilginç!
İmam Ali hilafete geçtiği esnada Medine'de bir konuşma yapıp şöyle buyurmuştur: “Ey Ensar ve Muhacirler ve ey Kureyş topluluğu! Bilin, Allah'a yemin olsun ki Medine'de benden bir hurma ayakta kaldığı müddetçe ben, ganimetlerinizden hiçbir şey almayacağım. Siz benim çocuklarımı mahrum kılıp (onlara hakları miktarınca) vereceğimi size ise (haklarınızdan daha fazlasını) vereceğimi mi düşünüyorsunuz? Şüphesiz siyah ve kırmızı arasında eşit bir şekilde davranacağım.” Akîl b. Ebî Tâlib ayağa kalkarak şöyle dedi: “Sen beni Medine'nin siyahlarından birine eşit mi kılacaksın?” Ali şöyle buyurdu: “Otur, Allah sana rahmet etsin! Burada senden başka konuşacak kimse yok muydu? Senin onlardan, iman ve takva önceliğin dışında hiçbir üstünlüğün yoktur".(21)
Ali ayrıcalığa ve imtiyaz talebine prim vermeyen, Allah'ın kullarını eşit gören ve uygulama ve devlet yönetimini de buna göre düzenleyen bir şahsiyet olarak tebarüz etmiştir. O dönemde de sonraki dönemlerde de Ali'den duyulan rahatsızlık ve huzursuzluğun altyapısını biraz da buralarda aramak gerek. Ayrıcalıklı ve imtiyazlı bir sınıfın normal olduğu hatta olması gerektiği şeklindeki bir zihin yapısı takva ve adalet eksenli bir yönetimden rahatsız olacağı da izahtan varestedir.
Ali en nihayetinde yönetim işinde insanlardan istifade edecek ve onları kullanacaktır, valilerini o zihinsel altyapıdan en az etkilenen, İslamî ve insanî ilkelere en fazla bağlı olan insanlardan seçmek zorundadır. Ali bu türden adamları seçmekle kalmadı, elinden geldiğince oto kontrol sistemini üst seviyede işletmeye çalıştı, hukukî açıdan hıyanet içinde bulunan, halk arasında ayrımcılığa ve aristokrasiye biraz eğilimi bulunan vali ve memurları cezalandırıp, halktan hediye almamaları için yasaklar getirdi, gözcüler seçti, halktan adalet ve hukuk yönünde gelen şikayetleri bizzat kendisi koğuşturmalarda bulundu. Adnan Demircan Hoca'nın eleştiri konusu ettiği adamlar yerine alternatif olarak sunduğu veya sunacağı isimler Ali'nin bu yaklaşımını ne derece benimseyen kimselerdi? Bilfiil Ali'nin yüzüne karşı “Bizi diğerleriyle denk tuttun” diye itirazlarda bulunmuşlardı.(22) Hem de bunu Ali hilafete geçtiği ilk esnada itiraz sadedinde Talha ve Zübeyr gibi isimler söylemiş ve Ali'nin bu uygulamasını Ömer'in uygulamasına aykırı bularak karşı çıkmışlardı. Ali her ne kadar Rasûlullah'ın uygulamasından delil getirmeye çalıştıysa da nafile, artık biz daha ayrıcalıklıyız ve imtiyazlıyız düşüncesi toplumda yer etmişti.
Devam edecek inşallah...
-------------------------------------------------------------------------------------------------
1 Bu satırı kaleme alanın Ali aşkı taassuba dayalı, gelişi güzel bir aşk değil akıl ve kalp temelli bir aşktır. Aklın ilkelerini, kalbin nazik ve narin duygularını temel aldığımda da Ali karşımda parlak ve ulvî bir şahsiyet olarak belirmektedir. Yeri geldikçe bu makalede Ali'nin siret ve uygulamalarının nasıl akla ve kalbe hitap edip insanı cezb ettiğini ortaya koymaya çalışacağız.
2 Bu simaların Osman aleyhtarlığını ilerleyen bölümlerde kaynaklarıyla ortaya koymaya çalışacağız. Bu aleyhtarlık öyle sadece sözde bir eleştiri olmakla kalmamış bilfiil söz konusu kimseler Osman'ın görevden azli ve alınması için ciddi bir çaba içine girmişlerdir.
3 Metnin orijinali: وبنى فيداره في المدينة وشيدها بالحجر والكِلْس، وجعل أبوابها من الساج والعَرْعَر واقتنى أموالاً وجناناً وعيوناً بالمدينة. ثروته وذكر عبد الله بن عتبة أن عثمان يوم قتل كان له عند خازنه من المال خمسون ومائة ألف دينار وألف ألف درهم، وقيمة ضياعه بوادي القُرَى وحُنَيْن وغيرهما مائة ألف دينار، وخلف خَيْلاً كثيراً وإبلاً. Mesudi, Murucu'z-Zeheb, II, 261, Mektebetü'l-Asriyye, Beyrut-2005, Edit: Kemal Hasan Meri, 1. Baskı.
4 İbn Sa'd'ın metninin orjinalı: لعثمان بن عفان عند خازنه يوم قتل ثلاثون ألف ألف درهم وخمسمائة ألف درهم وخمسون ومائة ألف دينار فانتهبت وذهبت وترك ألف بعير Zehebi'nin metninin orijinalı: وقال الواقدي، عن ابن أبي سبرة، عن سعيد بن أبي زيد، عن الزهري، عن عبيد الله بن عبد الله قال: كان لعثمان عند خازنه يوم قتل ثلاثون ألف ألف درهم، وخمسون ومائة ألف دينار، فانتهبت وذهبت، وترك ألف بعير بالربذة، وترك صدقات بقيمة مائتي ألف دينار. İbn Sa'd, Tabakat, III, 76, Dârü Sadır, Beyrut; Zehebi, Tarihü İslam, III, 461, Thk: Ömer Abdüsselam Tedmüri, 1987, 1. baskı
5 Metnin orijinali: عن عاصم عن عبيد الله بن عامر قال كنت أفطر مع عثمان في شهر رمضان فكان يأتينا بطعام هو ألين من طعام عمر قد رأيت على مائدة عثمان الدرمك الجيد وصغار الضأن كل ليلة وما رأيت عمر قط أكل من الدقيق منخولا ولا أكل من الغنم إلا مسانها فقلت لعثمان في ذلك فقال يرحم الله عمر ومن يطيق ما كان عمر Taberî, Tarih, III, 430, Müessesetü'l-Alemi, Beyrut,
6 Metnin orijinali: رأيت على عثمان بردا ثمنه مائة دينار Belâzurî, Ensâbü'l-Eşraf, VI, 102, Tsn: İmam Ahmed b. Yahya b. Câbir, Darü'l-Fikir, 1. Baskı, 1996, Beyrut 7 Tabakat, III, 58
8 İbn Sa'd, III, 58 “ال كان أصحاب رسول الله صلى الله عليه وسلم يوسعون على نسائهم في اللباس الذي يصان ويتجمل به ثم يقول رأيت على عثمان مطرف خز ثمن مائتي درهم فقال هذا لنائلة كسوتها إياه فأنا ألبسه أسرها به”
9 İbn Ebi'l-Hadid, Şerhü Nehci'l-Belağa, IX, 16, Thk: Muhammed Ebü'l-Fadl İbrahim, 1960, Darü İhyai'l-Kütübi'l-Arabiyye روى الزبير بن بكار، عن الزهري، قال: لما أتى عمر بجوهر كسرى، وضع في المسجد، فطلعت عليه الشمس فصار كالجمر، فقال لخازن بيت المال: ويحك! أرحني من هذا، واقسمه بين المسلمين، فإن نفسي تحدثني أنه سيكون في هذا بلاء وفتنة بين الناس فقال: يا أمير المؤمنين، إن قسمته بين المسلمين لم يسعهم، وليس أحد يشتريه لان ثمنه عظيم، ولكن ندعه إلى قابل فعسى الله أن يفتح على المسلمين بمال فيشتريه منهم من يشتريه. قال: ارفعه فأدخله بيت المال، وقتل عمر وهو بحاله، فأخذه عثمان لما ولى الخلافة فحلى به بناته. قال الزبير: فقال الزهري: كل قد أحسن، عمر حين حرم نفسه وأقاربه، وعثمان حين وصل أقاربه.
10 Araf, 8/8
11 Muhyiddîn Dervîş, İrâbü'l-Kur'âni'l-Kerim ve Beyânuhu, c. 3, s. 305, Dârü İbn Kesir, Suriye.
12 Age, agy
13 İbn Ebi'l-Hadîd, I, 26 “ما شبع من طعام قط. وكان أخشن الناس مأكلا وملبسا، قال عبد الله بن أبي رافع: دخلت إليه يوم عيد، فقدم جرابا مختوما، فوجدنا فيه خبز شعير يابسا مرضوضا، فقدم فأكل، فقلت: يا أمير المؤمنين، فكيف تختمه؟ قال: خفت هذين الولدين أن يلتاه بسمن أو زيت. وكان ثوبه مرقوعا بجلد تارة، وليف أخرى، ونعلاه من ليف. وكان يلبس الكرباس الغليظ، فإذا وجد كمه طويلا قطعه بشفرة، ولم يخطه، فكان لا يزال متساقطا على ذراعيه حتى يبقى سدى لا لحمة له، وكان يأتدم إذا ائتدم بخل أو بملح، فإن ترقى عن ذلك فبعض نبات الأرض، فإن ارتفع عن ذلك فبقليل من ألبان الإبل، ولا يأكل اللحم إلا قليلا، ويقول: لا تجعلوا بطونكم مقابر الحيوان.”
14 Harezmî (568), Menâkıb, s. 118-119, Müesssesetü'n-Neşri'l-İslâmî, Qum-1411 “عن سويد بن غفلة قال: دخلت على علي عليه السلام القصر (5) فوجدته جالسا وبين يديه صحفة فيها لبن حازر أجد ريحه من شدة حموضته، وفي يديه رغيف، أرى قشار الشعير في وجهه، وهو يكسر بيده أحيانا "، فإذا غلبه كسره بركبته وطرحه فيه، فقال: اذن فأصب من طعامنا هذا، قلت: اني صائم، فقال: سمعت رسول الله صلى الله عليه وآله يقول: من منعه الصيام من طعام يشتهيه، كان حقا " على الله أن يطعمه من طعام الجنة ويسقيه من شرابها، قال فقلت لجاريته وهي قائمة بقرب منه: ويحك يا فضة ألا تتقين الله في هذا الشيخ، ألا تنخلون له طعاما " مما أرى فيه من النخالة، فقالت: لقد تقدم إلينا ان لا ننخل له طعاما "، قال ما قلت لها فأخبرته قال: بأبي وأمي من لم ينخل له طعام ولم يشبع من خبز البر ثلاثة أيام حتى قبضه الله عز وجل”
15 Şerif Radi, Nehcü'l-Belağa, 160 hutbe, s. 301, Thk: Subhi Salih, Darü'l-Üsve, Kum, 1425
“والله لقد رقعت مدرعتي هذه حتى استحييت من راقعها، ولقد قال لي قائل: ألا تنبذها عنك! فقلت: أعزب عنى، فعند الصباح يحمد القوم السرى.”
16 Ahmed b. Hanbel, Kitâbü'z-Zühd, hds no: 699
17 Age, hds no: 690 ve 693.
18 Ahmed b. Hanbel, Fadâilü's-Sahabe, hds no: 922
19 Hilyetü'l-Evliyâ, I, 82, Dârü'l-Fikir, Kahire, 1996
20 Şerhu Nehci'l-Belâğa, II, 200,
21 Er-Ravza mine'l-Kâfi, VIII, 182, Dârü'l-Kütübi'l-İslâmiyye; Müstedrekü'l-Vesâil, XI, 94, hds no: 12501; Müfîd, el-İhtisâs, 151
22 Şerhü Nehci'l-Belağa, VII, 40-2