Korona günlerinde ülkesinde yoksullar can verirken ABD yönetimi yeni savaş planları peşinde
salgin-zamaninda-emperyalist-dunya-jandarmasi.jpg
Alçaklıkta sınır tanımıyorlar ve tanımayacaklar. ABD basınına düşen haberlere göre, Korona günlerinde yoksullar ABD sağlık sistemi nedeniyle can verirken, ABD yönetimi toplantı odalarında İran’ı bombalamayı, Irak’ta Halk Seferberlik Güçlerine karşı yeni bir savaş başlatmayı, Suriye’de yeni “ılımlı muhalif” unsurlardan çeteler oluşturmayı tartışıyor.

İNTİZAR - Koronavirüs salgını sebebiyle neredeyse bütün dünya karantina günleri yaşarken Amerikan yönetimi komplo teorilerini haklı çıkartacak şekilde bir takım gizli planlar peşinde koşuyor. Başta İtalya ve İspanya olmak üzere Almanya gibi birçok Avrupa ülkesinde koronavirüs salgını karşısında olağanüstü tedbirler alırken binlerce Amerikan askerinin Avrupa'da görülmesi akıllarda onlarca sorunun belirmesine sebep oldu. 

Avrupa'da bu durum yaşanırken Amerika'nın İran'ı bombalamak, Irak'ta Direniş unsurlarına karşı yeni bir saldırı başlatmak, Suriye'de yeniden silahlı çeteler üzerinden sonuç almaya dönük planlar peşinde olmak gibi haberler gelmeye başladı.

Amerika'nın dünyanın en çok dayanışma ihtiyacı içerisinde olduğu bu günlerde kendi emperyalist hesaplarını nasıl gerçekleştirme peşinde olduğunun somut verilerle anlatıldığı Cenk Ağcabay imzalı Umut Gazetesi'nde yayınlanan yazı kayda değer tespitler içeriyor...

 

Karlar patronların kasasına zararlar toplum hesabına

3 Ekim 2019 tarihinde BBC'de yer alan bir haber, Honduras Devlet Başkanı Juan Orlando Hernández'in kardeşi Juan Antonio Hernández'e Amerika'ya yasadışı silah ve kokain sokma suçlamasıyla açılan davaya ilişkindi. Honduras devlet başkanının kardeşi 2017 yılında Miami'de yakalanmıştı. Amerika'da tutuklu bulunan Meksika uyuşturucu karteli şeflerinden Joaquín “El Chapo” Guzmán mahkemede, beraber çalıştıkları Fernandez'e 1 milyon dolar ödeme yaptığını iddia etmişti. Amerika Uyuşturucuyla Mücadele Dairesi'nin Hernandez'i yakalamasının nedeni kayıtlara, onun “Honduras askeri araçlarını ve personelini kullanarak Meksikalı Guzman'ın yönettiği kartel için ABD'ye uyuşturucu madde ve silah taşıması” olarak geçmişti. (El Chapo ‘gave $1m to Honduran president's brother', BBC 3 October 2019)

 
Konuyla ilgili olarak habercilere konuşan Amerikalı Savcı, Hernandez'in abisi tarafından korunduğunu ve onunla ilişkili olduğunu iddia ediyor, Başkan Hernandez'in bölgedeki uyuşturucu kaçakçısı kartellerden milyonlarca dolar rüşvet aldığını belirtiyordu. Amerikalı savcının bu iddiaları, daha önce Honduras'ta Hernandez'in eğitim ve sağlığı özelleştirme girişimlerine ve rüşvetçiliğine karşı gelişen halk eylemlerinde taşınan pankartlarda yankılanmıştı. Honduras halkı 2017 yılındaki büyük eylemlerinde Hernandez'i Narko-Diktatör olarak adlandırıyor, pankartlarına Narko-Diktatör Hernandez'e karşı mücadele yazıyorlardı.
 
Narko-Diktatör Hernandez, Jewish Insider'a 2019 Aralığında konuşmuş ve “ABD, İsrail ve bölgenin diğer önemli ülkeleriyle çok güçlü bir ittifak kurmak istediğini” dile getirmişti. İttifak ekonomik, askeri ve kültürel alanları kapsayacaktı ve Hernandez, Brezilya, Kolombiya ve Panama'nın da bu ittifaka hemen katılacağını vurguluyordu. Hernandez söyleşide, Honduras'ın İsrail elçiliğini Kudüs'e taşıyacağını da belirtiyordu.
 
Jewish Insider Hernandez söyleşisinde araya bir dizi bilgi de eklemişti, bunların birinde, Hernandez'in İsrail'de ciddi bir itibara sahip olduğu belirtiliyordu; Jewish Insider'a göre, İsrail ve Hernandez arasındaki karşılıklı güven Hernandez'in 1991 yılında Israeli Development Agency'den aldığı bursla geldiği İsrail'de çeşitli “araştırmalar” yaptığı döneme kadar uzanıyordu. Hernandez'de söyleşide İsrail'de bulunduğu dönemden söz ederken, “o günlerden bu yana İsrail'le benim aramda çok güçlü bir ilişki oluştu” diyordu. (Honduras pushing trilateral alliance with Israel and U.S.)
 
Hernandez söyleşide, 2014 yılında iktidara gelmesinden itibaren ülkesinin Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası forumlardaki duruşunu değiştirdiğini, ülkesinin İsrail karşıtı duruşunu kesinlikle terk ettiğini gururla dile getiriyordu.  Fuente Latina, Orta ve Güney Amerika'da İsrail yanlısı propaganda faaliyetlerine kaynak aktaran büyük bir şirket ve bu şirketin CEO'su Leah Soibel, Hernandez'in duruşunu övüyor, “İsrail'in Latin Amerika'da büyük dostları var, onların seslerinin daha fazla duyulması gerekiyor” sözleriyle de Hernandez'e işaret ediyordu.
 
Hernandez Jewish Insider'daki söyleşisinin yayınlanmasından bir gün önce Florida'da, İsrail Amerikan Konseyi adlı Siyonist Lobi grubu tarafından düzenlenen toplantıda ABD Başkanı Tump ve önemli ABD ve İsrail yöneticileriyle birlikteydi. Trump kürsüde ABD İsrail dostluğunun önemini ve tarihsel derinliğini anlattıktan sonra “Honduras Devlet Başkanı Hernandez ve eşi ile burada birlikte olmaktan çok mutluyuz. Hernandez ABD ile çok yakın çalışıyor. Güney sınırımızdaki çalışmalar çok iyi gidiyor. Artık güneyde kazanıyoruz, güney sınırımızdan içeriye uyuşturucu girmiyor.” sözleriyle Hernandez'e işaret ediyordu. Hernandez'in ABD'deki bu önemli Siyonist Lobi toplantısına katılmasını sağlayan Leah Sobel'di.
 
Trump'ın bunları söylediği günlerde, ABD basınında Hernandez'in bölgedeki uyuşturucu trafiğinden elde ettiği gelirler ve seçim kampanyalarını bu gelirlerle finanse etmesi doğrudan Amerikalı savcılar ve gazeteciler tarafından dile getiriliyordu. Bunlar dile getiriliyordu ancak Hernandez, 2015 yılında İsrail'le imzaladığı güvenlik anlaşmasıyla kendine güçlü bir koruyucu zırh elde etmişti. Anlaşma, Honduras ordu ve polis birimlerinin kapasitelerinin İsrail tarafından “geliştirilmesi”, ülkeler arasında istihbarat alanında yakın iş birliğinin pekiştirilmesi gibi başlıkları kapsıyordu. Hernandez'in militan ABD ve İsrail yanlısı tutumunu yansıtan son kararı, 20 Ocak 2020'de Lübnan Hizbullah'ını resmi olarak terörist örgüt listesine almak oldu.
 
3 Mart 2020'de bir açıklama yapan New York Savcısı Geoffrey Berman ise, ulaştıkları bilgi ve tanıklıkların Honduras üst düzey devlet görevlilerinin Amerika'ya yasa dışı silah ve kokain sokulmasında doğrudan rol oynadıklarını gösterdiğini belirtiyordu. Berman doğrudan Honduras Başkanına işaret ediyordu. (US Prosecutors Tie Honduras President to Drug Trafficker, Haaretz)
 
Honduras, ABD'nin 1970'ler ve 1980'lerde Orta ve Güney Amerika'da devrimci halk hareketlerine karşı yürüttüğü karşı-devrimci savaşların merkez üslerinden biriydi. 1981 ile 1985 arasında ABD'nin Honduras Büyükelçiliğini yapan John Negroponte bu savaşları yöneten üsse komuta etmişti. ABD'nin karşı-devrimci savaşlarında kullandığı faşist kontra çetelerin en önemli finansman kaynaklarından birinin bölgedeki uyuşturucu ticareti olduğu bugüne dek sayısız çalışmayla ortaya konuldu. Nikaragua ve El Salvador'da yükselen devrimci halk hareketlerine karşı savaşan faşist kontra çetelerin finansman, silah kaynağı ve örgütlenme üssü Honduras'tı.
 
Honduras uzun zaman Amerikan emperyalizminin bölgedeki karşı-devrimci üslerinden biriydi ancak Venezuela'da Hugo Chavez önderliğindeki demokratik-halkçı yönetimin 2000'lerin sonunda bölgenin siyasi dengelerinde yarattığı ciddi sarsıntılar Honduras'ta da yankı bulmuştu. Honduras'ta o dönem iktidarda bulunan Manuel Zelaya Venezuela ile ilişkileri geliştirmeye başlamış, Küba-Venezuela eksenine doğru kayma işaretleri vermişti. 2008'in ocak ayında Honduras'taki ABD Büyükelçiliğinden Vaşington'a gönderilen bir rapor Wikileaks tarafından yayınlandı. (The Wikileaks Files, sf. 543, Verso Books)
 
Raporda, Zelaya'nın Venezuela'ya yaklaşmasından duyulan kaygılar ifade ediliyor, ABD'nin Orta Amerika'daki en önemli hava üssü olan Soto Cano'nun geleceğine dair duyulan tedirginlik dile getiriliyordu. Chavez'in ve bölgedeki müttefiklerinin Zelaya ile görüşmelerinde Honduras sınırları içindeki bu hava üssü konusunda Zelaya'ya baskı yapıyor olabilecekleri belirtiliyordu. Vaşington'a gönderilen bir başka rapor Eylül 2008 tarihini taşıyordu. Bu raporda, Honduras'ta Kasım 2009'da yapılacak seçimlerde Zelaya'nın iktidarı kaybetmesi ve yeni oluşacak hükumetle iyi ilişkilerin geliştirilmesi yönündeki beklentiler dile getirilmişti.
 
Zelaya henüz seçim gerçekleşmeden Haziran 2009'da bir askeri darbeyle devrildi. Darbeyi gerçekleştiren ekibin başında General Romeo Vasquez Velasquez bulunuyordu. ABD'nin Honduras Büyükelçiliği'nden Vaşington'a gönderilen Eylül 2007 tarihli bir raporda belirtildiğine göre, Velasquez bir “ABD ve büyükelçilik dostu” idi. Darbe sonrası yapılan seçimlerle ABD dostu yeni bir siyasi iktidar oluştu. Narko-Diktatör Hernandez'in iktidarına uzanan süreç, esas olarak ABD dostu bir generalin bu hamlesiyle açılmıştı.
 
ABD başından beri Venezuela'daki Bolivarcı yönetimi devirmek, Venezuela'nın petrol kaynaklarını yeniden ABD'de üslenmiş bir avuç “ABD dostu iş insanının” eline vermek için çalışıyordu. 2017'den beri bu yöndeki faaliyetlerini yeni bir seviyeye yükseltti. ABD'de üslenmiş Venezuela'nın eski petrol zengini oligarklar, geçtiğimiz yıl ABD Dışişleri Bakanlığı ve CİA'nın önderlik ettiği bir uluslararası kampanyayla Venezuela'nın Bolivarcı devlet başkanı Maduro'yu devirip yerine Juan Guaido adlı CİA üretimi bir Venezuelalı faşisti iktidara yerleştirmek için faaliyetlerine hız verdi.
 
Guaido, ülkesinde üniversiteyi bitirdikten sonra ABD'ye yüksek lisans eğitimi için gitmişti. Karakas'taki Andres Bello Katolik Üniversitesi'nden 2007 yılında mezun olan Guaido, aynı yıl Amerika'daki George Washington Üniversitesi'nde Politika Yönetimi Programı'na kabul edilmişti. Onu Amerika'ya getiren ve “elinden tutan” kişi, Latin Amerika'nın en tanınmış Neo-Liberal iktisatçılarından Venezuelalı Luis Enrique Berrizbeitia'ydı. Berrizbeitia, IMF'de üst düzey yöneticilik yapmış. IMF'den önce, Venezuela'daki Bolivarcı yönetimle birlikte ayrıcalıklarına son verilen Venezuela petrol oligarşisinin hizmetinde on yıldan fazla Venezuela Petrol Şirketini yönetmişti. Berrizbeitia, Guaido'nun “elinden tutmuş” ve onun sadece ABD'de eğitim görmesine değil, orada önemli, etkili, isim ve kurumlarla sıkı ilişkiler kurmasına da olanak yaratmıştı.
 
Honduraslı Hernandez'de ülkesinde üniversite eğitimini tamamladıktan sonra soluğu master yapmak için New York Devlet Üniversitesinde almıştı. Hernandez Guaido'dan farklı olarak, eğitimine bir de İsrail durağı eklemişti. Venezuela halkı yıllardır ABD'nin uyguladığı ağır ekonomik yaptırımlar nedeniyle büyük sıkıntılar yaşıyor. Venezuela'nın temel geliri petrol satışlarına dayanıyor ve ülkeye uygulanan yaptırımlar en sert etkiyi petrol satışları üzerinde yaratıyor. Bolivarcı yönetim döneminde petrol gelirlerinin önemli bir kısmı geniş ölçüde yoksul halkın eğitim, sağlık ve konut ihtiyaçlarına yönlendirildi. Halka bu başlıklarda sağlanan olanaklarla ülkenin yoksulları önemli kazanımlar elde etti. Venezuela halkı belirli kazanımlar elde etme sürecinde en büyük desteği Sosyalist Küba'dan aldı; Kübalı sağlık emekçileri, eğitim emekçileri Venezuela halkına enternasyonalist dayanışma bilinciyle omuz verdi. Kübalı sağlık emekçileri kentlerden kırsal alanlara dek ulaştırdıkları sağlık hizmetleriyle Venezuela emekçilerinin daha sağlıklı bir yaşama kavuşmasında belirleyici rol oynadı.  
 
ABD ve Avrupa hükumetlerinin Venezuela'ya ve Küba'ya yönelik düşmanlığının temel nedenleri, Venezuela'da petrol oligarşisinin kaybettiği ayrıcalıklar, yoksul halka yönlendirilen ekonomik kaynaklar ve güç kazanan Küba-Venezuela ekseninin anti-emperyalist politikalarıydı. Bu nedenle, CİA uşağı Guaido birçok konuşmasında, iktidar olduğunda yapacağı ilk işin, Venezuela petrolünü “dünya piyasalarına” ve “özel sektöre” açmak olduğunu belirtiyordu. Onu ABD'ye yerleştiren ve arkasında duran Neo-liberal iktisatçı Berrizbeitia'nın temel ve değişmez inancı tüm dünyada ve Venezuela'da eğitim ve sağlığın, özel olarak da Venezuela petrolünün sonuna kadar piyasaya ve özel sektöre açılmasıydı. Guaido bir gün iktidar olursa kuşkusuz ustasından aldığı feyzle hareket edecek. Guaido'nun pek çok konuşmasında vurguladığı bir başka unsur, Venezuela'ya yönelik ABD ekonomik yaptırımlarının daha da genişletilmesi ve arttırılmasıydı. Yaşamsal önem taşıyan bazı ürünlerin ülkesine girişini engelleyen, çocukların, yaşlıların, hastaların ölümüne neden olan yaptırımları yeterli bulmayan Guaido, Bolivarcı yönetimin devrilmesi hedefiyle ABD ve AB'ye daha fazla yaptırım çağrıları yapmaktaydı. Guaido Bolivarcı yönetimin devrilmesi için kendi ülkesinin insanlarının daha fazla ölmesini istiyordu.
 
Birleşmiş Milletler Özel Raportörü Alfred de Zayas geçen yıl Venezuela'yı ziyaret etti ve BM için bir rapor hazırladı. Zayas raporunda, uygulanan yaptırımların uluslararası hukuka, Birleşmiş Milletler Şartı'na açıkça aykırı olduğunu ifade etti. Zayas Havana doğumlu Amerikalı bir Hukuk Profesörü. Raporunda, Venezuela'ya uygulanan yaptırımların halka yönelik “kolektif bir cezalandırma” olduğunu belirtiyor. Ona göre, ABD'nin uyguladığı yaptırımlar bir tür “Ortaçağ kuşatması” ve “insanlığı karşı işlenen bir suç” niteliğinde. Vaşington merkezli Center for Economic Policy Research'ün 2019'da yaptığı bir çalışmaya göre, uygulanan yaptırımlar nedeniyle oluşan ilaç ve tıbbi cihaz yetersizliği sonucu 2017-2018 arasında 40.000 Venezuelalı yaşamını kaybetti. (With a Quarter of the World's Population Under US Sanctions, Countries Appeal to UN to Intervene)
 
Covid-19 salgını dünyaya yayılmaya devam ederken, bugün toplam ölü sayısının 31. 191'e ulaştığı açıklandı. Dünyayı sarsan bu salgın nedeniyle yaşanan ölümler halen Venezuela'da 2017 ile 2018 arasında yaptırımlardan kaynaklanan ölüm sayısına ulaşmış değil. ABD ve AB emperyalizminin İran'a 40 yıldır uyguladığı ekonomik yaptırımların yarattığı sonuçları Venezuela hakkındaki bu bilgiler üzerinden tahmin etmek mümkün. Sosyalist Küba'da uzun yıllardır ağır yaptırımlarla karşı karşıya. Suriye'den Yemen'e, Gazze'ye emperyalizmin yaptırım silahı uzun yıllardır kitle katliamlarına yol açıyor.
 
Yaptırımların ağır sonuçları, yıllar önce en yetkili ağızlardan biri, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright tarafından bir televizyon programında kabullenilmişti. Konu o dönem Irak'a uygulanmakta olan ekonomik yaptırımlardı; programcı Albright'a çeşitli kaynaklarda, Irak'a uygulanan yaptırımlar nedeniyle 500.000 çocuğun öldüğünün ileri sürüldüğünü söylemiş ve sormuştu “buna değer mi?”. Albright'ın yanıtı açıktı: “Bizce, bizce buna değer.”
 
ABD emperyalizmi dünyaya yayılan salgını bir fırsata dönüştürmek amacıyla bu süreçte Venezuela, İran ve Suriye'ye yeni yaptırımlar uygulamaya başladı. İran halkı zaten salgında en sert darbeyi alan halklar arasında ve ABD'nin yeni yaptırımları sadece daha fazla ölüm anlamını taşıyor. Dün basına ABD'de 17 yaşında bir gencin tedavi talebinin sağlık sigortası olmadığı için reddedilmesi sonucu Covid-19'dan öldüğü haberi düştü. Amerikan emperyalizmi içeride ve dışarıda sadece öldürmeyi biliyor ve öldürüyor.
 
Amerikan emperyalizmi kitle imha silahlarını pervasızca kullanırken, aynı zamanda alçaklıkta hiç sınır tanımadığını ve tanımayacağını da pratikleriyle tekrar tekrar kanıtlıyor. Korona günlerinde hesapsızca halkların yardımına koşan Kübalı sağlık emekçileri ABD'nin bir numaralı hedefi. Amerikan basını tek ses olmuş Küba emekçilerinin enternasyonalist dayanışma pratiklerine saldırıyor. ABD Dışişleri Bakanlığı, ülkeleri Küba'dan sağlık desteği almamaları konusunda tehdit ediyor. Belli ki, Küba halkının enternasyonalist dayanışma pratiklerinin dünya çapında kazandığı büyük sempati emperyalizmi çok rahatsız ediyor.
 
Küba, Amerikan emperyalizmi için her zaman bir “sorun alanıdır” ancak böylesi tarihsel anlarda ortaya koyduğu yüksek düzey pratikler onu bütünüyle “kabul edilmez” kılmaktadır. Küba'nın enternasyonalist dayanışma pratiği dünya çapında krizin derinliği nedeniyle sadece daha görünür hale geldi. Oysa bu küçük ülke, onlarca yıldır, sahip olduğu sınırlı kaynakları Afrika'nın, Asya'nın, Ortadoğu'nun ve Latin Amerika'nın ezilen halklarıyla paylaşmayı sıradan bir davranışa dönüştürmüştü.
 
60'lar, 70'ler ve 80'lerin dünyasında ve halen günümüzde, ABD dünyanın dört bir yanında her türden karşıdevrimci faşist kontra çeteleri “eğitip donatırken”, Küba halkı da dünyanın dört bir yanındaki ilerici-devrimci halk hareketlerini “eğitip donatmanın”, bu hareketlerle dayanışmanın ve bütünleşmenin onurunu yaşamıştı. ABD ve AB emperyalizmlerinin çok üstün güçleri karşısında başını hiç eğmemiş, tüm dünya halklarının gözünde bir onur ve haysiyet anıtına dönüşmüştü.
 
Alçaklıkta sınır tanımıyorlar ve tanımayacaklar. ABD basınına düşen haberlere göre, Korona günlerinde yoksullar ABD sağlık sistemi nedeniyle can verirken, ABD yönetimi toplantı odalarında İran'ı bombalamayı, Irak'ta Halk Seferberlik Güçlerine karşı yeni bir savaş başlatmayı, Suriye'de yeni “ılımlı muhalif” unsurlardan çeteler oluşturmayı tartışıyor.
 
Bunlar yetmiyor, ABD Dışişleri Bakanlığından yapılan bir yazılı açıklamada, ABD Adalet Bakanlığının “uluslararası uyuşturucu kaçakçılığında rolleri olduğu” gerekçesiyle Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro ile Venezuela yönetimindeki bazı kişiler hakkında iddianame hazırlandığı haberi düşüyor.
 
Tescilli Narko-Diktatör Amerika ve İsrail koruması altında yaşarken, Venezuela yönetimini itibarsızlaştırmak için Korona günleri bir fırsata dönüştürülmeye çalışılıyor. Narko-Diktatör Hernandez'in ekonomideki öncelikleri de eğitim ve sağlığın özelleştirilmesiydi. Hernandez'in özelleştirme hamlelerine karşı 2017'de Honduras'ta gelişen büyük halk hareketi karşısında İsrail tarafından eğitilmiş polis ve askerleri buldu. Eğitim ve sağlığın özelleştirilmesi ile asker ve polis güçlerinin “kapasitelerinin arttırılması” birbirini tamamlayan temel unsurlardır.
 
Korona günleri kapitalizmin temel gerçekleri üzerine çok güçlü bir ışık tuttu. Bir hafta içinde, hükumetler tarafından Finans-kapitale yağdırılan milyar dolarlar; karların özel kasalara akmasının ve zararların toplum hesabına yazılmasının bu düzenin bir tunç kanunu olduğunu gözler önüne serdi.
 
Kapitalist düzenin bu tunç kanunu gereği, dünyanın en pahalı giyim markalarına ev sahipliği yapan Kuzey İtalya'nın emekçileri yetersiz tıbbi cihazlar, yetersiz hastaneler nedeniyle kitlesel olarak yaşamını kaybediyor. Dünyanın en pahalı giysilerini üreten bölgedeki sağlık emekçilerinin koruyucu eldiven ve maske yetersizliği nedeniyle hasta olup ölmesi kapitalizmin tunç kanunun gereğidir.
 
Sosyalizmin de tunç kanunları vardır. Küba halkının ödünsüz enternasyonal dayanışma pratikleri de sosyalizmin tunç kanunlarının bir gereğidir. 
 
Yazarın kendi siyasi bakışıyla uyumlu bitirdiği yazı aynı zamanda tartışılmakta olan bir başka konuya da kapı aralıyor. Acaba Korona günlerinin sonunda dünyada kapitalizmin yön verdiği yönetim anlayışları ayakta kalabilecek mi? Serbest piyasa ekonomisi hakimiyetini koruyabilecek mi yoksa karma ekonomik model mi öne çıkacak? Hatta kim bilir korona günleri sonrasında esastan bir değişim ile birlikte dünyanın tamamı çok daha farklı bir yöne doğru mu evrilecek? Kim bilebilir ki?!