İran’da Ulusal Kürt Hareketi ve Uluslararası Sistemdeki Yansımaları
24.12.2014
Giriş
Bir görüşe göre insanlık tarihinin son bin yılı hangi ulusların ayakta kalacağı ve hangilerinin de çeşitli sebeplerle tarih sahnesinden çekileceğini belirlemek için girişilen mücadelelerin toplamından ibarettir. Bu bakış açısıyla, maddi ve manevi dinamikleri diğerlerinden üstün olan uluslar, en iyi ihtimalle çevrelerindeki daha zayıf ulusları kendi potalarında eritecek, onların varlığına bu suretle son verecektir. Son iki yüzyılda yapılan araştırmalar yeryüzünde 6 binin üzerinde dilin konuşulduğunu ve bu sayının hızla azaldığını ortaya koymaktadır. Bu da, güçlü ulusların diğerlerini asimile etme kudretinin arttığının bir işareti olarak kabul edilmektedir.
Ulusların asimilasyondan korunmalarının yollarından birisinin kendi dil ve kültürleri üzerinde yükselen, kendi kendilerini yönettikleri bir devlet kurmaları olduğu dile getirilen görüşler arasında yer alır. Bu devlet izleyeceği sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik ve sosyo-politik siyaset ile ulusun geleceğini garanti altına alacaktır. Mevcut uluslararası sistemde/ hukukta her ulusun kendi kendini yönetme hakkının en azından teorik olarak kabul edilmiş olması kendini tehlike altında hisseden ulusların güçlü uluslara, onların devletlerine meşru bir zeminde karşı çıkmaları imkânını da beraberinde getirmiştir. Böyle de olsa, egemen devletler, kendi hâkimiyet sahaları içinde yer alan ve fakat kendi kimlik bilinçlerini paylaşmayan ulusların bu tarz hareketlerini çok zaman “terör” olarak tanımlamış ve bu hareketlerle terörle mücadele ekseninde bir ilişki biçimi geliştirmişlerdir.
Orta Doğu da bu tür hareketlerden arî değildir. Bir halklar mozaiği sayılabilecek olan bu bölge, çeşitli etnik hareketlere şahitlik etmektedir. Bunlar arasında ulusal Kürt hareketi geniş bir coğrafyayı ve dört ana devleti etkilediği için ayrı bir öneme sahiptir. Kendini Kürt olarak tanımlayan ve yaşadıkları bölgenin sınırları, nüfusu, diğer halklarla ilişkileri ve kimlik bilinçleri ile ilgili tartışmaların sürüp gittiği bu halkın devinimi etkin temeller üzerine kurulu ulus devletler çağında Orta Doğu için bir bakışa göre çıkmaz bir sokak ve bir başka bakışa göre ise yeni bir fırsat sunmaktadır.
Bu çalışmada İran İslam Cumhuriyeti'nde Kürt halkının konumunu ve ulusal Kürt hareketini inceleyecek, genel olarak Kürt hareketiyle birlikte yakın dönemde ortaya çıkan PJAK'ın uluslararası sistemdeki yansımalarını izlemeye çalışacağız.
Çalışmamız üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde uluslararası sistem açısından terör ve etnik terör kavramlarını açıklarken, etnik anlamda “Kürt Ulusu”nun varlığını sorgulayacağız. Bunu yapabilmek için de bölgenin tarihi ve güncel görünümünü bu yönüyle aktaracağız. İkinci bölümde İran'daki ulusal Kürt hareketine ve özelde PJAK'a yer vereceğiz. Üçüncü bölümde ise ulusal Kürt hareketlerinin uluslararası sistemdeki yansımalarını irdeleyeceğiz.
Şunu da belirtmemiz icap ediyor: Kürtlerin dört devletin sınırlarında süregelen mevcudiyeti ve iç içe geçmiş ilişkileri meseleyi daha geniş bir perspektiften ele almamızı da zorunlu kılıyor.
I.Bölüm
A - Devlet-içi Çatışma ve Etnik Terör
19. ve 20.yüzyıllar modern anlamda ulus devletlerin inşa sürecine şahit olunan zaman dilimleridir. Merkeze alınan belli bir grubun hâkimiyetinde şekillenen siyasi yapı ve kurumlar bu ilişkinin en azından belli bir düzeyde dışında kalmak isteyen diğer gruplar ile ihtilaflar doğurmuş[1] ve bu da pasif direnişten teröre kadar uzanan bir yelpazede çatışmaların doğmasına yol açmıştır. Hassaten Soğuk Savaş sonrası yükselen mikro milliyetçilikler merkezi hükümetten daha fazla hak talep etmişlerdir. Ana dilde eğitim, ekonomik ve siyasi hayata daha fazla katılım talepleri bunlar arasında öne çıkmıştır.[2] Bu ise Soğuk Savaş döneminin klasik güvenlik anlayışının yetersiz kalmasına neden olmuştur.[3]
Uluslararası hukuk ve siyasette iki kavram üzerinde yürütülen tartışmalar, üzerinde ittifaka varılan bir tanıma ulaşılmasını sağlayamamıştır. Bunlardan birisi etnik sorun ve diğeri ise terördür.[4] Her ikisinde de, meseleye yaklaşan tarafın nihai hedefinin baskın düştüğü bir kanaate ulaşıldığı görülür. Bir başka ifadeyle, ihtilafın/ çatışmanın aktif tarafları için ulaşılan sonuç ile pasif tarafların yahut yardımcı aktörlerin ulaştığı sonuç farklı olabilir.
Bir tanımlamaya göre etnik sorun, “kendi”lerini ve “öteki”lerini ortak köken, tarih, dil, kültür gibi etnik niteliklerle tanımlayan gruplar arasında, rekabetten savaşa kadar uzanabilen sosyopolitik anlaşmazlık ve cepheleşmelerdir. Bu sorunlar ülkedeki etnik gruplar arasında olabileceği gibi, devlet ile bir etnik grup arasında da olabilir.[5] Sorunun kaynağında ulusal kimliğin baskın etnik gruba dayandırılmak istenmesi yatabileceği gibi diğer etnik grupların özerklik veya bağımsızlık talepleri de olabilir.[6] Her ne olursa olsun, meselenin temelinde milliyetçilik önemli bir rol oynar. Pek çok çatışma milliyetçiliğin kurmaya çalıştığı ulusun, etnik kimlik ve yurttaş şeklindeki farklı iki tasarımından ortaya çıkar.[7]
Etnik temelli hareketler varlıklarını ispat etmek için kültürel, sosyal, siyasal yolları kullandıkları gibi silahlı mücadele yolunu da kullanmışlardır. Etnik kimliğini ve haklarını kabul ettirmek açısından baskın kimliğe/ halka yönelik faaliyetler bu yelpazede yer alır. Sivil yolların terk edilmesi veya bunlarla birlikte şiddete dayalı yöntemlerin de kullanılması güvenlik eksenli bakış açısıyla “etnik terör” kavramını doğurur. Çatışma yönetimi penceresinden bakıldığında ise bunlar “Devlet-içi Çatışma” olarak telakki edilebilir.[8] Henüz terörizmin uluslararası kabul görmüş bir tanımına ulaşılamamışsa da, genel bir ifadeyle, “Siyasi amaçlarla, planlı, sistematik ve hesaplı bir şekilde topluma karşı yöneltilen ve toplum arasında korku ve endişeyi sevk etmeye çalışan şiddet eylemlerine terörizm”, denilmektedir.[9] Etnik terör, özellikle etnik sebeplerle dışlandıklarını düşünen toplumlardan çıkan grupların/ örgütlerin öncüsü olduğunu iddia ettiği toplumun geleceğini kontrol etmek veya gücün dağılımında söz sahibi olmak için şiddet yoluyla topluma korku salarak bu şekilde siyasi iktidara baskı yapmak amacıyla uyguladığı eylemlerdir.[10] Bu tanım, “değer, statü, güç ve/veya kaynaklar üzerinde hak iddia etmek ve ele geçirmek için sahiplerini etkisiz hale getirme, yaralama veya ortadan kaldırma mücadelesi”, şeklinde ifade edilen “çatışma” tanımına benzemektedir.[11] Onlara göre, silahlı mücadele ile hedefe ulaşmak barışçı yollara göre daha kısa zaman alır.[12] Yine merkezi hükümetin bunalımı çözmede zorlanması örgütün propaganda gücünü arttırır.[13] Teröristler kendilerini baskıcı devlete, yağmacı rakip etnik veya milliyetçi gruba veya duyarsız uluslar arası topluma karşı şiddete başvurmak zorunda kalan isteksiz savaşçılar olarak algılamaktadır.[14] Genellikle eğitimli kesim tarafından siyasi bir ideal etrafında kurulan[15]bu tür örgütler belirli bir bölgede başlayan eylemlerini zamanla genişletmeye çalışır,[16] uluslarının kendi kendini yönetme hakkını talep ettiklerini ve bunun için mücadele ettiklerini ileri sürer ve propagandadan sorumlu birimlerinin temas kurduğu yabancı ülke siyasal partileri, aydınları, akademik kuruluşları ve örgütleri yoluyla[17] amaçlarına ulaşmak için uluslararası düzeyde siyasi destek ararlar.[18] Askeri ve siyasi faaliyetlerini yürüten mekanizmalara sahiptirler ve genellikle siyasi başarının askeri başarının ardından geleceğine inanırlar. Sinn Fein'in beyni sayılan Martin McGuinness'in “Sinn Fein masaya silahlarla oturacaktır.” sözü bu inancın bir ifadesi olarak simgeleşmiştir.[19] Yönetim mekanizmalarına rağmen Üçüncü Dünya ülkelerindeki örgüt liderlerinin son kararları genellikle tartışılmazdır.[20]
Uluslararası aktörlerin bir etnik soruna yaklaşımı üç değişik şekilde olur. Birincisi tarafları cesaretlendirip çatışmayı yayma; ikincisi uzlaştırma ve üçüncüsü ise bastırma/ izole etmedir. Bir başka anlatımla devletler ve hükümetler arasıörgütler etnik çatışmalara karışmama, pasif/tarafsız kalma, arabulucu olma, iktidardaki hükümetin veya bölücü hareketin yanında yer alma biçiminde tutumlar gösterebilirler. Üçüncü tarafların bunlardan hangisini tercih edecekleri çatışmanın doğası, aşaması (tırmanma, en üst aşamada olma, tırmanmanın sona ermesi, uzlaşma), şiddetin düzeyi ve çıkarların etkilenme oranı gibi faktörlere bağlı olarak değişecektir.[21] Etnik soruna ayrılıkçı hareketlerin/ örgütlerin yanında yer alarak, onlara yardım ederek müdahil olan üçüncü taraflar uluslararası hukuk açısından gayrimeşru zeminde kalmamak için bunu dolaylı yollarla yapacaklardır.[22] Bu yardımlar para, silah, eğitim, ulaşım, lojistik, istihbarat gibi somut olabileceği gibi, uluslararası kampanyalara destek vermek, politik açıklamalarda bulunmak, diplomatik destek sunmak şeklindeki politik/ diplomatik destek biçiminde de olabilir.[23]
Uluslararası/ yabancı aktörlerin etnik sebeplerle bir başka ülkenin iç meselelerine karışması çeşitli sebeplerle olabilir. Bu nedenlerden ilki, stratejik çıkarlarını gerçekleştirme, rakip/düşman devleti zayıflatma veya belirli bir dış politika davranışına yönlendirme ya da başka devletlerin rollerini dengeleme gibi “reel politik/araçsal” olanlardır. İkincisi, akrabaları koruma (himayeci), kullanma veya çatışma yaşanan topraklar ile etnik gruplar üzerinde hak iddia etme (irredentist) gibi “etnopolitik/duygusal” güdülerdir. Üçüncüsü, bir ülkede meydana gelen bölünmenin komsu ülkede yasayan etnik akrabaları harekete geçireceği veya bölgesel dengeleri bozacağı endişesini içeren “örnek olma” ya da “yayılmayı önleme” güdüsüdür. Dördüncüsü, “dinsel/ideolojik”, “emperyalist/yayılmacı” ya da “insani” nitelikteki diğer nedenlerdir. Ayrıca bu çatışmalar bölgesel ve uluslararası güç dengelerinde meydana getirdiği istikrarsızlıkla veya sistemin hukuk normları ve davranış kurallarına olumsuz etkisi nedeniyle uluslararası sistemi kontrol eden büyük devletlerin soruna karışmasına da yol açabilir.[24]
Orta Doğu'daki temel meselelerden birisi olan Kürt kimliğini de, etnik sorun, devlet-içi çatışma, terör bağlamında incelemeden evvel uluslararası kabul görmüş bir Kürt varlığının olup olmadığını incelemek gerekir. Bir diğer ifadeyle, “Kendilerini Kürt olarak tanımlayan insanlar bir ulus mudur?”, sorusuna cevap aramak icap etmektedir.
B - Tarih boyunca Kürt kimliğinin gelişimi
Bugün Orta Doğu'nun dört büyük egemen devletinin sınırları içinde yaşayan bir halkın yerleşik bulunduğu bölgenin adının ilk kez onlarla ilişkilendirilmesi 12.yüzyılda Selçuklu Devleti dönemine rastlar. Selçukluların “Kürdistan” adını verdikleri bu bölge İran'da yer alır. Sultan Sancar'ın kurduğu bu eyaletin merkezini Hemedan'ın kuzeybatısındaki Bahar Kalesi oluşturur. Bu eyalet Zagros dağlarının doğusunda Hemedan, Dinvar ve Kirmanşah vilayetlerini, batısında ise Şehrizur ve Sincar vilayetlerini kapsar.[25] Daha sonra bu isim yaygınlaşarak bu kavmin yaşadığı bütün bölgeleri içine alır hale gelir.[26] Selçukluların bu halkı Kürt olarak tanımlamasının sebebi, kendi aralarında din, dil ve aşiret bölünmelerinin varlığına rağmen onların da kendilerini bu isimle tanımlıyor olmalarıdır. Kürtler kendilerine “Kürt” demektedir ve bu onları Araplardan, Türklerden ve Farisilerden ayırmaktadır.[27]
“Kürt” ismini irdeleyen dilbilimciler bu kelimenin Kürt dilinde “savaşçı” anlamına geldiğini kaydederler.[28] Bundan olsa gerek, asiliğin Kürt toplumunda yüksek bir değere sahip olduğuna inanılır.[29] Bir okumaya göre, Kürt varlığı onu kuşatan güçlü halklara isyan ile şekillenmiştir ve bu isyan hiç sükûn bulmamış, onu asimile ve yok etmeye çalışanları mağlup etmiştir. Bugün Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin kabul ettiği Kürt milli marşının ilk dörtlüğünde yer alan, “Ey reqîb her mawe qewmî kurd ziman/ Nayşikênê danerî topî zeman/ Kes nelê Kurd mirdûwe, Kurd zîndûwe/ Zîndûwe qet nanewê alakeman” (Ey düşmanlar! Kürt halkı yaşıyor/ Onlar hiçbir zaman silahlarla mağlup edilemezler/ Kimse Kürtler öldü demesin, onlar yaşıyor/ Hayattalar ve bayrakları asla inmeyecek.), sözleri bu ruhu ifade eder.[30] Tarihi, düşman kavimlerle mücadele sahası olarak telakki eden Kürtlerin, “Kürtlerin tek dostu dağlardır”, dedikleri de bilinmektedir.[31]
Kürtlerin kendilerini dağlara izafe etmelerine uygun olarak, Mesudi ve Taberi onların tabii coğrafyalarının Zagros dağları çevresi olduğunu belirtir.[32] Bu bölgenin kendini “Kürt” olarak tanımlayan halkının kökeni konusunda ise farklı iddialar ileri sürülmüştür. Onların Arap kökenli olduklarını söyleyenlerin yanında, Ermeni, Farisi ve Türk kökenli olduklarını iddia edenler de bulunmaktadır.[33] Bazı Kürt yazarlar Kürtlerin Zagros dağlarına milattan 2 bin yıl evvel yerleşen Hint-Avrupa kavimlerinin soyundan olduğunu belirtiler.[34] Medeniyetlerini yedi bin yıl geriye götürenlerin varlığına rağmen, Kürtler arasındaki yaygın kanaat köklerinin M.Ö. 8.yüzyılda İran'da bir devlet kuran Medlere dayandığı yönündedir. Ne var ki bu ikinci görüş de bir mit olarak telakki edilmiş ve birçok tarihçi tarafından önemsenmemiştir. Yakın zamanda bir grup “İsrailli” araştırmacı Kürtlerin genetik olarak Yahudilerin akrabası olduğunu ileri sürmüştür.[35] Her ne olursa olsun, 13.yüzyıl seyyahlarından Venedikli Marco Polo'nun onları “eşkıya” olarak nitelendiren anıları[36] ile 16.yüzyılda bölgeyi ziyaret edenlerin anlatımları, resmi kayıtlar ve bölgede oluşan dil birikimi bölge halkının o dönemde kendisini Kürt olarak tanımladığını ortaya koymaktadır. [37]
Kimliğini Kürt olarak ifade eden bu halkın bugün yerleşik bulunduğu ve yaklaşık 500 bin kilometrekareyi bulan sahanın sınırlarının Türkiye'nin orta kısmından başlayarak Kafkasların güneyinden geçtiği ve oradan da İran – Irak sınırı boyunca güneye doğru indiği düşünülmektedir. Bununla birlikte, Kürtler, bilinen su kaynakları ve petrol yataklarıyla önemli bir ekonomik değere sahip bu bölgede tek başına yaşayan bir kavim değildir.[38] Bu bölgede Türkler, Ermeniler, İranlılar, Araplar, Asurîler ve diğerleri de yaşamaktadır ve bu da, bölgeyi homojen olmaktan uzaklaştırmaktadır.[39]Kürtlerin “Kürdistan” olarak tanımladığı bölge burası olsa da, Kürtlerin var olduğu tek bölge burası değildir. İran'ın Horasan eyaleti de bir milyona varan Kürt nüfusu ile Kürt varlığına sahip bir başka bölgedir.[40] Horasan Kürtleri 1514 tarihli Çaldıran Savaşı sonrası Osmanlı-İran sınırından Safeviler ile Özbekler arasında bir ön cephe oluşturmaları için sürülen[41]Kürtlerin soyundan gelmektedir[42] ve Türkiye'deki akrabalarıyla aynı Kürt lehçesini konuşmaktadır.[43]
Bahsi geçen bölgede yaşayan ve kendini Kürt olarak ifade eden bu halkın nüfusu hakkında da kesin bir bilgi yoktur zira bölge ülkelerinde etnik temele dayalı nüfus sayımları yapılmamaktadır.[44] Kürt nüfusun 25 milyon civarında olduğunu ifade edenler olduğu gibi,[45] sayıyı yaklaşık 30 milyon olarak tahmin edenler de vardır.[46] Bu ortalama rakamların uç noktaları 10 milyon ile 35 milyondur.[47] Bu nüfusun yaklaşık 10 – 12 milyonunun Türkiye'de, 5 – 6 milyonunun İran'da, 3 – 4 milyonunun Irak'ta, 1 milyonunun ise Suriye'de yaşadığı düşünülmektedir. Yine Azerbaycan ve Ermenistan'da da 80 bine yakın Kürd'ün varlığı bilinmektedir.[48] Toplam Kürt nüfusa oranladığımızda Kürtlerin %43'ünün Türkiye'de, %31'inin İran'da, %18'inin Irak'ta, %6'sının Suriye'de ve %2'sinin de diğer bölgelerde yaşadığını söyleyebiliriz.[49] Kürt halkı üzerine yapılan çalışmaların üzerinden geçen sürede bu nüfusun bir miktar arttığını ve oranların değiştiğini de kabul etmek gerekir.
Araştırmacılar, 25 – 30 milyon arasındaki bu nüfusun genel bir çerçeve çizdiği, kendi içinde homojen olmadığı kanaatindedir. Bazılarına göre, Kürt kimliği aşiretler, alt gruplar, farklı diller ve dinler arasında bölünmüş bir kimliktir.[50] Bu sadece bölündükleri ülkelere kıyasla değil, aynı ülke ve bölge içinde de böyledir. İran Kürtleri Türkiye Kürtlerinden farklıdır ve bu ikisi Irak Kürtleri ile aynı değildir.[51]
Modern Kürt siyasi tarihini Kürtlerin Osmanlı idaresi altındaki Diyarbakır, Rakka ve Musul merkezli üç vilayette yaşamaları sonucunu doğuran[52] 23 Ağustos 1514'te yaşanan Çaldıran Savaşı ile başlatma eğiliminde olanların varlığına rağmen[53] bugünün bakış açısıyla Kürtlerin bir ulus olup olmadığını irdeleyen bazı araştırmacılar onları dil, din, kültür, mitler, edebiyat, kıyafet, mutfak gibi kıstaslar altında incelemişledir.[54] Tüm bu araştırmalar birbirine yaklaşan ve kimi zaman da farklılaşan neticeler doğurmuştur. Böyle de olsa, mezkûr kriterler çerçevesinde ulaşılan genel sonuca binaen bölgede hâkim etnik/ kavmi unsurların dışında bir toplumun varlığının kabul edildiğini ve bu toplumun da kendisini Kürt tanımladığını söyleyebiliriz.
Yukarıda kıstaslar üzerinden ilerlediğimizde, Kürtler arasındaki bölünmelere yol açan unsurlardan birisi olan dilin aynı zamanda Kürtleri diğerlerinden ayıran temel faktör olduğunu söylemek de mümkündür.[55] Kimi araştırmacılar, kendini Kürt olarak ifade eden bu toplumun dil açısından henüz birliğe ulaşmadıklarını ileri sürerler. Hatta dilin Kürtler arasındaki bölünmede en önemli unsur olduğunu dile getiren görüşlere de rastlanır.[56] Hint-Avrupa dil ailesi grubunda yer alan Kürtçe bu yönüyle Farsçaya yakındır. Farklı dil gruplarında olması sebebiyle Türkçe ve Arapçaya benzemez. Türkiye, Kuzey Irak ve Suriye'de konuşulan Kurmançi lehçesi ile Kuzey Irak ve İran'da konuşulan ve Irak Anayasasına göre resmi dil kabul edilen[57] Sorani lehçesi farklı aşiretlerin konuştuğu yerel ağızların da etkisiyle[58] farklı şekillerde gelişmiştir.[59] Misalen, yukarıda ilk kıtasını verdiğimiz Kürdistan Milli Marşının Sorani lehçesindeki yazılımı “Ey reqîb her mawe qewmî kurd ziman/ Nayşikênê danerî topî zeman/ Kes nelê Kurd mirdûwe, Kurd zîndûwe/ Zîndûwe qet nanewê alakeman” şeklindeyken Kurmançi lehçesinde “Ey reqîb her, maye qewmê Kurd ziman/ Nasikê û danayê bi topê zeman/ Kes nebê Kurd dimirin, Kurd jîn dibin/ Jîn dibin qet nakevê ala Kurdan” şeklindedir.[60]
Dil ile bağlantılı olan iki konudan ilki mitler ve ikincisi ise edebiyattır. Bunlar topluluğun aynı tarihi köklere uzandığını varsaymak üzere kurgulanmış da olabilir. Bu mitlerden birisi Kürtlerin Süleyman peygamberin (as) kızdığı bir anda kendisini dağlara sürdüğü cariyesi Jasad'ın soyundan geldiklerine dairdir. Benzer konudaki bir diğer mit ise İbrahim peygamberin (as) karısı Sara'nın Kürt olmasıdır.[61]
Edebiyat konusunda ise, bir kısım araştırmacıların –belki de orijinal bir alfabeye sahip olmamaları sebebiyle- Kürt eserlerini dikkate değer bulmadıkları anlaşılmaktadır. Kürt yazılı edebiyatı içinde bulunduğu ülkeye göre farklı bir alfabe kullanmaktadır. Türkiye'de Latin-Türkçe temelli; İran, Irak ve Suriye'de ise Arap alfabesi temelinde geliştirilen alfabeler kullanımdadır.[62]Böyle de olsa, bu alandaki yazılı eserlere 16.yüzyılda Osmanlı ülkesinde yaşayan İdris Bitlisi'nin çalışmaları örnek olarak verilmekte ve 18.yüzyıldan itibaren gelişen basın faaliyetleriyle bu alanda daha aktif hale gelindiği ve yine Kürt edebiyatının daha ziyade sözlü nakle dayandığı ifade edilmektedir.[63]
Din de Kürt kimliğinin oluşmasında önemli bir etkendir. Hilafsız, Kürtlerin ekseriyeti İslam dinine mensuptur. Müslüman Kürtlerin ekseriyeti de Sünni'dir. Bunların oranı %60 olarak tahmin edilmektedir. %15 kadar da Şii İsnaaşeriyye Kürt olduğu düşünülmektedir.[64] Yine Kürtler arasında İslam'ın sufi yorumu da yaygındır. Birçok Kürt Nakşibendî ve Kadiri tarikatlarına mensuptur.[65] Ameli mezhepler açısından ağırlıklı olarak Şafi usulü öne çıkar. Yine ikinci sırada Caferi mezhebinin yer aldığı bilinmektedir.[66] Diğerlerinin ise İslam öncesi yerel dinlere, Şii İslam'ın gulat tabir edilen aşırı fırkalarına ve Yahudilik dinine tabi olduğu sanılmaktadır. Bir tahmine göre 20.yüzyılın ortalarında Yahudi Kürt sayısı 50 bin civarındadır.[67] Kürt kimliğini inşada din önemli bir yer tutsa ve birçok Kürt İslam'ın bölgede baskın hale gelmesinde kendilerinin çok önemli rol oynadıklarını ileri sürse de,[68]Haçlıları yenerek Kudüs'ü geri alan, Filistin ve Suriye'de Müslüman hâkimiyetini sağlayan Selahaddin Eyyubi örneğinde olduğu gibi, çok önemli Kürt figürlerin kendilerini Kürt olmaktan ziyade Müslüman olarak tanımladıklarını ve kavim için değil, din adına savaştıklarını da gözden kaçırmamak gerekir.[69]
Politik bakış açısıyla, bir toplumun ne zaman halk olarak kabul edileceği, bunun için hangi açıdan farklı ve orijinal olmaları ve sayılarının ne kadar olması gerektiği ve buna bağlı olarak da Kürtlerin bir halk olup olmadığı tartışılmıştır.[70] Bu sorulara farklı cevaplar verilmesi kendini Kürt olarak ifade eden bir toplumun varlığını ortadan kaldırmadığı gibi, onların Yeni Dünya Düzeni içinde Orta Doğu bölgesinde merkezi öneme sahip bir rol ifa ediyor olmalarını da engellememiştir.[71]
Tüm bunların ardından diyebiliriz ki, bir Kürt'ün ne olduğunu özetleyen metinlerden birisini Hiner Salem kaleme almıştır. O şöyle der: “Adım Esad Şero Selim. Selim Malay'ın torunuyum. Dedemin iyi bir mizah duygusu vardı. Dedem demişti ki, özgür bir ülkede bir Kürt olarak doğdum. Sonra Osmanlılar geldiler ve “Sen Osmanlısın” dediler ve o da Osmanlı oldu. Osmanlı İmparatorluğunun düşmesiyle o bir Türk oldu. Türkler gitti ve o, Kürtlerin kralı Şeyh Mahmud'un krallığında yine bir Kürt oldu. Sonra İngilizler geldi ve dedem Majestelerinin tabisi oldu ve hatta birkaç kelime İngilizce bile öğrendi.”[72]
II.Bölüm
Genel olarak Orta Doğu'da ve özel olarak İran'da ulusal Kürt hareketi
Bugün Orta Doğu'nun dördüncü büyük etnik grubu olan ve tarihte önce Bizans İmparatorluğu ile Araplar ve sonra da Osmanlı İmparatorluğu ile Safeviler arasında cephe hattında yer alan Kürtlerin milli kimlikleri genel olarak kabul ediliyor olsa bile, Kürdistan kavramı, resmi olarak ancak Farisilerin baskın olmasına rağmen etnik çeşitlilik sebebiyle bir ulus devletten ziyade imparatorluğa benzetilen İran[73] ile Irak'ta kullanılmaktadır.[74] Bununla birlikte, bu noktaya gelene kadar ulusal Kürt siyasi hayatı/ hareketi birçok aşamadan geçmiştir. Birçok siyasi gruba ayrılan ve birbirleriyle çatışan Kürtlerin hemen hepsinin iddiası ise Kürtlerin birliğini sağlamak olmuştur.[75] Yine unutulmamalıdır ki, bir etnik kimlik iddiası sıklıkla politik bir iddiayı da taşır ve içeriğe bağlı olarak farklı etkiler doğurur. Bu kritik bir meseledir ve bir toplum etnik azınlık olarak tanınmadığında özel bir statü ve kültürel haklara sahip olamaz. Birçok uluslar arası sözleşmeye göre halkların kendini yönetme hakkı varken azınlıkların böyle bir hakkı yoktur.[76]
Yukarıda zikrettiğimiz gibi Kürdistan ibaresi ilk kez Sultan Sancar tarafından Selçuklu Devleti döneminde kullanılmıştır. Egemen devletlerin bünyesinde ve her biri kendi egemen devletinin safında yer alan Kürtler, İngiliz konsolos yardımcısına “Biz Kürtler ayrı bir milletiz ve işlerimizi elimize almak istiyoruz” şeklinde bir mektup yazan[77] Osmanlı tabiiyetindeki Şeyh Ubeydullah önderliğinde 1880 yılında Osmanlı – İran sınırını aşarak İran'ın Mehabad ve Urumiye bölgesinde hâkimiyet sağladılar ancak bu durum uzun sürmedi ve Şah iki yıl sonra bölgeyi yine kontrol altına aldı.[78] Şah ordusunun binlerce kişinin ölümüne sebep olan sert müdahalesi ile karşılaşan Kürtler birçok kasaba ve köyü boşaltmak zorunda kalsa da, Şeyh Ubeydullah'ın bu isyanı ulusal Kürt hareketinin ilk örneği ve Şeyh Ubeydullah da “ulusal kahraman” ve“ulusun kurtarıcısı” olarak kabul edildi.[79] Şeyh Ubeydullah'ın Osmanlı ve İran Kürtlerini bağımsız bir Kürt devleti çatısı altında toplamayı amaçladığı düşünülen isyan hareketine varan bu süreci,[80] toplumları dini temelde sınıflandıran ve 19.yüzyılın ilk yarısından itibaren çökmeye başlayan “millet sistemi”ne bağlayanlar da vardır.[81] Yine bu isyanla, 1639 tarihli Kasr-ı Şirin Anlaşması (Zuhab Anlaşması) ile belirlenen ve 1914'e kadar geçerliliğini koruyan Osmanlı – İran sınırının değişme ihtimali belirmiştir.[82]
Kürtlerin İran'daki bir sonraki isyanı Birinci Dünya Savaşı'nın akabinde oluşan kaos ortamında geldi. İran devletinin merkezileşme politikalarına muhalif olan İsmail Ağa Simku[83] 1920'de bir ayaklanma örgütlese de, daha sonra kendini Şah ilan edecek olan Rıza Han Pehlevi bunu bastırdı.[84] Simku 1930'da gerçekleştirilen bir suikastla hayatını kaybederken, isyancı bölgeler silahsızlandırıldı[85] ve temelde entelektüel ve ulusal bir tartışmaya dayanmayan ayaklanması kendinden sonra gelecek ulusal Kürt hareketine ilham verdi.[86]
Bu ve benzeri ayaklanmalarda Batılı ülkelerin rolü yadsınamaz haldedir. Birinci Dünya Savaşı'nın akabinde toplanan Versay Barış Konferansı'nda Kürtlere bir ulus devlet kurma niyeti izhar edilmiş ve bu niyet Sevr Barış Anlaşması ile uluslararası bir söze dönüştürülmüştür.[87] Anlaşmanın 62 ve 64.maddeleri öncelikle İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerin denetiminde bir Kürt yerel yönetiminin kurulması ve bir yıl sonra da bu yönetime bağımsız bir Kürt devletine dönüşmek üzere Milletler Cemiyeti'ne başvurma hakkı öngörmesine rağmen İngiltere ve Rusya yeni Türk devleti ile iyi ilişkiler geliştirmek istediğinden bu söz yerine getirilmemiş ve bağımsız bir devlet umarken daha küçük parçalara ayrılmak zorunda kalan Kürtler[88] ihanete uğradıklarını düşünmüşlerdir.[89]Sevr Barış Anlaşması hazırlanırken bağımsız bir Kürdistan devletinin Azerbaycan ve Türkiye ile Azerbaycan ve İran arasında tampon oluşturarak Müslümanların birleşmesini engelleyeceği ve böylece bu üç devletin potansiyel gücünün zayıflatılacağı düşünülmüştür.[90] Yine İngiliz dış politikası Kürt ulusal hareketini Türklere, İranlılara ve Araplara karşı bir tehdit unsuru olarak kullanmayı başarmıştır.[91] 6 Ağustos 1924 tarihinde yürürlüğe giren Lozan Anlaşması ile çözülemeyen Türkiye-Irak sınırı meselesi 5 Temmuz 1926 tarihli İngiltere-Irak-Türkiye Anlaşması ile nihayete ermiş ve belirlenen sınır muhtemel Kürt devleti ile Türkiye arasında kalacak sınır olarak da öngörülmüştür.[92] Bu anlaşmada Kürtçenin kullanım hakkının korunması dahil olmak üzere, Kürtlerin hamiliği İngiltere'ye bırakılmış ve İngiltere, daha sonra kendisini Kürt Kralı ilan edecek olan Şeyh Mahmud Hafid'i yerel yönetici olarak atamıştır.[93] Başlangıçtaki amaca ulaşılamamasına rağmen Sevr Barış Anlaşması'nda bağımsız bir Kürt devletine çıkan niyet ve söz ulusal Kürt hareketi açısından bir köşe taşı sayılmıştır.[94]
Birinci Dünya Savaşı boyunca Batılı ülkeler arasında yapılan çeşitli gizli anlaşmalar da ayrı bir sorun olmuştur. 1916 tarihli Sykes-Picot Anlaşması Osmanlı'nın bölüşülmesi planı iken, Bolşevik Rusya'nın itirazları sonrası Kürdistan'ın Rus, İngiliz ve Fransız etki alanlarına bölünmesini de içerir bir şekle dönüşmüştür. Amerika Birleşik Devletleri'nin müdahaleleri ise meseleyi daha da karışık hale getirmiştir.[95] Bugünkü Irak bahsedilen şartlar altında İngilizler tarafından Hindistan yolunu kontrol edebilmek amacıyla 1922'de kurulmuştur. Bu sebeple, o dönemde Irak Arap halkının bir parçası olarak değerlendirilemezdi ve Kürdistan da asla bir Arap toprağı değildi.[96]
Bahsettiğimiz tüm bu sebeplerden dolayı bu noktadan sonra İran'daki Kürt toplumunu ve Kürt siyasi hareketini Irak'taki Kürt toplumu ve Kürt siyasi hareketinden ayrı düşünmek mümkün değildir. Bu ikisi birbirini bugüne kadar etkilemiş haldedir. Buna, daha sonra, İran-Irak Savaşı sırasında Türkiye'de yükselişe geçen, liderliğini Abdullah Öcalan'ın yaptığı “Partiya Karkaren-i Kürdistan” (Kürdistan İşçi Partisi) (PKK) unsuru da eklenmiştir.[97]
İki dünya savaşı arasında İran'daki ulusal Kürt hareketinin diğerlerine nispetle daha zayıf olduğu görülür. İran 1932'ye kadar Şeyh Taha, Şeyh Mahmud ve İngiliz politikalarıyla bağlantılı olduğunu düşündükleri Simku gibi siyasi figürleri elimine etmiş ve bunların takipçilerini kontrol altına almıştır.[98] İran ile Türkiye'yi kıyaslayan Robert Olson, İran'daki Kürt ulusal hareketinin daha zayıf olmasının sebepleri arasında İran'ın sekülerleşme yolunda Türkiye kadar ilerlememesini ve yine İran'ın azınlıklara karşı daha müsamahakâr davranmasını gösterir.[99]
Olson'un bu görüşüne katılan bazı yazarlar, buna bir de Kürt liderlere yönelik suikastların başarısını ekler.[100] Ancak Micheal M. Gunter'in aktarmasıyla, Kerim Yıldız, İran ve Kürt kültürü arasındaki yakınlığın Kürtlerin yabancılılık hissetmemelerinde ve bu suretle ayrılma düşüncesinin daha az yer bulmasında önemli bir etken olduğunu savunur.[101] Bu dönemde Fransa dışında hiçbir devlet de Kürt ulusal hareketini fiilen desteklememiş, bölgedeki merkezi devletlerin korunmasının kendi çıkarlarına daha uygun olduğu kanaatini taşımıştır. SSCB'ye göre bu İngiltere'den gelecek bir tehlikenin önüne geçmenin de en iyi yoludur.[102]
İkinci Dünya Savaşı ve ardından gelen Soğuk Savaş dönemi bölgedeki Kürt ulusal hareketinin çeşitli ittifaklara ve ayrışmalara meylettiği bir zaman dilimidir. 1941'de tahttan uzaklaştırılan Rıza Pehlevi'nin bıraktığı boşlukta ulusal Kürt hareketi birçok siyasi parti kurdu. 1942'de kurulan “Komalay Jiyanavey Kürd/Kürdistan” Kürdistan Yeniden Diriliş Örgütü'nden (JK olarak da bilinir ancak kısaca KOMALA şeklinde de anılır) [103] ilham alarak oluşan İran Kürdistan'ı Demokrat Partisi (Parti Demokrati Kürdistani İran - İKDP) bunlardan birisiydi.[104] Amerika Birleşik Devletleri'nin Körfez'deki varlığını dengelemek için stratejik bir hamle yapmak istemesi sebebiyle eski politikasında değişikliğe giden Sovyetler Birliği'nin[105] desteğini alan İKDP lideri Gazi Muhammed, Urumiye'deki SSCB konsolosunun denetiminde,[106] 22 Ocak 1946'da, bir yıl içinde son bulacak Mehabad Cumhuriyeti'ni ilan etti.[107] İran devleti sınırları içinde, yerel işlerde kendi yönetimini ve otonomiyi öngören bu cumhuriyet kısa ömürlü de olsa, varılan bu netice ulusal Kürt hareketi için bir sembol haline geldi.[108] Mehabad Cumhuriyeti, bu sürede okul müfredatını değiştirdi, Kürtçe eğitime başladı, ders kitaplarını Kürtçeye çevirdi, günlük gazete ve aylık dergi çıkardı, güvenlik hizmetleri Şah'ın polisinden alınıp Peşmerge kuvvetlerine verildi ve bu gücün sağlanmasında 20 bin Peşmerge gönderen Irak'taki Barzani aşiretinin yardımından faydalanıldı.[109] Bu haliyle Mehabat Cumhuriyeti İran'ın komşuları Irak ve Türkiye'de de endişeye yol açtı.[110] Şah ordusunun kontrolü ele almasının ardından okullarda Kürtçe yasaklandı ve İran'da aleni ulusal Kürt hareketi sona erdi.[111]Yeraltına çekilen ve 1950'li yıllar boyunca Tudeh Partisi ile işbirliği yapan[112] İKDP 1960'larda merkezini Irak'a taşımak zorunda kaldı.[113]
Kendisine yardımda bulunan Mustafa Barzani ise 2 bin Peşmerge ile birlikte sınırı geçip Sovyet Azerbaycan'ına sığındı. Bu Kürtlerin daha sonra Stalin tarafından Özbekistan'a gönderildikleri ve burada askeri eğitime tabi tutuldukları biliniyor.[114] Irak Kürdistan'ı Demokrat Partisi (Partiya Demokrata Kürdistan a Irak – IKDP) de yine bu dönemin bir ürünü olarak ortaya çıktı.[115] Barzani ve savaşçıları ise ancak 1958'de Bağdat'ta iktidara gelen General Abdulkerim Kasım'ın izni ile Irak'a dönebildiler.[116]Kasım, ulusal Kürt hareketine daha müsamahakâr yaklaşsa da, 1968'de yapılan bir darbe ile iktidara gelen Baas Partisi Kürt kimliğini Irak milliyetçiliğinin önünde bir engel olarak gördü.[117] Bu dönemde Irak merkezi hükümeti ile Kürtler arasında 29 Haziran 1966 Belgesi temelinde yapılan özerklik görüşmelerinde Kürtlerin Amerika Birleşik Devletleri, İsrail ve İran'ın desteğini umarak Kerkük'ün özerk yönetimin başkenti olmasında ısrar etmeleri bu görüşmelerin başarısızlıkla neticelenmesinin sebeplerinden birisi olarak gösterildi.[118]Bununla birlikte Irak merkezi hükümeti ile Barzani 1970'de, Kürt bölgesine “kültürel özerklik ve ulusal eşitlik” hakkı tanıyan “15 Noktada Barış Anlaşması” imzaladılar.[119] Ne var ki, bu anlaşma da uzun ömürlü olmadı.
Mehabad Cumhuriyeti'ne giden süreçte Sovyetler Birliği'nin etkisi açıksa da, SSCB'yi bu yöne sevk eden faktörlerden birisinin ulusal Kürt hareketinin Nisan 1945'te San Francisco'da “Kürt Birliği” adı altında bir konferans düzenlemesi ve ardından İran, Irak ve Suriye'de aktif propaganda merkezleri açması olduğu da varsayımlar arasındadır.[120] 1952'de NATO üyesi olan Türkiye ise Kürt varlığını tanımak yerine konuyu mücadele edilmesi gereken bir “terör” meselesi düzleminde ele almayı tercih ederek,[121]NATO bünyesindeki hizmetlerinin karşılığında Kürtlerin her türlü faaliyetini şiddetle bastırma imtiyazı elde etti.[122]
Karargâhını Irak'a taşıyan İran Kürdistan'ı Demokrat Partisi Irak'taki Kürtlerin 1961'de başlattıkları ayaklanmaya mümkün olan her yolla yardım etti. Yine Türkiye ve İran Kürtleri Devrim Konseyi'ne katılarak ayaklanmanın yönetiminde yer aldılar. İran Kürtlerinin de benzer bir harekete girişmesinden endişelenen Şah, Barzani'ye Bağdat'a karşı kullanması için silah verme karşılığında İran Kürtleri ile ilişkisini kesmesini teklif etti ve Barzani de bunu kabul etti.[123] 1966 sonrası İran'a dönen İran Kürdistan'ı Demokrat Partisi elitleri “İran için demokrasi, Kürdistan için otonomi”sloganı altında Marksist Tudeh hareketi ile birleştiler ve 1968'e kadar Şah'a karşı savaştılar. Şah, Barzani'nin yardımını istedi ve o da Irak'taki İKDP üyelerine, öldürmeye varacak şekilde baskı yaparak Şah'a yardım etti.[124] Şah ile Irak Kürtleri arasındaki bu ilişki, Şah'ın stratejik vizyonu sayılan ve Fars Körfezi'nde hâkimiyeti öngören[125] ve bu nedenle Tahran ile Bağdat arasında baş gösteren Şatt-ül Arap suyolu ihtilafını nihayete erdirmeyi amaçlayan 1975 tarihli Cezayir Anlaşması'na kadar inişli çıkışlı bir şekilde sürdü.[126] Bu anlaşmanın ardından Irak Baas Partisi İran'la büyük bir savaşa girişmek endişesi olmaksızın Kürtlere yönelik baskılarını arttırdı.[127] Bu baskılar neticesinde aralarında Irak Kürdistan'ı Demokrat Partisi'ne mensup silahlı unsurlar da olmak üzere, tahmini 350 bin Iraklı Kürt İran'a geçti.[128]
İran Kürtleri 1969'da şehirli ve entelektüel kesimlerden oluşan gizli bir örgüt kurdular. Aslında bu oluşum, yeni bir örgüt yaratmaktan ziyade geçmişte var olan bir örgütün canlandırılması olarak da kabul edilebilir. İran Kürdistan Devrimci Emekçiler Örgütü (KOMALA) adını alan ve İran Komünist Partisi'nin bir kanadı olarak varlığını sürdüren bu örgüt[129] Marksist temellere dayanıyor ve demokratik bir İran içinde özerk bir Kürdistan öngörüyordu.[130] Şehirli ve entelektüel kesim geleneksel Kürt toplumsal düzeninde yer alan elitleri/ liderleri güçlü ve birleşik bir ulusla Kürt hareketine inanmayan kişiler olarak tasvir ediyorlardı.[131]
Şah ile Kürtler arasındaki çatışma bir şekilde devam etse de, İranlı Kürtler 1979 İran İslam İnkılâbı'na giden süreçte genel olarak İmam Humeyni'yi desteklediler.[132] İnkılab'ın öncü kadrosu da, İKDP liderlerinin Şah döneminde başlayan sürgünden dönmelerine izin verdi.[133] Ne var ki, İmam Humeyni'nin İran'a dönüşünden kısa bir süre sonra İran Kürdistan'ı Demokrat Partisi özerklik talebini yineleyen, sekiz maddelik bir program yayımladı. Bu programda Kürt bölgesi için özerklik, Kürt Meclisi, Kürtçenin resmi dil olarak kabulü, Kürt bölgesine daha çok ekonomik kaynak sağlanması, merkezi hükümette Kürt temsili, basın ve teşkilatlanma özgürlüğü yer alıyordu.[134] Daha sonra bunlara yerel Kürt güvenlik güçlerinin kurulması ve yerel Kürt yöneticilerin atanması maddeleri de eklenecekti.[135] Talepleri kabul görmeyen İKDP 1979 sonlarında kendini bir İran partisi olmaktan ziyade devrimci Kürt hareketi olarak tanımladı.[136] İran basınında Marksist ve Siyonist, liberal Başbakan Beni Sadr tarafından da “karşı devrimci” olarak nitelendirilen Kürt hareketinin silahlı unsurları İmam Humeyni'nin dönüşünden sadece üç hafta sonra ordu birliklerine saldırmaya başladılar.[137] O dönemde Kürtlerin ekseriyeti yeni rejime olumlu bakarken, İKDP ve diğer Marksist ve milliyetçi gruplar İslami rejimle hiçbir şekilde uzlaşılmaması gerektiğini düşünüyorlardı ve bu sebeple 1 Nisan 1979'da yapılan, rejimin şeklini belirleyecek referandumu boykot ettiler.[138] Şubat 1979'da başlayan çatışmalarda Şii Kürtler Marksist ve milliyetçi unsurlara karşı İmam Humeyni'nin arkasında yer aldılar. 1980'den itibaren Marksist ve milliyetçi Kürt hareketi Irak ve Türkiye Kürtlerinin de desteği ile İran ordusu ile çatışmalara girdi.[139] İslami rejime karşı Kürtlerle birlikte savaşanlar sadece diğer bölgelerdeki Kürtlerden oluşmuyordu. İran Kürdistan'ında ve Irak'ta üslenmiş, Irak'taki Baas rejimi ile birlikte İran'daki İslami rejime karşı savaşan İran Halkın Mücahitleri Örgütü (Sazmane Mücahidane Halke İran -HMÖ) gibi İranlı bazı sol muhalefet örgütleri de bu savaşın tetiklenmesi ve devamında rol oynuyordu.[140] İKDP'nin Halkın Mücahitleri Örgütü tarafından 1982'de Paris'te kurulan Ulusal Direniş Konseyi'ne katılması merkezi hükümetin İKDP hakkındaki kanaatini güçlendiriyordu.[141] Yaklaşık 3 yıl süren bu çatışmalar İslam İnkılâbı Muhafızları Ordusu'nun Kürt bölgesini yeniden kontrol altına alması ve silahlı Kürt unsurları İran ülkesinden çıkarmasıyla şiddetini azalttı.[142] 1984'e gelindiğinde İslam İnkılâbı Muhafızları Ordusu karşısında Kürtlerin kaybı 20 bin militanı bulmuştu.[143] Ordunun kesin hâkimiyeti ise ancak 1988'de geldi.[144] İran – Irak Savaşı boyunca Irak'ı destekleyen,[145] Irak'taki Molla Mustafa Barzani'den sonra 20.yüzyıldaki en etkili Kürt isim olarak kabul edilen İran Kürdistan'ı Demokrat Partisi lideri Abdurrahman Kasımlo 1989'da Viyana'da uğradığı bir suikastta hayatını kaybetti.[146] Kasımlo'nun halefi de 1992'de Berlin'de aynı akıbete uğradı.[147] Kürt ulusal hareketi her iki suikasttan da İran'ı sorumlu tuttu. Bir Alman mahkemesi ise başta İran İslam İnkılâbı Rehberi Ayetullah Seyyid Ali Hamanei olmak üzere üst düzey İranlı yetkililer hakkında soruşturma başlattı.[148]Merkezi hükümetin ülkede hâkimiyeti yeniden tesis etmesinin ardından İran'dan gelen raporların ve İran ile ilgili çalışmaların sayısında azalma görüldü.[149] Öyle ki, Farideh Koohi-Kamali'ye göre silahlı Kürt grupların İran'dan çıkarılıp Irak'a sürüldüğü 1983'ten bu yana İngilizce yayımlanan hiçbir ciddi çalışma olmadı.[150] Bunun, dört egemen devletin hâkimiyetinde yaşayan Kürtleri kışkırtmamak kaygısından kaynaklandığını düşünenler de vardır.[151]
Amerika Birleşik Devletleri öncülüğündeki koalisyonun Saddam Hüseyin'i Kuveyt'ten çıkarmaya yönelik 1990-1991 tarihli Birinci Körfez Harekâtı sonrasında, Irak ordusunun Kürt bölgesine saldırıp Kerkük, Süleymaniye, Dobuk, Zaho ve Erbil'i geri almasından ve binlerce Kürt'ü öldürüp yaklaşık bir buçuk milyonunun da İran ve Türkiye'ye kaçmasına sebep olmasının ardından getirilen uçuşa yasak bölge uygulaması kuzeydeki Kürtler için güvenli bölge imkânı sağladı.[152] Yine göreceli olarak Kürtler İran-Irak Savaşı sırasında yaşadıkları, “Kürt Hiroşima'sı” olarak anılan Halepçe Katliamı[153] ve Enfal Operasyonu[154] benzeri bir trajediden korunmuş oldular. Bu aynı zamanda de facto bir Kürt devleti olarak kabul edildi. Daha evvel 1 milyon Iraklı Kürdü kendi ülkesine kabul eden İran, güvenli bölge inşasına sessiz kaldı.[155]
Muhammed Hatemi'nin cumhurbaşkanlığı döneminde İran iç politikasında yaşanan müspet gelişmelerin de etkisiyle ulusal Kürt hareketi sosyal ve kültürel çalışmalara yöneldi. Kürtler, İran İslam Cumhuriyeti Anayasası'ndan kaynaklanan haklarını[156] kullanmaya başladılar. Böylelikle, İran üniversitelerinde sayısız Kürtçe dergi yayımlandı. Neredeyse bütün Kürt şehirlerinde kültürel aktiviteler icra edildi. Kürt milletvekilleri kendilerini ayrı bir grup olarak takdim etti. Kürt gençlerin İran üniversitelerindeki sayısı arttı ve bunlar politik ve kültürel tartışmalara aktif olarak katıldı. Uydu üzerinden yayımlanan Kürtçe kanalların izlenme oranına bağlı olarak etkileri de giderek arttı. Tüm bunlardan ayrı olarak bu dönemdeki Kürt hareketi kendini seleflerinden ayırmaya özen gösterdi.[157] Ne var ki, aşağıda izah edeceğimiz üzere, bu müspet hava da yeni silahlı grupların ortaya çıkmasını ve çatışmaları önleyemedi.
İran-Irak Savaşı boyunca Irak Kürtlerini savaş halinde olduğu Baas rejimine karşı silahlandıran İran bir yönüyle Türkiye'deki silahlı Kürt hareketi PKK'nın da yükselmesine etki eden unsurlardan birisi oldu.[158] 1984'te silahlı eylemlere başlayan PKK,[159] şiddeti yaygınlaştıran düşünce yapısı ve hareket metodu sebebiyle bazı çevrelerce Peru'daki Aydınlık Yol gerillalarına ve lideri Abdullah Öcalan da, kendisini İsa peygamber (as) ile kıyasla da, tartışmasız bir şekilde yüceltilen kişiliği itibariyle Stalin'e benzetildi.[160] Silahlı unsurlarının önemli bir kısmı Irak'taki Kandil Dağı'nda bulunan PKK, 1991 sonrası Irak'taki yerel Kürt partileriyle de zaman zaman çatışmaya girdi. Başlangıçta Marksist ideolojiye sahip olan PKK, zaman içinde demokratik liberalizme doğru bir dönüşüm geçirdi. Sivil aktivistlerin militan kadro tarafından korunması gerektiğini savundu.[161]
Saddam Hüseyin'in devrilip Baas rejiminin sona ermesinin ardından Irak'ın bilindik yerel partilerinin yanında Türkiye'deki PKK'ya bağlı yeni bir örgüt İran'a karşı faaliyet göstermek üzere Kandil Dağı sahnesinde ortaya çıktı. Irak'taki özerk yönetimden ve Türkiye'deki PKK'nın gücünden ilham alan Partiya Jiyana Azad a Kürdistane (Kürdistan Özgür Yaşam Partisi – PJAK) isimli bu örgüt 2004 yılında varlığını ilan etti.[162] Liderliğini 20 yıldan fazla bir zamandır Almanya'da yaşayan Rahman Hacı Ahmedi'nin yaptığı örgüt PKK ile aynı ideolojik temelleri ve benzer yöntemleri paylaşmaktadır ve örgütün liderlik konseyinde[163] yer alan yöneticilerin arasında Türk vatandaşları da vardır.[164] PJAK, hedefinin İran'daki velayet-i fakih rejiminin yerine insan haklarına, cinsel eşitliğe ve ifade hürriyetine saygılı federal ve demokratik bir sistem yerleştirmek olduğunu ve bunları sadece Kürtler için değil, Azeriler, Beluclar ve Araplar için de istediğini ileri sürmektedir.[165]
Chris Kutschera ile 2008 yılında yaptığı bir röportajda Rahman Hacı Ahmedi kendilerinin diğer Kürt partilerden farklı olduklarını, İran ve Avrupa'da yaşayan gençler tarafından uzun bir hazırlıktan sonra kurulduklarını, konfederal ve demokratik bir İran için savaştıklarını, halkı politik açıdan bilinçlendirerek ortak bir platform oluşturmayı hedeflediklerini ve gerektiğinde silahlı mücadele ile halkı koruyacaklarını ancak sadece silahlı mücadele ile durumun değişeceğine inanmadıklarını, Kandil'de özgür bir bölgelerinin olduğunu ama kendilerinin şehirlerde kurtarılmış bölgeler oluşturmak istemediklerini, rejime karşı olan hareketlerin müttefikleri olduğunu, PKK ile ayrı bölgelerde faaliyet gösteren kardeş örgütler olduklarını ancak farklı amaçları bulunduğunu, PKK Türkiye'de Kürt varlığının anayasal olarak tanınmasını hedeflerken kendilerinin konfederal bir İran'da özgür bir Kürdistan istediklerini, aralarında 8 kadınında bulunduğu 21 üyeli bir meclise sahip olduklarını ve bu meclis tarafından idare edildiklerini, İran içinde üç bölgeye ayrıldıklarını, hiçbir ücret almayan ve sivil hayata sahip bulunmayan (aile hayatı olmayan), dağlarda yaşayan, tam anlamıyla profesyonel savaşçılarına Peşmerge değil “gerilla” adını verdiklerini, gerillanın %35'inin kadın olduğunu, Irak Kürdistan'ındaki Kürdistan Demokratik Partisi ve Kürdistan Yurtseverler Birliği ile bir ilişkilerinin olmadığını, Amerika'da İranlı muhaliflerle görüştüğünü ama Amerikan hükümeti ile bir bağlantılarının olmadığını ancak İran muhalifi herkese sıcak bakabileceklerini ifade etmiştir.[166]
PKK ile kıyaslandığında PJAK daha düşük düzeyde bir tehdit olarak algılansa da, İran'ın askeri hedeflerine yönelttiği şiddet PKK'dan daha az değildir.[167] İran hükümetinin verdiği bilgilere göre, sadece 2005 yılında PJAK tarafından öldürülen asker sayısı 120'dir. 2006'da bu sayı da aşılmıştır. James Brandon PJAK'ın sadece askeri hedeflere saldırdığını, İran hükümetinin “terörist grup” suçlamasına rağmen örgütü sivil hedeflere saldırmakla suçlamadığını ileri sürmektedir.[168] İran içinde onlarca düzine saldırı düzenleyen örgütün 3 bin civarında silahlı kuvveti olduğu tahmin edilmektedir.[169] Örgüt silahlı saldırılarda vur-kaç taktiği uygulamakta, saldırıdan sonra örgüt üyeleri ya yerel halkın içine karışmakta ya da sınırı geçerek Irak'taki üslerine ulaşmaktadır.[170]PJAK'ın kadın kolları başkanı Gülistan Dugan'a göre PJAK üyelerinin %45'i kadındır ve bunlar birçok askeri operasyonda yer almıştır.[171] İran hükümeti ise bu saldırılara PKK'nınkiler de dahil olmak üzere Kandil Dağı'ndaki üsleri ağır silahlarla vurarak karşılık vermiştir.[172] Yine İran'ın “korucu sistem”ini Türkiye'den başarıyla kopyaladığı da bilinmektedir.[173]
The Middle East Reporter kayıtlarına ve bazı yazarlara göre İran ile PJAK arasındaki çatışmalarda İran İslam İnkılâbı Muhafızları Ordusu'nun bazı üst düzey komutanları hayatını kaybetmiştir.[174] Bunun karşılığında İran da doğrudan Kandil Dağı'ndaki PJAK üslerine yaptığı saldırılarda çok sayıda PJAK komutanını öldürmüştür.[175] Yine İran'ın misillemelerinde PJAK yüzlerce gerillasını kaybetmiştir.[176] İranlı üst düzey komutanlar operasyonların özellikle PJAK'tan gelenler olmak üzere, karşı devrimci güçlerin etkisini yitirmesine, bir tehdit unsuru olmaktan çıkmasına kadar süreceğini belirtirken, PJAK sözcüleri Kandil Dağı'ndaki üslerinin İran tarafından ateş altında tutulduğunu kabul etmiştir.[177]
Çatışmaların Irak içinde yoğunlaşması ve İran ordusunun zaman zaman birkaç kilometrelik alanda yayılacak şekilde harekâtlar düzenlemesi[178] Irak Kürdistan'ı Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani'yi PJAK ve diğer Kürt gruplara hedeflerini diplomatik yolları kullanarak gerçekleştirme çağrısı yapmaya yöneltmiştir.[179] İran ile PJAK arasındaki çatışmalar Ağustos 2011'de doruk noktasına çıkmış ve örgüte yakın kaynaklarda yer alan haberlere göre,[180] 3 gün süren çok şiddetli çatışmaların ardından ilan ettiği tek taraflı ateşkes[181]neticesinde PJAK, İran-Irak sınırındaki dağlık bölgede bulunan Casusan kampını boşaltarak Kandil Dağı'na çekilmiş ve buraya İran askerleri yerleşmiştir.[182]
İran İslam İnkılâbı Muhafızları Ordusu ile PJAK arasında yükselen çatışmalar sırasında İran mahreçli bir haberle Türkiye gündemine giren bir konu da PKK'nın iki numaralı isminin İran tarafından yakalandığı iddiasıdır. İran Meclisi Milli Güvenlik Komisyonu Başkanı Alaaddin Brucerdi'ye dayandırılan habere göre, Brucerdi isim vermese de, terör örgütünün bazı üyeleriyle birlikte iki numarası da yakalanmıştır ve bundan anlaşılması gereken kişi Murat Karayılan'dır. Kürt kaynakları bu haberi tekzip etmişlerdir. Ne var ki, kısa bir süre sonra ortaya çıkan Murat Karayılan ANF Haber Ajansı ile yaptığı röportajda İran'la savaşmak istemediklerini, İran şiddet uygulamadığı müddetçe PJAK'ın da şiddet uygulamaması gerektiğini ve zamanla süresiz bir ateşkes haline ve çözüme ulaşmak istediklerini ifade etmiştir.[183] Mart 2013'te verdiği bir diğer röportajda Murat Karayılan, “Bugün İran'da PJAK'ın ilan ettiği ateşkese İran Devleti de uymakta ve herhangi bir çatışma da yaşanmamaktadır.”, ifadesine yer vermiştir.[184]Gerçekten de, Eylül 2011'den bu yana ateşkesi tümüyle bozacak mahiyette bir çatışma yaşanmamıştır.
Görüldüğü üzere Kürt kimliği etrafında yaşanan ve kimi zaman siyasi kimi zamansa askeri yöntemlerle ilerleyen süreç Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı-İran perspektifinden çıkarak ulus devletler düzlemine taşınmış ve böylece bölgedeki dört ana egemen devleti uzun yıllar boyunca rahatsız eden bir meseleye dönüşmüştür. Her bir egemen devlette yer alan Kürtlerin öz varlıklarına/ güçlerine dayanarak gerçek bir ilerleme kaydetmeleri mümkün görünmediğinden mezkûr egemen devletler Kürtlerin her zaman için yabancı bir gücün huzuru bozmak için kullandığı piyonları olduğunu ileri sürmüştür. Bu sebeple bir sonraki bölümde Kürt kimliği çerçevesinde üretilen politikalarda uluslararası güçlerin etkisini/ müdahalesini inceleyeceğiz.
III. Bölüm
Ulusal Kürt hareketine uluslararası/ yabancı güçlerin etkisi ve İran'ın tutumu
Birinci Dünya Savaşı öncesi Osmanlı ve İran devletlerinin egemenliği altında yaşayan Kürtlerin etnik temelli ayrışma istekleri o dönemin dini ve siyasi yapısı gereği tam olarak belirgin değildir. Bugünden geriye yapılan milliyetçi okumalar bölgede yaşanan ayaklanmaların hepsini Kürt ulusal hareketi temelinde değerlendirme eğiliminde olsa da, bunu destekleyecek tartışmasız delillere ulaşmak zordur. Ulus fikrinin ortaya çıkmasından, müşterek bir dil, tarih ve coğrafya etrafında kümelenen aynı soydan gelen insanların oluşturduğu topluma “millet” adı verilmeden önce bu kavram (millet kavramı) aynı dinden olan insanları ifade etmek için kullanılmaktaydı. Osmanlı'nın uyguladığı millet sisteminde Müslümanlar hangi kavimden olurlarsa olsunlar bir ve hâkimmillet kabul ediliyorlardı. Yine bu dönemde “Türk” kelimesi de bir kavmi işaret etmekten öte, Müslüman kelimesinin karşılayacak şekilde kullanılıyordu.
Birinci Dünya Savaşı'nın temel sonuçları arasında Orta Doğu'nun ulus temelli devletlere ayrılması, bir başka ifadeyle, bölgede ulus temelli devletlerin inşa edilme sürecinin başlaması da yer alır. Osmanlı'nın terk etmek zorunda kaldığı coğrafyada kurulan Suriye ve Irak, Türkiye ve İran'dan sonra Kürtlerin yaşadığı egemen devletler olarak ortaya çıkmıştır. Böylesi bir bölünme herkesten önce İngiltere'nin çıkarlarına hizmet etmiştir. Böylelikle Türk ve Bolşevik etkisi kırıldığı gibi Kerkük'te bulunan yeni petrol yatakları da kontrol altına alınmıştır.[185] Bu bölünmenin ardından, bazı yazarlara göre, çeşitli Kürt gruplar yerel yönetimlerin zayıflatılmasında harici güçlere yardımcı olmuştur. İngilizler 1920'li yıllarda Kürtleri Türkiye'ye karşı kışkırtırken, Amerikalılar ve İsrail Bağdat ve Tahran'ı zayıflatmak için bir araç olarak görmüştür.[186]
İkinci bölümde belirttiğimiz gibi, Sevr Barış Anlaşması hazırlanırken bağımsız bir Kürdistan devletinin Azerbaycan ve Türkiye ve yine Azerbaycan ve İran arasında tampon oluşturarak Müslümanların birleşmesini engelleyeceği ve böylece bu üç devletin potansiyel gücünün zayıflatılacağı düşünülmüştür.[187] Gelişmeler böylesi bir devletin varlığına imkân tanımayınca, bugünkü ülke sınırlarında kurulan Irak'taki Kürtler 1920 – 1958 arasında İngiltere'nin himayesinde gelişen milliyetçilik düşüncesiyle[188] Türklere, İranlılara ve Araplara karşı bir tehdit unsuru olarak kullanılmaya başlandı. Kürtler Arap birliğine karşı olmadıklarını ve bunu sağlamanın Arapların vazifesi olduğunu söyleseler de, Kürtlerin kendi kendini yönetme hakkının dönemin Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdulnasır tarafından da teyit edildiğinde ısrarcı oldular.[189]
Kürtler her zaman için Siyonist teorisyenlerin/ düşünürlerin Orta Doğu'daki planları içinde yer almıştı.[190]Iraklı Kürtlerin bir kısmının Yahudi olması ve “Alliance Israelite Universelle” teşkilatının 20.yüzyılın başlarında kuzey Irak'ta okullar açması Kürtlerin henüz “İsrail” kurulmadan evvel de Siyonist hareket ile temas kurmalarına yol açtı.[191]Bu yıllarda Siyonist gizli servisinin ajanlarından Rubin Shila Kürt bölgesinde bir istihbarat ağı kurmayı başardı.[192]1930'ların sonlarında, daha sonra Siyonist İsrail rejiminin ilk başbakanı olacak olan David Ben Gurion'un formüle ettiği “Periferi Teorisi” ile Kürtler daha büyük önem kazandı. Bu teoriye göre düşman Arap devletleriyle çevrili Siyonist İsrail rejiminin Arap olmayan müttefiklere ihtiyacı vardı ve yine Arap ülkeleri içindeki etnik azınlıkları güçlendirerek Arap devletlerini zayıflatmalıydı; petrol zengini olması ve gelecekte ulaşması muhtemel güce binaen[193] Irak'tan başlayarak.[194]1950'lerin sonu ve 1960'ların başında Siyonist İsrail rejimi Irak Kürtlerine silah sağlayan ana tedarikçi olmakla kalmayıp binlerce Mossad ajanını da askeri danışman, tarım uzmanı, doktor, insan hakları aktivisti gibi unvanlara bölgeye yerleştirdiği ve hatta Uluslararası Af Örgütü ile diğer insani yardım teşkilatlarının gönüllüleri arasından ajan devşirdiği bilinmektedir.[195] Siyonist İsrail rejiminin 1979 İslam İnkılâbı öncesi, bölgenin Arap olmayan iki büyük devleti İran ve Türkiye ile kurduğu ilişkinin temelinde de bu teori yatmaktadır. Siyonist İsrail rejimi, Türkiye ve İran'ın Irak devletini zayıflatmak için Kürtleri de kullanmak suretiyle bir dizi gizli operasyon yürüttüğü düşünülmektedir.[196] Şah'ın Fars Körfezi'ne hâkim olma stratejisi de onu Amerika ve Siyonist İsrail rejimi yanında yer almaya itmiş, Irak Kürtlerine ulaştırılmak istenen Amerikan ve Siyonist İsrail rejimi silahları için İran bir geçiş noktası olmuştur.[197] Kongre üyesi Otis Pike, Nixon, Kissenger ve Şah'ın asla ve asla Kürtlere kesin bir zafer kazandırma niyetinde olmadıklarını, onların ancak “müttefikimiz İsrail'in düşman komşusunu” zayıflatmak istediklerini söylemiştir.[198]
1979 İran İslam İnkılâbı sonrası İran'ın Irak Kürtlerine desteğini kesmesi üzerine Siyonist İsrail rejimi Periferi Teorisi'ni yeniden gözden geçirmiş, eski bir diplomat olan Oded Yinon'un Dünya Siyonist Teşkilatı'nın yayın organıKivunim'da Şubat 1982'de yayımladığı “Bin dokuz yüz seksenlerde İsrail için bir teori” başlıklı yazıda İsrail'in bölgedeki azınlıkları teşvik etmekten başka çaresi olmadığı dile getirilmiştir.[199] İran'ın saf değiştirmesiyle birlikte Siyonist İsrail rejimi de Kürtleri kullanarak İran içinde operasyonlar yürütmeye başlamıştır. Tahran'daki eski Amerikan Büyükelçiliği binasında ele geçirilen belgelerden Irak'ın Kürt bölgesi ve Türkiye'den İran içine çoğunlukla Mossad'ın da dahil olduğu gizli harekâtlar düzenlendiği anlaşılmıştır.[200]
Bush yönetiminin Kuzey Kore, Irak ve İran'ı “Şeytan Ekseni” olarak tanımlaması ve ardından Saddam rejimini devirmesiyle birlikte İranlı Kürt liderliği aynı akıbetin çok yakında İran rejimini de bulacağını umdu ancak Amerika'nın İran rejimi muhalifleriyle yaptığı görüşmelere rağmen bu istekleri gerçekleşmedi.[201] İslami rejime karşı güçlü bir muhalif cephe oluşturmak için 2006 yılında Washington'da düzenlenen konferansa ve Bush yönetiminin İran'da bir rejim değişikliği sağlamak üzere etnik tansiyonu yükseltmek için 75 milyon dolar ayırmasına binaen[202] İran, 2004'te varlığını ilan eden PJAK'ın Amerika, İngiltere ve Siyonist İsrail rejimi gizli servislerince finanse edilip yönlendirildiğini düşünmektedir.[203] İran'a yönelik birçok operasyona eski Siyonist askerlerin katıldığına dair işaretler bulunurken, PJAK lideri Rahman Hacı Ahmedi partinin Kürtlere yardım etmek isteyen herkesle ilişki kurmaya hazır olduğunu söylemektedir.[204] Partinin kurucularından Osman Öcalan (PKK lideri Abdullah Öcalan'ın kardeşi) ise Los Angeles Times ile yaptığı bir mülakatta PJAK'ın Amerika ile iyi ilişkileri olduğunu ve Amerika'nın kendilerine askeri, ekonomik ve tıbbi yardım teklif ettiğini ifade etmiştir.[205] Yine Siyonist İsrail rejiminin Türkiyeli ve İranlı Kürtleri eğiterek milyonlarca dolarlık teçhizat yardımında bulunduğu ve halen 1.200 Mossad ajanının bölgede olduğu Seymour Hersh tarafından New Yorker'da dile getirilmişse de, bu iddia Siyonist İsrail rejiminin Washington'daki diplomatik misyonu tarafından şiddetle reddedilmiştir.[206] İran içinde ve İran'a karşı Irak'ta yürütülen tüm bu gizli operasyonların Amerika'nın Irak'tan çekilmesiyle doğması muhtemel boşluğu İran'ın doldurmasını önlemeye yönelik olduğu da dile getirilen görüşler arasındadır.[207]
Bugün İran'daki cari İslami nizam Türkiye ile güvenlik alanında işbirliği yapsa da,[208] Türkiye'den farklı olarak kendini başta Amerika olmak üzere Batılı devletlerin yardımına muhtaç hissetmemekte ve yine askeri ve istihbari harekâtlarında onların iznini talep etmemektedir. Türkiye'nin PKK hedeflerine yönelik Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırlarında yürüttüğü askeri operasyonlar Washington'un istihbarat paylaşımı ve hava saldırısı izni ile desteklenirken,[209] PJAK'ın, Türkiye ile yapılan istihbarat paylaşımı sebebiyle, Amerika'yı dolaylı yoldan İran'a istihbarat sağlamakla itham etmesine rağmen[210] İran'ın bu tür operasyonları Kürt bölgesinde oluşturduğu ağ sayesinde kendi imkân ve kabiliyetiyle gerçekleştirdiği düşünülmektedir.[211]Bu da İslam Cumhuriyeti'ne bağımsız hareket etme imkânı sağlamaktadır. İran'ın bağımsız hareket edebilme kabiliyeti Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi liderlerini İran'ın muhtemel bir misilleme ihtimali karşısında İran karşıtı bir ittifaka açıkça girmekten alıkoymaktadır.[212]
İran İslam Cumhuriyeti'nin yürüttüğü iç ve dış politikalar silahlı Kürt hareketini şimdilik pasifleştirmeyi başarmakla kalmamış, uluslararası şartları dikkatlice değerlendiren İslam Cumhuriyeti tüm bölgenin düşmanı tekfirci akımlara karşı silahlı Kürt güçlerin yanında yer almayı da bilmiştir.
SONUÇ
Bölgenin egemen devletlerinin teorisyenleri farklı görüşler ileri sürseler ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi dışında siyasi tanınma sağlayan bir yapıya sahip olmasalar da, bölgede kendini Kürt kimliği ile ifade eden bir halkın varlığı hilafsızdır. Türkiye, İran, Irak ve Suriye'de yoğunlaşan nüfuslarıyla Kürtler, bölgenin otantik halkıdır ve en az bin yıldan bu yana Türkler, Araplar, Azeriler, Farisiler ve Ermenilerle birlikte yaşamaktadırlar. Bugün bölgedeki siyasi şartların yüz yıl evvelki şartlardan farklı olduğu açık olduğu gibi, mevcut şartların da değişmeden kalacağını düşünmek hayatın olağan akışına aykırıdır. Bu sebeple bölge halklarının ve devletlerinin yeni bir bakış açısına ihtiyacı vardır.
Kürtlerin dört ayrı devlette yaşamasını bölge ülkeleri açısından dezavantajdan avantaja dönüştürmek mümkündür. Bunun için onların ayrıştırıcı bir unsur olmaktan çıkarılmaları ve birleştirici bir unsur olarak kabul edilmeleri, onlar vasıtasıyla bölge halklarının ve devletlerinin yakınlaştırılması, menfaatlerin uzlaştırılması gerekir.
Bu çalışmada değerlendirdiğimiz kaynaklar ulus devlet yapılarının etnik temelli ayrışma, şiddet ve hatta terör hareketlerini beslediğini ortaya koymaktadır. Bu problemlerin aşılabilmesi için, ne Türklerin ne İranlıların ne Arapların ne de Kürtlerin bu topraklardan gideceği de göz önünde tutularak yeni bir siyasi ıstılahın inşası elzemdir. Bu siyasi ıstılah siyasi bir projeyi doğurmalı ve bu proje de etnik kimlikleri bölge halklarını ve devletlerini zayıflatmak için kullanmak isteyen uluslararası güçlere engel olmalıdır.
İran özelinde, Kürt halkının ne dini ne de kavmi haklarını kullanmalarını engelleyen hukuki bir metin mevcuttur. Ne var ki, Kürtlerin bir kısmının bölge dışı devletler ve Siyonist İsrail rejimi ile geliştirdikleri ilişki biçimi İran siyasi elitini ulusal Kürt hareketine karşı mesafeli ve hatta teyakkuz halinde durmaya sevk etmektedir. İran İslam Cumhuriyeti rejimine yönelik hasmane tutumlarını izhar etmekten geri durmayan Amerika Birleşik Devletleri ve Siyonist İsrail rejiminin saldırgan tutumları değişme emaresi göstermezken bu ikisiyle yan yana görünecek İran kökenli siyasi bir hareketin İran'daki siyasal zeminde meşruiyet bulamayacağını ve “terör” damgasını yiyeceğini kabul etmek gerekir. Bununla birlikte İran siyasi eliti Kürtler ile var olan gerilimi çoğulcu katılım modelleri yoluyla aşmaya hazır olduklarını da belirtmektedir.
Bölge halkları ve devletleri kendilerini birlikte yaşama ve bölge dışı aktörleri uzaklaştırma fikrine alıştırmaz, bunun için çabalamazlarsa İsmet İnönü'nün meşhur sözünü bu güne uyarlamamız gerekebilir: “Yeni bir dünya kurulur ve Kürtler de bu dünyada yerini bulur.”
Gürkan BİÇEN
KAYNAKÇA
Abbas-‘Ali Madih, The Kurds of Khorasan, Iran and the Caucasus 11 (2007) 11-31
Ahmet BURAN, Kürtler Ve Kürt Dili, Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 6/3 Summer 2011, p. 43-57
Alexander Benard and J. P. Schnapper-Casteras Northern Exposure Kurdistan After the Withdrawal, World Affairs July / August 2010
Carl Dahlman, The Political Geography of Kurdistan, Eurasian Geography and Economics, 43:4, 271-299
Carol Prunhuber, The Passion and Death of Rahman the Kurd: Dreaming Kurdistan, Book Reviews, Iran and the Caucasus 14 (2010) 461-465
Chris Kutschera The Middle East August/5eptember 2008
Craig Douglas Albert, A History of Violence: Ethnie Group Identity and the Iraqi Kurds, Iran and the Caucasus 17 {2013) 215-234
Djene Bajalan & Sara Zandi Karimi The Kurds and their History: New Perspectives, Iranian Studies, 47:5, 679-681
Ed Blanche, Kurdish Powder Keg, The Middle East, January 2008
Emin Gürses, Uluslararası Sistemin Kıskacında Etnik Terör, Profil Yayıncılık, İstanbul, 2007
Erol Kurubas,Etnik Sorun-Dıs Politika İliskisi Baglamında Kürt Sorununun Türk Dıs Politikasına Etkileri, Ankara Avrupa Çalısmaları Dergisi, Cilt: 8, No:1 (Yıl: 2009), s.39-69
Ertan Efegil, Devlet-içi Çatışmalar ve Çatışma Yönetimi (Ders Notları), Sakarya, 2014
Farideh Koohi-Kamali, The Political Development of the Kurds in Iran: Pastoral Nationalism
Middle Eastern Studies,Vol. 41, No. 1, 153–168, January 2005
Geoffrey F. Gresh, Iranian Kurds in an Age of Globalisation,Iran and the Caucasus 13 (2009) 187-196
Ghada Hashem Talhami, Diplomacy of the Kurdish territorial nation, International Journal of Contemporary Iraqi Studies Volume 7 Number 1
Graham E. Fuller, The Fate Of The Kurds, Foreign Affairs, Spring 1993
Hashem Ahmadzadeh and Gareth Stansfield, The Political, Cultural, and Military Re-Awakening of the Kurdish Nationalist Movement in Iran, Middle East Journal Magazine Volume 64, No. 1, winter 2010
Hiner Saleem, From My Father's Rifle A Childhood in Kurdistan) Excerpted from My Father's Rifle: A Childhood in Kurdistan by Hiner Saleem, translated from the French by Catherine Temerson, to be published by Farrar, Straus and Giroux, LLC in January 2005.
James Brandon, Iran's Kurdish Threat: PJAK, Terrorism Monitor Volume: 4 Issue: 12
John R. Bradley, Iran's Ethnic Tinderbox, The Washington Quarterly, Winter 2006-07
Kirstin J. H. Brathwaite, Repression and the Spread of Ethnic Conflict in Kurdistan, Studies in Conflict & Terrorism, 37:6, 473-491, 2014
Michael E. Bonine, The Kurds and Kurdistan: A Commentary, Eurasian Geography and Economics, 2002, 43, No. 4, pp. 300-304.
Michael M. Gunter, Kurdish Future in a Post-Saddam Iraq, Journal of Muslim Minority Affairs, Vol. 23, No. 1, April 2003
Michael M. Gunter, The Kurdish Question in Perspektive, World Affairs, Vol.166 No:4, Spring 2004
Michael Rubin, Are Kurds a Pariah Minority?, SOCIAL RESEARCH, Vol. 70, No. 1 (Spring 2003)
Natali, Denise. The Kurds and the State: Evolving National Identity in Iraq,Turkey, and Iran, Journal of Third World Studies, Sprıng 2010
Robert Olson, The Kurdish question in the aftermath of the Gulf War: geopolitical and geostrategic changes in the Middle East, Third World Quarterly, Vol. 13, No. 3, 1992
Sabri ATEŞ, In the Name of the Caliph and the Nation: The Sheikh Ubeidullah Rebellion of 1880–81, Iranian Studies, 2014 Vol. 47, No. 5, 735–798
Sait Yılmaz, 21.Yüzyılda Güvenlik ve İstihbarat, Milenyum Yayınları, İstanbul, 2007
Sargis Mamikonian, Israel and The Kurds (1949-1990), Iran and the Caucasus, 9.2
Shane Donovan, Kurdistan The Elusive Quest for Sovereignty, Harvard International Review Fall 2006
The Kurds in Iran: The Past, Present and Future, by Kerim Yıldız and Tanyel
B. Taysi. Reviewed by Michael M. Gunter
The Middle East Reporter Monday, June 7, 2010
The Middle East Reporter Thursday July 21, 2011
The Middle East Reporter Monday, September 05, 2011
The Middle East Reporter Thursday Sept. 8, 2011
The Middle East Reporter Friday, September 30, 2011
Thomas Renard, PJAK in Northern Iraq: Tangled Interests and Proxy Wars, Terrorism Monitor Volume: 6 Issue: 10
Tozun Bahçeli, Peter Fragiskatos, Iraqi Kurdistan: Fending off uneasy neighbours, International Journal of Contemporary Iraqi Studies Volume 2 Number 1
Vanessa G. Acker, Religion Among The Kurds: Internal Tolerance, External Conflict, , Kennedy School Review
Wladimir van Wilgenburg, breaking from Baghdad Kurdish Autonomy vs. Maliki's Manipulation, World Affairs, November/December 2012
William Linn Westermann, Kurdish Independence and Russian Expansion, fuly 1946 issue of Foreign Affairs
Ziya Meral and Jonathan Paris, Decoding Turkish Foreign Policy Hyperactivity, The Washington Quarterly, October 2010
[1] Ertan Efegil, Devlet-içi Çatışmalar ve Çatışma Yönetimi (Ders Notları), Sakarya, 2014, ss:58-59
[4] Sait Yılmaz, 21.Yüzyılda Güvenlik ve İstihbarat, Milenyum Yayınları, İstanbul, 2007, s:334
[5] Erol Kurubaş, Etnik Sorun-Dış Politika İlişkisi Bağlamında Kürt Sorununun Türk Dış Politikasına Etkileri,
Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, Cilt: 8, No:1, s:42
[10] Emin Gürses, Uluslararası Sistemin Kıskacında Etnik Terör, Profil Yayıncılık, İstanbul, 2007, s:13
[24] Kurubaş, s:44 (paragrafın tümü bu kaynaktan iktibas edilmiştir.)
[25] Ahmet BURAN, Kürtler Ve Kürt Dili, Turkish Studies - International Periodical For The Languages,
Literature and History of Turkish or Turkic Volume 6/3 Summer 2011, s:47
[26] Ghada Hashem Talhami, Diplomacy of the Kurdish territorial nation, International Journal of Contemporary
Iraqi Studies, Volume 7, Number 1, s:22
[27] Craig Douglas Albert, A History of Violence: Ethnie Group Identity and the Iraqi Kurds, Iran and the
Caucasus 17 {2013) , s:223
[30] Hiner Saleem, From My Father's Rifle A Childhood in Kurdistan Excerpted from My Father's Rifle: A
Childhood in Kurdistan by Hiner Saleem, translated from the French by Catherine Temerson, to be published
by Farrar, Straus and Giroux, LLC in January 2005, s:14
Ayrıca, Kürt Milli Marşı için bakınız: http://www.krg.org/p/page.aspx?l=12&s=050000&r=301&p=211
[31] Carl Dahlman, The Political Geography of Kurdistan, Eurasian Geography and Economics, 43:4, s:273
[35] Sargis Mamikonian, Israel And The Kurds (1949-1990), Iran and the Caucasus, 9.2, s:381
[38] Michael M. Gunter, The Kurdish Question in Perspektive, World Affairs, Vol.166 No:4, Spring 2004, s:198
[39] Michael Rubin, Are Kurds a Pariah Minority?, Social Research, Vol. 70, No. 1 (Spring 2003), s:295
[40] Abbas-‘Ali Madih, The Kurds of Khorasan, Iran and the Caucasus 11 (2007), s:12
[45] Alexander Benard and J. P. Schnapper-Casteras, Northern Exposure Kurdistan After the Withdrawal, World
Affairs July / August 2010, s:83; Robert Olson, The Kurdish question in the aftermath of the Gulf War:
geopolitical and geostrategic changes in the Middle East, Third World Quarterly, Vol. 13, No. 3, 1992, s:475;
Michael E. Bonine, The Kurds and Kurdistan: A Commentary, Eurasian Geography and Economics, 2002, 43,
No. 4, s:300; Rubin, s:295; Graham E. Fuller, The Fate Of The Kurds, Foreign Affairs, Spring 1993, s:109
[46] Natali Denise. The Kurds and the State: Evolving National Identity in Iraq,Turkey, and Iran, Journal of Third
World Studies, Spring 2010, s:312
[57] Benard; Schnapper-Casteras, s:83
[60] http://en.wikipedia.org/wiki/Ey_Req%C3%AEb
[66] Dahlman, s:275; Bonine, s:302
[73] John R. Bradley, Iran's Ethnic Tinderbox, The Washington Quarterly, Winter 2006-07, s:181
[75] Wladimir van Wilgenburg, Breaking from Baghdad Kurdish Autonomy vs. Maliki's Manipulation, World
Affairs, November/December 2012, s:48
[79] Sabri Ateş, In the Name of the Caliph and the Nation: The Sheikh Ubeidullah Rebellion of 1880–81, Iranian
Studies, 2014 Vol. 47, No. 5, s:736
[81] Michael M. Gunter, Kurdish Future in a Post-Saddam Iraq, Journal of Muslim Minority Affairs, Vol. 23, No. 1, April 2003, s:9
[83] Hashem Ahmadzadeh and Gareth Stansfield, The Political, Cultural, and Military Re-Awakening of the
Kurdish Nationalist Movement in Iran, Middle East Journal MagazineVolume 64, No. 1, winter 2010, s:13
[86] Ahmadzadeh; Stansfield, s:13
[100] Vanessa G. Acker, Religion Among The Kurds: Internal Tolerance, External Conflict, Kennedy School
Review, s:103
[101] The Kurds in Iran: The Past, Present and Future, by Kerim Yildiz and Tanyel B. Taysi. Reviewed by Michael
M. Gunter, s:540
[103] Ahmadzadeh; Stansfield, s:14
[104] Geoffrey F. Gresh, Iranian Kurds in an Age of Globalisation, Iran and the Caucasus 13 (2009,) s:189
[110] Kirstin J. H. Brathwaite, Repression and the Spread of Ethnic Conflict in Kurdistan, Studies in Conflict &
Terrorism, 37:6, 473-491, 2014, s:479
[111] Shane Donovan, Kurdistan The Elusive Quest for Sovereignty, Harvard International Review Fall 2006, s:8
[112] Ahmadzadeh; Stansfield, s:15
[120] William Linn Westermann, Kurdish Independence and Russian Expansion, fuly 1946 issue of Foreign
Affairs, s:50
[133] Ahmadzadeh; Stansfield, s:17
[135] Ahmadzadeh; Stansfield, s:19
[138] Ahmadzadeh; Stansfield, s:18
[141] Ahmadzadeh; Stansfield, s:20
[146] Carol Prunhuber, The Passion and Death of Rahman the Kurd: Dreaming Kurdistan, Book Reviews, Iran and
the Caucasus 14 (2010), s:461
[149] Dahlman, s:285; Ahmadzadeh; Stansfield, s:11
[150] Farideh Koohi-Kamali, The Political Development of the Kurds in Iran: Pastoral Nationalism
Middle Eastern Studies,Vol. 41, No. 1, 153–168, January 2005, s:153
[151] Djene Bajalan & Sara Zandi Karimi The Kurds and their History: New Perspectives, Iranian Studies, 47:5,
s:679
[154] Bahçeli; Fragiskatos, s:76
[156] İran İslam Cumhuriyeti Anayasası'nın 12.maddesi ile resmi mezhep olan Şii İsnaaşeriyye dışındaki İslami
mezheplerin hakları; 15.maddesi ile azınlıkların kendi dillerinde basın yayın hakkı; 19.maddesi ile tüm etnik
unsurların eşitlik hakkı garanti altına alınmıştır.
[157] Ahmadzadeh; Stansfield, s:21
[161] James Brandon, Iran's Kurdish Threat: PJAK, Terrorism Monitor Volume: 4 Issue: 12, s:2
[164] Ed Blanche, Kurdish Powder Keg, The Middle East, January 2008
[166] Chris Kutschera The Middle East August/5eptember 2008, s:21
[167] Tozun Bahçeli, Peter Fragiskatos, Iraqi Kurdistan: Fending off uneasy neighbours, International Journal of
Contemporary Iraqi Studies Volume 2 Number 1, s:77
[174] Ed Blanche, Kurdish Powder Keg, The Middle East, January 2008, s:27
(İran tarafı İslam İnkılâbı Muhafızları Ordusu Bölge Komutanı General Seyyid Kahhari'nin de içinde
bulunduğu helikopterin teknik sebeplerle düştüğünü ifade etse de, PJAK helikopterin kendilerinin yerden
açtığı ateş ile düşürüldüğünü ileri sürmektedir.)
[175] The Middle East Reporter Thursday Sept. 8, 2011
[176] The Middle East Reporter Friday, September 30, 2011
[177] The Middle East Reporter Thursday July 21, 2011
[178] The Middle East Reporter Monday, June 7, 2010
[179] The Middle East Reporter Thursday Sept. 8, 2011
[180] http://avasinweb.com/nucenaverok.php?HaberID=3336
[181] The Middle East Reporter Monday, September 05, 2011
[182] http://www.taraf.com.tr/haber-pjak-iran-dan-cekiliyor-78376/
http://www.savaskarsitlari.org/arsiv.asp?ArsivTipID=5&ArsivAnaID=64319
[184] http://firatajans.com/news/kurdistan/karayilan-karar-almamiz-kolay-degil.htm
[201] Ahmadzadeh; Stansfield, s:21
[204] Ahmadzadeh; Stansfield, s:25
[205] Thomas Renard, PJAK in Northern Iraq: Tangled Interests and Proxy Wars, Terrorism Monitor Volume: 6
Issue: 10, Yazıya aşağıdaki web adresinden ulaşılabilir:
(http://www.jamestown.org/programs/tm/single/?tx_ttnews%5Btt_news%5D=4924&tx_ttnews%5BbackPid%5D=167&no_cache=1#.VIl9bNKsVVU)
[208] Ziya Meral and Jonathan Paris, Decoding Turkish Foreign Policy Hyperactivity, The Washington Quarterly,
October 2010, s:81
[209] Bahçeli; Fragiskatos, s:79
[210] Renard, Yazıya aşağıdaki web adresinden ulaşılabilir:
(http://www.jamestown.org/programs/tm/single/?tx_ttnews%5Btt_news%5D=4924&tx_ttnews%5BbackPid%5D=167&no_cache=1#.VIl9bNKsVVU)
[211] Bahçeli; Fragiskatos, s:76
[212] Bahçeli; Fragiskatos, s:77