Bir evrim sergüzeşti yahut İslamcılık’tan İsrailcılık’a: İbrahim Karagül
5.03.2016

Zaman ve mekandan bağımsız değildir insan. Zaman ve mekanın şartlarında insanın davranışlarında, kararlarında, hareket tarzında değişimler kaçınılmazdır. Günün şartlarına uygun strateji ile yaşamak imamlar (as)’ın sünnetidir. Bu sünneti uygulamanın şartı da temel ilkelerden taviz vermemek ve asli vazife olan adaletin tesisi yolundan sapkınlık göstermemektir.

Zamanla değişimler hatta savrulmalar yaşayan insanoğlunun en büyük handikaplarından biri kuşkusuz sabit kadem durduğu varsayımına kendini inandırmış olmasıdır. Bu durumda hakikat ve dünya, etrafında dönmektedir kişinin. Hep aynı yerdedir ve hakk üzeredir sorsanız.

İslamcı camianın önde ve etkin ‘kalemlerinden’ İbrahim Karagül’ün on yıllık süreçte çizdiği resim aynı zamanda Türkiye İslamcılarının genel bir tasvirini de yapıyor. 2005 – 2016 arası birkaç yazısından alıntılarla özellikle Suriye meselesi üzerinden yaşanan ‘acı seyahate’ göz atalım

 

Bu çağrıya kulak verin!...                                                                                                           

Suriye Lübnan’dan çekilince duracaklar mı? Hayır! İran nükleer silahlardan vazgeçince duracaklar mı? Hayır! Lübnan’ı kendi başlarına bırakacaklar mı? Hayır! Her tavizden sonra yenisini isteyecekler. Afganistan ve Irak için böyle yapmadılar mı? Taliban bahaneydi. Saddam bir başka bahane. Suriye için, İran için, Lübnan için, Sudan için, Endonezya için yeni bahanelerle karşımıza çıkacaklar. Biz kabul ettikçe talepleri artacak/değişecek. Hiçbir şekilde ikna olmayacaklar. Hep isteyecekler. Vermeyi reddetiğimiz zaman saldıracaklar. Hiçbir zaman doymayacaklar. Amerika’nın, İngiltere’nin, İsrail’in, Avrupa’nın kullandığı dile bakın. Ne çirkin, ne alçakça, ne utanmazca! Suriye Lübnan’dan çekiliyor. Biri çıkıp “Neden İsrail Golan’dan çekilmiyor, neden İsrail Filistin topraklarından çekilmiyor, neden Amerika Irak’tan çekilmiyor” demiyecek mi? “İsrail’in nükleer silahları bizi tehdid ediyor” demiyecek mi?

Yalanlarla gizlenen topyekun bir savaş bu. Bu coğrafya, bir kez daha, büyük istila harekatıyla karşı karşıya. Hiç kimse, hiçbir devlet, hiçbir toplum “işbirliği” ile kurtulamaz. Türkiye için de benzer talepleri olacak, benzer gerekçeler sürecekler ortaya. Hepsi hazır. Terör, kitle imha silahı, demokrasi, özgürlük, rejim sorunları… hepsi zihinlerimizi rehin almak için ortaya attıkları birer palavra…hepsi yalanlarının birer parçası. Onlar bu coğrafya için tek bir şey istiyor:20. Yüzyılı tekrarlamak. Oysa bizler, tıpkı 20. Yüzyılın başlarında olduğumuz gibi, bu yüzyılın başında da varlıkla yokluk arasında bir tercih yapma durumundayız. Doğru tercih yapmazsak bir yüzyıl da kaybedeceğiz.” Dedikten sonra Sezai Karakoç’un Diriliş Dergisi 119-120. Sayıları başyazısı olan “İslam ülkelerinin başında bulunanlara çağrı” yazısını alıntılamış.    8 mart 2005 Yeni Şafak                  

“… Suriye''ye müdahale ve Şam yönetimini devirmek aynı zamanda İran''a müdahale anlamına gelecektir. Hizbullah''ı etkisiz hale getirecek, İran-Suriye aksını yok edecektir. ABD''nin de İsrail''in de işine gelen bu hesap Suriye-İran ittifakının direncini aşabilir mi? Böyle bir müdahale, İran''ın Suriye''yi cephe olarak kullanmasının, Hizbullah-İsrail savaşının da başlangıcı olacaktır. Bu da, Kızıldeniz''den İran''a kadar bütün bölgenin etkileneceği anlamına gelir. İzlediği kanlı yöntemler nedeniyle en büyük desteğini kaybeden Şam yönetimi, artık tüm kartlarını İran''dan yana oynuyor. Başka da seçeneği kalmadı. Bu durum; PKK saldırılarının tırmanmasından İran-Türkiye gerilimine kadar Türkiye için de endişe verici gelişmelere yol açabilir. ….”    19 Ekim 2011 Yeni Şafak

 


 İran'ın açgözlülüğü ve Mekke Savaşı..
“… Sadece İran'la sınırlı bir hesap değil bu. Uluslararası irade, yeni bir bölge haritası şekillendirmeye çalışıyor. Bunu da bölgesel düzeyde yıkım oluşturacak, mezhep kimliği üzerinden pazarlıyor. Suriye ve Irak'taki örgütler ile İran ve Kürt milliyetçiliği etkin bir şekilde bu amaçla seferber edilmiş durumda. Batı-İran anlaşmasının esasında bu büyük harita projesinin bulunduğuna inananlardanım.
Şahsen bu krizin büyüklüğü beni korkutuyor. Biraz dikkatli bakan herkesi, her ülkeyi, bu coğrafyadaki her etnik unsuru ve her mezhepten çevreyi korkutması gereken bir gelişme bu. Eğer gözlerimizdeki bu körlük devam ederse, birkaç yıl içinde bir Mekke Savaşı ile karşı karşıya geleceğiz, tankların Allah'ın evine dayandığını göreceğiz.
İşte bu yüzden, mezhep üzerinden pazarlanan, örgütlerle servis edilen, bir takım bağnaz bölge ülkelerinin aptallığı ve aç gözlülüğü üzerinden yürütülen bu büyük kriz, “dengeleyici” pozisyon alma özelliği olan tek ülke Türkiye'yi hedef alıyor. İç politika bu krize göre dizayn edilmek isteniyor. Terör örgütleri bu amaçla seferber ediliyor. Örgütler Türkiye'ye karşı tek çatı altında toplanıyor.

Bugün Yemen'de İran nüfuzuyla savaşan, kendini çevrelemesini durdurmaya çalışan S. Arabistan Basra Körfezi'nde bunlar olurken bir de Doğu cephesi ile uğraşmak zorunda kalacaktır. Kendi içindeki Şiiler üzerinden de istikrarsızlığa sürüklenecektir. Riyad yönetimi Müslüman Kardeşler'i haritadan silmeye çalışadursun, bu stratejik körlüğü kendine çok pahalıya mal olacaktır. Bütün bunların üst okuması şudur: Mezhep kimliği servis edilerek bütün coğrafya iki büyük kampa ayrılıyor. Soğuk savaş döneminde “İslam'ın kanlı sınırları” söylemini kullananlar, on yıldır “İslam kendi içinde savaşacak” diyor, savaşın İslam'ın kalbine yerleşeceğini söylüyor. İşte bu gerçek oluyor. Mekke Savaşı uyarılarımın ana sebebi budur ve sakın ola ki bunun mümkün olmadığını düşünmeyin.

Türkiye karşıtı örgütlerle el ele
“İran'ın Haçlı Seferleri ve yeni Mekke Savaşı” gibi ifadeler kullanmam, bu yüzden hiç yadırganmasın. Mezhep görümünü altında müthiş bir milliyetçi dalga ile karşı karşıya bütün bölge. Coğrafyanın yeniden biçimlendirilmesine yönelik büyük projenin altında kendine yer bulan, bunu fırsata çeviren Tahran, kendi ihtiraslarına karşı büyük bir sınav vermek zorunda kalacaktır.
Unutulmasın ki, İran'ın kendi içinde çok ciddi sorunları, zaafları vardır. Belki Türkiye'den daha fazla etnik kırılganlığa sahiptir. Bir gün, bölgeye yönelttiği tehditler, içeride kendi kırılganlığı üzerinde tam tersi sonuçlar da doğurabilir.
Bunları bir Şii-Sünni ayrışması üzerinden yazmıyorum. Bölgede oluşmaya yüz tutan resmi çizmeye, birkaç yıl içinde karşılaşacağımız tehditlere dikkat çekmeye çalışıyorum. İran'ın son günlerde Türkiye'ye yönelik tavrı ciddi olarak rahatsızlık sebebidir. Bu kadar cephe ile uğraşan bir ülkenin kendine yeni bir cephe açma, bunu yaparken de Türkiye'yi her alanda huzursuz etme, örgütlerle flört etme, aynı zamanda İran kamuoyuna Türkiye karşıtı haberler servis etme girişimleri pek normal görünmüyor.

 


Şii İran yerine Fars İran geldi, çılgınlık başladı
Ama İran'ın önündeki öncelikli hedef Basra Körfezi ve S. Arabistan'dır. Tahran, Mekke odaklı, S. Arabistan odaklı, Basra Körfezi odaklı bir çılgınlık içindedir. Bunu yaparken her ne kadar mezhep kimliğini kullansa da, aslında milliyetçi dalgayı seferber edecektir. Çünkü İran-Batı anlaşmasıyla Şii İran'ın yerini Fars İran almıştır.
Bu yeni emperyal ihtirasın Basra Körfezi'nde girişeceği tehlikeli macera, bütün bölgeyi sarsacaktır. Bu imparatorluk hesabının yol açtığı dalgalar Türkiye sınırlarını bile yoklamaktadır. Çok geçmeden, tanklar Kabe'ye dayanmadan, Basra Körfezi'nde başlayan kriz Mekke Savaşı'na dönüşmeden bu ihtirasın dizginlenmesi lazımdır.” 12 Ağustos 2015 Yeni Şafak

 

Rusya ve İran aslında Türkiye ile savaşıyor
“Türkiye ile Suriye'nin kaderi birleşmiştir. Milyonlarca insan bu ülkede misafirimizdir. Suriye'nin ana omurgası artık Türkiye'dedir, Türkiye'dirİran'ın Suriye ile hiçbir bağı yoktur. Rusya'nın Suriye ile hiçbir bağı yoktur. Suriye'deki savaştan İran hiçbir zarar görmemiştir, Rusya hiçbir zarar görmemiştir. Ama iki ülke, sınırları bile olmayan bu ülkeye yerleşmiş, onu işgal etmiştir. Şimdi de demografik tasfiyeler yapmakta, Suriye'yi Türkiye'ye karşı cephe ülke olarak dizayn etmektedir.
Bu iki ülke de hem Suriye halkına hem de Türkiye'ye savaş açmıştır. Tahran ve Moskova'nın bu ülkede yürüttüğü savaş Türkiye'ye karşı bir savaştır. Bu iki ülke aslında doğrudan Türkiye ile savaşmaktadır. Bunun gizlenecek hali kalmamıştır.

Elbette biz, bu iki ülke ile savaşmayacağız. Ama Suriye üzerinden Türkiye'nin vurulmasına, Suriye'nin Türkiye karşıtı bir garnizona dönüşmesine de göz yummayacağız. Hiçbir ülke, böyle bir halde suskunluğa gömülüp tehlikenin yaklaşmasına, bir süre sonra kendini vurmasına rıza göstermeyecektir.
Kimse Türkiye'den bu tavrı beklemesin ve kimse bu tavrı bir olgunluk göstergesi olarak bize pazarlamasın. Bu tehlikeyi bertaraf etmek için, bir yerde durdurmak için Türkiye gerekirse açık savaşa girmelidir, girmek zorunda da kalacaktır. Geç kalmış her günün ülkeye faturası çok ağır olacağı gibi, bir süre sonra tehlikeyi bertaraf etme fırsatı da kalmayacaktır.

Öz savunma kimseye, 'ittifaklara' terk edilemez
Hiçbir ülke, ulusal egemenliğini ve toprak bütünlüğünü, iç barışını, bölgesel güvenliğini içinde bulunduğu ittifakların, uluslararası organizasyonların mutlak denetimine terk edemez. Onların inisiyatifine bel bağlayamaz. Ülke olmanın, devlet olmanın, millet olmanın, bağımsız olmanın en önemli şartı budur. Bu yoksa öyle bir ülke de, devlet de yoktur.

Bu büyük bir stratejik körlüktür. Bu, bir başka vesayet türüne teslim olmaktır. Öz savunma dediğimiz şey, sadece ülkenin kendi dinamikleriyle sağlanabilir ve asla başkasına emanet edilemez. Türkiye'nin kaderi de başkalarının inisiyatifine, merhametine terk edilemez.
İçinde bulunduğumuz ittifak çevreleri, bugün açıktan terör örgütleriyle ortaklık kurup Türkiye karşıtı hareket ediyorsa, bu ülkeyi içten vuruyorsa, o örgütlere silah sağlıyorsa, Suriye savaşını Türkiye içine servis ediyorsa, Suriye'de çözümü imkansızlaştırıyorsa, bu sürüncemede bırakma haliyle bizi kötü bir sona sürüklüyorsa, onlara bel bağlamamız, onlardan destek beklememiz, bu ülkenin geleceğini karartmak olacaktır.

O vesayet bize yeni harita dayatacak
Bize bunları dayatan hiçbir ülke, böyle bir durumda, kendi kaderini o ittifak halkasına emanet etmezdi. Biz, bu durumda bile onlara bağlı olarak hareket ekmeyi bekliyorsak, onlara göre hareket edeceksek, çok büyük bir hata yapıyoruz demektir. Böyle bir lüksümüz yok. Şartlar bu lüksü çoktan ortadan kaldırmış durumda.
Buna rağmen hala o noktadaysak, yıllardır vesayete karşı mücadele eden Türkiye, kendini bir başka vesayetin kollarına atmış sayılırÜstelik bu vesayet, Türkiye'ye yeni bir harita dayatacak kadar tehlikeli adımlar atmaktayken.

Türkiye müdahale etmezse bölünmeyi tartışacak
Türkiye Suriye meselesine doğrudan müdahil olmalıdır. Buna askeri harekat da dahil. İran ve Rusya'nın gerekçeleri bu kadar zayıfken bu ülkeye girebiliyorlarsa, sınırımızın sıfır noktasını bile bombalayabiliyorlarsa, Suriye halkını Türkiye'ye kovuyorlarsa, Suriye'den Türkiye'yi de vuruyorlarsa Türkiye'nin onlardan çok daha fazla ve gerçekçi gerekçeleri vardır.
Kimse açıktan savaş istemez. Kimse Rusya ve İran'la Türkiye arasına savaşın girmesini istemez. Bunu temenni bile etmez. Ama bu sefer durum çok ciddi. Bugün adım atılamazsa yarın bugünkü müdahaleden çok daha zor şartlarla mücadele etmek zorunda kalacağız. Suriye rejimi, Şam yönetimi diye bir şey kalmadı artık. Orası yeniden dizayn ediliyor, bu durum bizi açıkça tehdit ediyor, savaş Türkiye'ye yöneliyor ve biz bunu kabullenip suskun kalacağız! Böyle bir şeye hangi ülke teslim olabilir? Müdahale için hem tehdit, hem fiili durum, hem de hukuki gerekçe vardır.
Buna savaş çığırtkanlığı diyecekler, biliyorum, ama bu müdahale olmazsa, birkaç yıl sonra Türkiye'nin parçalanmasını tartışıyor olacağız. Bir yere not edin!”  08 Şubat 2016 Yeni Şafak

2005 ve 2011 de İran ve Suriye’nin başına çorap örmekle suçlanan emperyalist ülkelerden bahsederken , 2016 da “Haçlı İran Seferlerine” varmak…

Suriye ve İran arasındaki stratejik ve ‘ontolojik’ bağdan söz ederken, “ İran’ın Suriye ile hiçbir ilgisi yoktur”a varmak….

İslam ülkeleri ittifakının olmak olmamak meselesi oluşundan, emperyalist çetelerin müttefikliğinin işlerliğini kaybetmesine hayıflanmaya varmak…

Ayrıca dikkat çekici bir nokta da söz Karagül’ün İsrail – Türkiye Nikah tazeleme törenlerine ilişkin sessizliği… manidar…

Evrim teorisini tersinden ispat etmek dünyada kaç kişiye nasip olur bilinmez ama ‘rahmetli’ Darwin sağ olaydı teorisini güncellemeyi düşünür müydü diyesi geliyor insanın.