O’nu birleyen tevhid adına oku!
16.05.2015

Özgürlük adına oku! Vaad edilen günün adına oku! Gecenin karanlıklarını aydınlatan yıldırımın adına oku! Karamsarlık vadisine kök salan ümidin adına oku! Güneşi yaratanın ve aşkı, maşukun ismi azami ile var edip, yeldanın nefessiz gecelerinin ardından, sabahın nuruyla aydınlatanın adıyla oku!

Oku ey aşk ve umidin Peygamberi!

Sen okuduğunda, sesin Mısır piramitlerinde yankılandı, sesin, bin yıllık Mecusi ateşini söndürdü, merhamet kokan nidan, yer ve göğün arasını ıtır kokusuyla doldurdu, aşkın güzel kokusu, yorgun melekleri Hirayı tevaf çekti, enbiyalar gıbta ederek parmaklarını ısırdılar. İbrahim ve İsmail, Hira'da olanları görünce dediler ki, Kabe'yi onarmaya ne hacet vardı?! Musa, Hira vardıysa Tur'a gitmeye ne hacet vardı?! İsa, yerde bulunan şeyi gökte aramaya ne hacet vardı?! Hira'da olanları görenler yaptıklarından razı değillerdi, sadece Allah'ın kendisi razıydı, zira geniş rahmetini gözle görülür bir şekilde bahşetmişti. Rahmeti Hira da tecessüm etmişti.

Meleklerden bazıları Allah'ın bu görülmemiş rızayetine secde ediyorlardı ve diğer bir kısım melekler ise Peygamberin alınından terleri silmekle meşgullerdi, diğer bir kısımda bu maşukların letafetini dinliyorlardı ve diğer bir kısımda Allah'ın yer yüzünde tezahür eden maşukunu görünce gıbta ediyorlardı.

En çok da Cebrail sevinmişti, Aşık ve Maşuk arasında ki peyamları, kanatlarına emanet edip ulaştıracaktı.

Sen okuyunca, göktekiler ve yerdeki gönül ehli olanlar, karanlık gecelerin son bulduğunu müjdelediler. Arşın melekleri sevinçten el çırpıp yer yüzündekilere müjde getiriyorlardı "kad câekum minallâhi nûrun"  "Size Allah'tan bir nur  geldi."

Ayağa kalkın, gaflet uykusunu kırın ve zulümat kaplı gözleri nura doğru açın, sapkınlık endişesini gönül kulbesinden kovun ve korkuları, iniş ve çıkışlardan, kuyu ve çukurlardan, sahra ve tepelerden sürün. Şüpheleri süpürün, düşme korkularını kuyulara gömün, zulümatlara gülücükler saçın ki "yec'al lekum nûren temşûne bihî" "size aydınlığında yürüyeceğiniz bir nur ihsan etsin." Yanan ciğerleri, yorgun gözleri ve susamış dudakları, Allah'ın zelal rahmetiyle doyurun.

Yüreklerinin derinliklerinde ve zihinlerinin tahayyüllerinde  Allah'ı bulduklarını sananlar, şimdi baksınlar sana "Men rani fagat rey'el hak" beni görenler hakkı görmüşlerdir. Allah'ı arayanlar, görmek isteyenler, o'nun (Muhammed s.)'in vücüt aynasında ki tezahürünü seyre otursunlar.

Yaratılışı kendi tanıma felsefesi üzerine bina eden Allah, "Bana marifet peyda etsinler diye yarattım" Seninle yaratılış kemale erdi, Seninle İlahi rahmet yer yüzüne nuzul edip, görünür oldu.

Alem neden mesrur, sevinçli olmasın ki? Sen, zelal ve sonsuz rahmeti kendinde toplama zarfiyetine sahip tek İnsandın. Yaratılanlar arasında hangisi böylesi bir zarfiyete sahipti ki?! "Elem neşrah leke sadreke" Senin mübarek sinenden başka hangi sine İlahi rafet'in timsali ve tezahürü olabilir?! Her ne kadar tüm peygamberler İlahi rahmetin mazharı olmuşlarsa da hangisi bu denli İlahi muhabetle yüceltilip "inneke le alâ hulukın azîm" "Sen yüce bir ahlak üzerinesin," övgüsüyle övülmüştür.

Bu nasıl bir sinedir ki sonu yok? Bu nasıl bir dağdır ki yerinden sarsılmıyor? Bu nasıl bir mucize ve benzersiz bir ayettir ki, başı cahiliye taşlarıyla yarılırken, O, onların hidayetleri için, Allah'a dua etsin?! Dili, duadan başka bir şey için dönmüyordu, Dudakları, insanların bağışlanmasından başka bir şey için kımıldamıyordu…

Bu nasıl bir istikamettir ki hatta Allah'ın itrazına maruz kalıyor "Onlar bu söze (Kur'ân'a) inanmadıkları ve senden yüz çevirdikleri için üzülüp hayıflanarak kendini helâk mi edeceksin?" (Kehf-6) Sen! daha ne kadar direteceksin? Kendi canını körler için meşalemi yapacaksın?

Parmaklarını kullaklarına tıkayıp kaçanlara ne anlatıyorsun? Hidayet olmak istemeyenler için, benden neden hidayet talep ediyorsun? Bunlar güneşten anlamazlar, nuru bilmezler, benliklerinde aydınlanma zarfiyetleri yok, güneşin parlak ışınları gözlerini kör etmiştir. Sen onların arkasından ne koşup duruyorsun? Kendi canını, hidayete kabil olamayanlara feda etme ey Peygamber!

Selam olsun sana ey yüce Peygamber!

Ebuzere dediğin o sözler kulaklarımızda çınlamakta ey Nebi! "Ey Ebuzer! Beni kendisiyle meşgul eden endişemi ve gönlümün iştiyakını biliyor musun?

Annem ve babam sana feda olsun hayır bilmiyorum!

Gönlüm benden sonra gelecek olan kardeşlerimi görmenin iştiyakiyle atıyor. Onların makamı enbiyaların makamı gibidir, Allah'ın indinde ki dereceleri, şehitlerin derecesi gibidir. Allah rızası için anne, baba, kardeşlerinden geçerler, mallarını Allah yolunda infak ederler, Allah'a karşı huşu içerisinde boyun eğerler, şehvetlerine ve dünya malına rağbet etmezler, kalpleri Allah iledir, canları Allah'tandır ve ilimleri Allah içindir.''

Ey Peygamber! Canlarımız ve en azizlerimizin canları sana feda olsun! Azizlerini görmenin şevkini, Ebuzer'e öyle müştakane anlattın ki, toprak göz yaşlarına şahitlik etti "Onlara iştiyak duyuyorum" deyip ağladığına Ebuzer şahitlik etti "Onlarla görüşmeyi çok isterdim" deyip duaya durdun: "Ey Allahım! Düşmana karşı onları koru ve yardım et, kıyamet günü onları görmem içim gözlerimi aydınlat"

Ey yüce Nebi! Sen asırlar önce bu azizlerine dua edip ağladın ve biliyoruz ki onların muzaffer oluşu senin duan iledir. Şimdi bu hengamede, bu zülüm kokan dünyada onları terketmiyeceğini de biliyoruz!

Ey Resül! Bu azizler bugün zülme, zalime, istikbara, iki yüzlülüğe, açpulcu vahşi kurtlara, asrın yezitlerine karşı canlarından geçip Senin ve evlatlarının ismini şiar edinerek, cihad etmektedirler. Senin ve evlatlarının hatıralarıyla hayatı tenefus ediyorlar. Evlatlarının azamet ve celallerinin hakkına, azizen Fatıma'nın izzeti hakkına, bu azizlerine yardım et ve yine onlar için rabbine dua et.