Türkiyeli Entelektüel, İktidara Hakikati Söylemek ve Kürtler
18.01.2016

Antonio Gramschi Hapishane Defteri adlı eserinde entelektüel kişi üzerine yaptığı tanımlamada şu satırlara yer veriyor: “Bütün insanlar entelektüeldir; ama toplumdaki herkes bu işlevi görmez!” Ona göre entelektüeller ikiye ayrılır; bunların ilki rahip, öğretmen, idareci vb. görevleri toplumda ifa edenlerdir. Geleneksel entelektüel şeklinde tasnif ettiği bu ilk grubun haricinde kalan ikinci tiptekiler ise, kendi çıkarlarını örgütleyen, iktidar ve denetim gücü elde edebilmek için belirli çevrelerle -bu çevre bir sınıf, müessese veya doğrudan devlet aygıtı olabilir- bağlantılı olan organik entelektüellerdir.

Julien Benda’nın entelektüelleri ise, ahlaki yetkinlikleri diğer insanlardan daha gelişkin filozof krallardır.  Ona göre, hakiki entelektüellerin kendilerine ait bir ruhban sınıfı oluşmuştur; zira onlar bu dünyaya ait değildirler. Adeta öte dünyadan bizlere hak ve hakikati öğretmek için kopup gelmiş bu zümre. Entelektüel hazlardan keyif alırlar sadece ve bu nedenle -İsmet Özel’in diliyle söylenecek olursa- “Ortama uymuyorum çünkü dünyada evimde değilim. Dünyayı evi sayanların suçuna katılmıyorum” cümleleriyle ifade edilebilirler.

Suça katılmama, son birkaç gündür Türkiye’nin ana gündemlerinden biri oldu. Bin yüz akademisyenin imza attıkları metnin öne çıkan özelliklerinden biri, hatta en önemlisiydi bu husus. Devletin bir iktidar uygulayıcısı olarak vatanın doğu kısmında icra ettiklerinin bir suç olarak tanımlanması ve söz konusu kişilerin bu suça katılmamak üzere bu eylemin yapılmasıydı asıl öne çıkan. Ancak bu eylem bir suçu haykırma meselesi olarak gündemde yer almadı. Entelektüelin aynı fikirlerini bir kitaba harflerle kazıması ve bunu okuyucusuna imzalamasına ses çıkarılmazken, bu imzalama -aslında söyleme ve haykırma- eylemi neden bu denli tepki gördü?

Eskilerin, “söz uçar, yazı kalır” buyruğu günümüz dünyasının realitesiyle ne kadar örtüşür, tartışılır. Ancak tartışılamayacak olan Türkiye entelektüelinin yazılar yazmaktan artık bir şeyler söylemenin zamanının geldiğinin farkında olmadığıdır. Ders kitapları, makaleler, bildiriler vb. uğraşlarla boğulan fikir adamları, akademisyenler, köşe yazarları ve diğer aydın zevatın bu yazınsal eyleminin toplum içerisinde neye denk düştüğünün üzerinde düşünmek gerekmektedir. Elbette bunlar küçümsenmeyecek ve yapılması ihmal edilemeyecek şeylerdir; ancak bu tavır Türkiye tabanı ile bağ kurabilme aracı olarak çok da işlevsel değil, maalesef. Buna binâen de bin yüz entelektüel, yazılı metinlerinin altına attıkları imzalarıyla, söz konusu bildiriyi yazınsal bir eylemden, gündeme bomba gibi düşürerek her kulağa su kaçıracak şekilde söylemsel bir eyleme aktardılar. Bu nedenle de yapılmak istenen iktidara, “senin yaptığın suçtur” demek değil, iktidarın neler yaptığını hem iç ve hem de dış mahfillere duyurmaktı.

Burada AK parti iktidarının bu tür eylemlere olan tahammülsüzlüklerinin de bu metni oluşturanlar tarafından çok iyi bir şekilde analiz edildiğinin altının çizilmesi gerekmektedir. Partinin bu bilinen refleksi akademisyenlerin mazlum kisvesine bürünüp, “bakın bu ülkenin aydınlarına da terörist muamelesi yapılıyor” demelerine zemin oluşturmak içindi. Ancak ıskaladıkları bir durum bir şey var; artık dünün dünyasında yaşamıyoruz!

AK Parti’nin organik entelektüelleri dünyanın küresel bir terör ağı tehdidiyle korku imparatorluğuna dönüştüğünün/dönüştürüldüğünün farkında. Her gün, “acaba bugün dünyanın neresinde bir terör eylemi gerçekleştirilecek?” sorusunu dağdaki çoban bile düşünmeye başladıysa, bu bir realite hâline gelmiş demektir. Bu imparatorluğu inşa eden krallar, kendi hükümranlıklarının devam edebilmesi için toplumlarını korkuyla yönetmeye başladı. Artık kimse soğuk savaştan, hatta sıcak savaştan bile korkmuyor. Türkiye ve Rusya arasındaki uçak düşürme krizini hatırlayın; neredeyse seferberlik ilan edilecek, herkes elinde silahla cepheye gidecek hâle gelmişti. Ama bu insanların en cesuru bile hangi şehrin meydanında ne zaman patlayacağı bilinmeyen bir intihar bombacısından tırsar. Zira meydandan kaçsa bu teröristin onu alış veriş merkezinde de yakalayabileceği korkusuyla, AVM’nin hazzına ulaşamaz. Bu çerçeve içerisinde düşünüldüğünde, bu devletlerin kendi aralarında kime terörist diyecekleri, kime haklı, kime haksız diyecekleri çoktan belirlenmiş durumda. Vatandaşları da kendilerine anlatılana inanmaktadır.

Bunu aşmanın bir yolu var mı? Evet! Bin yüz akademisyen ve onlar gibi düşünenlerin sadece devletin değil, PKK ve alt çetelerinin de işledikleri cürümleri dile getirmeleri. İmza atılan metinde hükümetin Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasının oluşturması ve bunun Kürt siyasi otoritesiyle müzakere edilmesi talep edilmiş olmasına rağmen, bu iradenin ne olduğu muğlak bırakılmış. Orada çarpışan PKK ve çeteleri mi Kürt siyasi iradesi yoksa HDP mi? Burası kördüğüme giden ilmiklerin ilki; Türkiye Kürtlerinin siyasal mümessili kim, kimler, hangi kuruluş? Aynı soruya HDP de PKK’sız bir cevap veremiyor.

Bu olmadığı müddetçe Kürt hareketi, Türkiye çapında kitlesel bir taban elde edemez. MHP ve AK partinin Türklere seslendiği gibi, Kürtlere milliyetçilik duygularıyla hitap eden bir repertuarın akametine mahkûm kalır. Bakalım Gramschi’nin organik entelektüelleri ile Benda’nın filozof kralları arasındaki erdem(sizlik) savaşı nereye varacak? Bu mesele, tam da sizlik bir mesele; uzak kalmayın!