Malone ölüyor ama neden Kerbela’da değil?
20.09.2018
Malone Ölüyor (İngilizce adı: Malone Dies; Fransızca adı Malone Meurt), bir Samuel Beckett romanı. İlk olarak 1951’de Fransa’da Malone Meurt ismiyle yayınlanmıştır. Daha sonra Beckett tarafından İngilizceye çevrilmiştir. Molloy ile başlayan ve üçüncü kitabı Adlandırılamayan (The Unnamable) olan Beckett üçlemesinin ikinci romanıdır.
Beckett, çoğu eserinde sondan başlar: Her şeyin çoktan olup bittiği ya da bitmek üzere olduğu anlardan… Malone Ölüyor’da da yine ölmek üzere olan birini görürüz: Ölüm anına kadar geçen süreyi nafile gayretlerle yazdığı hikâyelerle geçirmeye çalışan, Malone adında bir karakterin hikâyesidir romanda anlatılan.
Malone Ölüyor, bize ne anlatıyor?
Yukarıda adı geçen romanlar -kendi bunu dile getirmemişse de- Samuel Beckett üçlemesi olarak kabul edilmekte ve onun en önemli yapıtları olarak görülmektedir. Romanların her üçünde de anti kahramanlar ile karşılaşmaktayız. Bunlar hayata aynı derecede tutunmuş, daha doğrusu tutunamamış tek bir şahsiyetin farklı varyasyonları olarak da görülebilir. Ortak özellikleri bedensel güçlerini kaybetmiş olmaları, varoluşlarını yalnızca aklî olarak duyumsayıp ve adeta sadece sözün/yazının içinde yaşamaya ve onunla var olmaya çalışmalarıdır. Bu çalışma eylemini varoluşsal bir gayret olarak düşünmek bizler için yanıltıcı olabilir.
Malone yaşlı ve felçli biridir; ölümüne, adeta kendinden kopmuş olan cüssesinin karar vermesini bekler ve belki de bunu kimi zaman ister. Bu gerçekleşmediği için kendine bir uğraş bulur ve bu uğraş da yaşamdan elinde kalan tek olanak olan kendi kendine anlattığı Mecmann’ın öyküsüdür. Öyküyü anlatırken ara ara kendinden bahsettiği monologlara rastlanır. Malone’un dış dünyayla ilişkisini ucu kancalı bir sopa sağlar. Sopasından, odadaki şapkadan, yataktan, kalemden, defter ve daha başka şeylerden gayesizce uzun uzadıya bahseder. Bedeninin çürüme sürecini ve nazarî ve amelî hedefsizliğni bu şekilde daha saçma bir havaya bürümekten yüksünmez.
Malone’un bir ara bir bakıcısıyla duygusal yakınlığı olduğunu düşünürken aslında bunun da aşka, arzuya pas vermeyen söz öbekleri olduğunu anlarız. Zira Beckett bizleri, hayatı bir hiç içerisinde karanlık gibi görmeye çağırır ve esas olanın acı çekmek olduğunu düşündürür. Yaşamla bağlarının sonuna gelmiş, anlamlı bir varoluş iddiasını ya da gerekçesini yitirmiş yaşlı, sakat ve kendini ifade etmekten aciz insanları romanlarına konu etmiştir.
O halde yukarıdaki sorumuzu tekrar edelim: Malone Ölüyor, bize ne anlatıyor?
Hiç, hiç bir şey anlatmıyor deniyor çoğu kişi tarafından.
Beckett’ın anlatmak istediği de budur zaten, modern insanın anlamsızlaştırdığı bir dünyada bedenini bir kötürüm gibi yaşatmasına karşın sağlıklı bir insanın mutluluğunu araması. Bunun imkânsızlığını modern insan, tıpkı Malone’nun Mecmann’ın üzerine yazdıkları gibi, kendi hemcinslerinde de gözlemlemekte olduğundan insana dair olan her şey bu kaygı, anlamsızlık, mutsuzluk ve hırçınlıkla dolar. Bu da ancak romanın sonunda rastladığımız bir cinayetle sonlanabilir, çünkü insanın insana yettiği zaman çoktan yitirilmiştir. Bu yitimin neden olduğu vahşet ve tahammülsüzlük neticesinde insanın kendi hemcinsine neler yaptığı bir cinayet metaforuyla dile getirilir.
Malone kötürüm olduğu için bakım gördüğü hastaneden bizlere şöyle sesleniyor: “Şu ana kadar beni burada yaşatanlar toprağa verilişim sırasında da küçük bir tören düzenlerler sanıyorum. Burada Malone yatıyor, yazacak mezar taşımda, şu dünyada kendimi affettirmek için geçirdiğim süre konusunda az da olsa bir fikir verebilmek, bir de adadaki ve mezar ötesindeki adaşlarımdan ayırt edilebilmem için doğum ve ölüm tarihlerim eklenecek yanına. Yaşamım boyunca bir adaşımla karşılaşmamı tuhaf buldum doğrusu. Ama zamanım var daha. Burada yatan hıyardı, yaşam boyu bayardı, yazacaklar belki de” (Samuel Beckett, Malone Ölüyor, Kırmızı Kedi yay., İstanbul 2018, s. 141).
Beckett’ın çizdiği bu insan portresinin yaşamı gerçekten çok hazindir. Malone ölüyor ama bu ölümün geçmişinde var olan hayatın hiç bir anlamı bulunmuyor. Malone ölüyor bir aşkı, sevdası, davası ve insani bir değer uğruna mücadelesi olmadan. Malone ölüyor, Mecmann öldürülüyor ve Lemuel öldürüyor ancak Beckett bizlere bu insan tipolojilerinin birbirinden hiç de farklı olmadığını söz konusu tiplerin hiçlik manzaralarıyla acımasızca anlatıyor. Öldüklerinde adaşlarından ayırt edilebilmeleri nasıl sadece mezar taşlarındaki doğum ve ölüm tarihlerine bağlıysa, bu insan tipinin aslında yaşarken birbirinin tıpatıp aynı özdeşlikte bir boşlukta olduğunu ima ediyor.
Beckett, insanlığın içinde bulunduğu bu krizi anlatırken bir reçete sunmuyor, muhtemelen böyle bir reçetenin var olduğuna inanmadığı veya varsa bile bu insanları iyileştirecek güçte olduğuna kanaat getirmediğinden.
İçinde bulunduğumuz bu günler dolayısıyla Beckett’ın bu romanını Kerbela ile düşünmeye başlar buldum kendimi. Modern insanın bu anlamsızlık içerisindeki hiçlik duygusunu, gayesizliğini, tıpkı Malone gibi eşya ile kurduğu ve gereksiz bir şekilde abarttığı bağı, bunlardan mütevellit yaşamın anlam arayışı kopukluğunu Kerbela dersleri ve ibretleriyle, Hz. Hüseyin ve sadık dostlarının yaşam öyküleriyle iyileştirmek mümkün olabilir mi? Hz. Hüseyin takipçilerinin Kerbela olgusu üzerinde düşünürken teemmülde bulunmaları gereken hususlardan biri “Malone ölüyor ama neden Kerbela’da değil?” sorusunun cevabını aramak olmalıdır. Öyle değil mi?
Emevî politikasının insanları sosyal ve siyasal aklı kullanmaktan nasıl men ettiği, engellediği ve birçok Müslümanın bu nedenle Hz. Hüseyin’e yardım etmekten imtina ettiğini anlatırken, Malone gözlerimizin önünde kendi tasavvurundaki anlamsız dünyada ölüyor ve bizler onu görmüyor, görmezden geliyoruz. Günümüzle ilgisi kesilmiş her geçmiş anlatısı olarak tarih, bir hikâye olmaktan başka bir değere sahip değildir. Hz. Hüseyin’in birçok zorluğa göğüs gerip Aşura kıyamını gerçekleştirmesi modern insanın çıkmazları için bir reçete niteliğinde olmasına rağmen, bunu açıklayamıyor ve ortaya koyamıyorsak Kerbela ve Aşura’nın da günümüzle ilgisi kesilmiş olur ve maalesef mazideki her anlatı gibi tarihi bir hikâyeden başka değere sahip olmaz. Emevî minberlerinden anlatılan Musa ve Firavun kıssana dönüşür ve zamanın insanına ne anlattığının bir değeri kalmaz. O halde kendimiz bu Muharrem ayından itibaren şu soruyu sormaya başlamalıyız:
Malone ölüyor ama neden Kerbela’da değil?